Av. Ahmet S. Sayın
ahmetsaidsayin@yahoo.com
Geçtiğimiz aylarda Beşparmak dağlarının güney eteklerine gitmiş ve taş ocaklarının Beşparmak sıra dağlarına yol açtığı tahribatı yakından incelemiştim. Taş madenlerinin gittikçe büyüyen hacmi ve bunların yakından nasıl göründüğü ve yaratılan tahribatın dağın boyutlarına göre karşılaştırmak için bu ziyarette bulunmuştum ama içim acıyarak, kan ağlayarak geri döndüm. Bu gün geçtikçe büyüyen yaranın geri dönülemez boyutlarını görmek, yurdunu seven her insanı derinden yaralamakta ve üzmektedir. Dağların tahribatını incelemek için gerçekleştirdiğim gezi sonrasında bir yazı kaleme almaya düşünmüştüm. Aşağıdaki yazdığım düşünceler umarım okunur ve bir bilinç uyanmasına katkı koymuş oluruz.
Şimdi biraz da hukuki metinleri inceleyip, Anayasamız ve Çevre Koruma Yasamızın bu konu hakkında neler dediğine kısaca bakalım. Hatırlatalım ki; Anayasa devletin esas örgütlenme metni olarak algılansa da, esasta devlet ile toplumun/halkın yaptığı bir sözleşme ve/veya anlaşmadır. Devlet, çevre hakkı konusunda toplumuna çeşitli sözler vermiş, kendisine de ödevler yüklemiştir.
1985 tarihli Anayasamız çevre meselelerini, üçüncü bölümünde, Sosyal ve Ekonomik Haklar, Özgürlükler ve Ödevler başlığı altında, 40. Maddede ele almıştır. Bu maddenin adı “Çevrenin korunmasıdır”. Anayasa 40. Maddeside diyor ki:
“(1) Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
(2) Gerçek veya tüzel kişiler, hiçbir amaçla, insan sağlığını bozacak veya deniz varlıklarını tehlikeye düşürecek nitelikteki sıvı, gaz ve katı maddeleri denizlere, barajlara, göllere veya derelere akıtamaz veya dökemez.
(3) Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin, gerçek ve tüzel kişilerin ödevidir.
(4) Devlet, milli parklar oluşturulması amacıyla gerekli önlemleri alır.
Devlet, her yurttaşına ve ülkesinde yaşayan herkese sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı vereceğini vaat etmiştir. Ama günümüzde devletin ve idarenin bu sözü tutamadığı, halka verilen bu vaadin Anayasanın kabul edildiği 1985 yılından beri yerine getirilmediği görülmektedir. Anayasa, gerçek veya tüzel kişiler tarafından, ki devletin kendisi de bir tüzel kişidir, insan sağlığını bozacak herhangi bir maddeyi doğaya yayamayacağını öngörüyor ve yahut emrediyor olsa da, taş madenlerinde kullanılan çeşitli patlayıcılar (TNT, Nitro Gliserin türevi patlayıcılar) aracılığı ile yapılan yıkım çevreyi feci şekilde kirletiyor, çeşitli kimyasalların yer altı sularına ve tozun atmosfere karışmasına yol açılıyor.
Çevreyi geliştirmek , çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek sözleri veren devlet anayasal sözleşmenin hükümlerini ihlal etmekte, özel ve tüzel kişilerin Beşparmak Dağlarını gelişi güzel ve geri dönülemez zararlar vererek yıkmasına izin vermekte, adeta buna yol açmaktadır.
Diğer taraftan, çevre yasasını yapan yasama organı Cumhuriyet Meclisi, ışıltılı ifadeler ve güzel bir türkçe kullanarak nitelikli bir yasama işi yaptığı izlenimini veriyor olsa da, bu yasayı uygulamakla görevli idare, çevre ile ilgili bakanlık ve çevre dairesi acaba neler yapıyor? Yasanın metninde çevrenin korunması ile ilgili olarak şunları okuyoruz: | ||
| ||
Çevrenin korunmasına ilişkin temel ilkeler şunlardır: | ||
| (1) | En iyi şekilde koruma sağlayabilmek amacıyla çevre, sürdürülebilirlik ve ihtiyatlılık ilkeleri çerçevesinde yönetilir. |
| (2) | Kültürel gereksinimleri karşılar ve ekosistemler ile doğal kaynakların uzun vadeli sürdürülebilir olmalarını sağlarken, ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesini temin edecek şekilde sürdürülebilir kalkınmanın üç yapıtaşı olan ekonomik, sosyal ve çevre unsurlarına uyulur ve teşvik edilip yaygınlaştırılır. |
| (3) | Su, toprak, mineraller, biyolojik çeşitlilik gibi değerli ancak sınırlı olan doğal kaynakların uzun vadede sürdürülebilirliği sağlamak amacıyla korunması ve muhafaza edilmesi esastır. |
| (4) | Çevreyle ilgili karar alma sürecinin şeffaflığı ve bu sürece kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve halkın katılımı sağlanır. |
| (5) | Çevreyi kirletenler veya herhangi bir şekilde çevreye zarar verenler, kirliliğin ve/veya zararın ortadan kalkması ve/veya önlenmesi için gerekli masrafları karşılar. |
Soruyoruz, Beşparmak Dağları açısından yukarıya aktarılan madde veya fıkralarının hangisi hakkınca uygulanıyor? Ayni yasa altında devletin çevre ile ilgili ana sorumluluklarını kendi üstünden atmak veya anayasanın omuzlarına yüklediği yükü hafifletmek için bir düzenleme yapıldığını da şu ifadelerden anlıyoruz:
“Çevreyi korumak ve bu Yasada belirtilen önlem ve kurallara uymak, idare, yönetim, meslek odaları ve sivil toplum örgütleri de dahil, tüm gerçek veya tüzel kişilerin görevidir.”
Hukukçu sıfatından sıyrılıp sıradan bir vatandaş olarak soruyorum; kendi sorumluluk sahalarına girmeyen veya amaçları arasında çevrecilik olmayan sivil toplum örgütleri, yasanın bu emrini neden yerine getirsin? Meslek odaları kendi dertleri bir yana çevresel meselelerle neden alakadar olsun? Bunun yapılacağını sanan bir yasama organı, en kibar ifade ile naiftir.
Anlaşılıyor ki Devlet ve idare, anayasanın kendisine yüklediği temel sorumlulukları yasama organı vasıtası ile yapacağı bir düzenleme ile başkalarıyla paylaşmak ve bir yerde sorumluluktan kaçmak niyetindedir.
Beşparmak Dağları, Kıbrıs Adasının iki dağ sisteminden birisidir. Elimizde olan budur. Tek sıradağ sistemi Girne Dağları olarak da anılan Beşparmaklardır. Taş ocakları ve madenleri işleten özel ve/veya tüzel kişiler, devletin işbirliği ile dağları ve çevreyi tahrip etmekte, her türlü kirliliğe yol açmaktadır. Anayasa ve yasanın hilafına hareket etmekte olan idare, kendi halkına ihanet etmektedir. Kıbrıs’ın tek sıra dağı olan Beşparmaklara sahip çıkmak Kıbrıs’ta yaşayan herkesin görevidir. Bu bilinci uyandırmak için bir şeyler yapmanın zamanı gelmiştir. Sıradağlar tamamen delinip ormanlar ve su kaynakları tükendiğinde ise zaman çoktan geçmiş olacaktır.
Ne Yapacağız Peki? Elimiz Kolumuz Bağlı Oturalım mı?
Kıbrıs’ta genel alışkanlık, sosyal medyada yazmak, televizyon ve radyo programlarında tepki vermek veya kıyıda köşede şikayet etmektir. Ancak, hak arayışına giren çok az yurttaş vardır. Ancak bilinçli yurttaşların haklarını yasal yollardan araması beklenir. Çevre hakkı, devlet tarafından gözetilmiyorsa, bunu talep eden davalar açılabilir. Özellikle çevre felaketleri bulunan bölgelerde, idareyi işlemler yapmaya zorlayıcı hukuki yollar bulunmaktadır, bunlar denenebilir. Sağlam bir muhalefet ve çevrecilik için, idare davalarla işlem yapmaya zorlanabilir. Anayasa’nın yurttaşa verdiği hakların kullanılamamasından dolayı uğranan kayıpların devletten ısrarla talep edilmesi ve mahkemelerden de talepler doğrultusunda mahkumiyetlerin çıkması öyle sanıyorum ki idareyi harekete geçirebilecektir.