Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan kırılma, gözlerimizin önünde cereyan eden ‘müjdeli’ gösteriler ile şekillenmekte.
Erdoğan’ın müjdesi kuşkusuz öncesinde yükseltilen beklentiye cevap vermedi. Bundan dolayı mizah ve alay konusu oldu.
Beton
Bugün birçoğumuz için mizah konusu olan şey Türkiye’deki iktidar aklının devletleşme ve kalkınma anlayışını yansıtıyor.
Sonuçta devletin ‘devletliğini’ baskının veya şiddetin yanı sıra, inşaat ve betonlaşma ile de değerlendiren, gösteriş ve ihtişam ile ölçen bir iktidar aklı var. Türkiye’de bugüne kadar uygulanan bu anlayış bariz bir şekilde Kıbrıs’ın kuzeyinde de hayata geçiriliyor.
Artık ‘bozuk bir makine’ gibi çalışa(maya)n kktc devletinin değeri, ihtişamlı devlet kurumları, külliyeleri, millet bahçeleri, yolları ve yeni meclisleri ile ‘yüceltilecek’. ‘Yüceltildikçe’ de iradesizleşecek, içeriği boşalacak.
Yani yıllar boyunca yalıtılmış hayatlarımızın, asimile olmuş varoluşlarımızın, kurumsuzlaşmış benliklerimizin ve yozlaşmış ‘devletli’ ilişkilerimizin üzerini heybetli, ihtişamlı ve cıvık cıvık parlayan betonlarla kaplayacaklar.
Hatta bir süredir Türkiye’de pişirilip kurtarılan ihalelerle bu süreç başladı bile. Tüm bu inşaat furyasının, hem sermaye olarak hem de mimari olarak Türkiye’deki İslamcı atmosferle şekillendiğini belirtmeye gerek bile yok. Binaların biçimlerinden tutun da, isimlerine kadar tüm mekanların İslamcı değerlere göre yapıldığına şahit olmaktayız. Beton sadece ‘devlet ihtişamı’ yaratmıyor. Aynı zamanda mekanların hafızasını, toplumların mekânsal belleğini yeniden inşa ediyor.
Ne kadar çok beton, o kadar çok devlet. Ne kadar çok devlet, o kadar az insan!
Millet
Erdoğan, ortaya bir paradigma koyuyor. Bu sadece Erdoğan’ın paradigması değil. Erdoğan’dan öncede şekillenen, asimetrik ilişkiler içerisinde biçimlenen bir bağımlılık, Kıbrıslı Türkleri iradesizleştirme ve yok sayma paradigması. Zaten bu TC resmi ideolojisinin bir uzantısı. Erdoğan’ın ortaya koyduklarıyla sınırlı değil.
Fakat altını çizmek lazım. Erdoğan’ın ağzından çıkan “Kıbrıslı Türk kardeşlerim” hitabı, kesinlikle ve kesinlikle bu paradigmanın içerisine dahil olan, dahil edilen ve resmi ideolojinin kapsadığı kesimleri işaret etmektedir.
Yani, buradaki tahakküm politikalarıyla uyumlu, resmi teze sadık, devletçi, tek adamcı, tekçi, Türkiye iktidarını arzulayan veya karşısında el pençe divan duran toplumsal kesimleri.
Millet, tamamen resmi ideolojinin belirlediği, kapsadığı ve sahiplendiği kesimleri içermektedir.
Milletin bekası veya milletin geleceği derken, bu, Türkiye iktidarının belirlediği kriterler içindeki milletten başkası değildir.
Millet! Yani Türkçü! Ama sadece Türkçü değil! Aynı zamanda İslamcı! Ama sadece İslamcı değil! Aynı zamanda sunni İslamcı olan millet.
Bunun dışında kalan veya bırakılan kesimler ise ‘hain’, ‘düşman’, ‘dış mihrakların uzantısı”, ‘dinsiz’, ‘münafık’, ‘devlet düşmanı’, ‘EOKA’cı’, ‘yeteri kadar Müslüman olmayan’, ‘yeteri kadar Türk olmayan’ kesimlerdir. Söz konusu düşmanlar, millete dahil değildir. Onlar daha çok milletin bekasına zarar verenlerdir.
Kısacası Erdoğan, Kıbrıs’ın kuzeyinde sadece betondan saraylar veya külliyeler değil, betondan bir de millet inşa ediyor.
Devlet
Ve devlet… Yaşanan son süreçle birlikte kktc ‘devletinin’ neredeyse askıya aldığını, buna paralel olarak ise Türkiye’den gelen heyetlerin, koordinatörlerin ve elçilik görevlilerinin Kıbrıs’ın kuzeyine dair hem kararlar aldıklarını hem de fiilen icraatlar yaptıklarını görüyoruz.
KKTC'nin kendisini bir olağan üstü hal kurumu olarak nitelersek bugün yaşadığımız süreci de “meta-olağan üstü hal” olarak nitelendirmek yanlış olamaz.
Devletin neredeyse tüm kurumları ile uykuya yatırıldığı, Meclis’in Türkiye’deki heyetlerin istekleri doğrultusunda karar almaya teşvik edildiği, AKP’li heyetlerin ‘paralel bir devlet’ gibi çalıştığı koşullarda, ne demokrasiden, ne yasallıktan ne de meşruluktan söz edebiliriz.
Bunun en bariz örneğini Erdoğan’ın Meclis konuşmasında yaşadık. Erdoğan’ın –müjde tatmin etmemiş olsa bile- Meclis konuşması Kıbrıs’ın kuzeyinde kimin sözünün geçtiğinin, icraat ve karar verici merciin kim olduğunu aşikar bir şekilde ve gözümüze sokarcasına gösteriyor.
Bundan daha korkutucusu da var. Toplum olarak bu durumu normalleştirmiş hale gelmemiz. Eğer Erdoğan’ın Meclis’teki, Kıbrıs’ın kuzeyine dair nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağı yönündeki konuşmasını sorunsallaştırmıyor ve sadece müjdenin içeriğini sorunsallaştırıyorsak o halde bu durumu normalleştirmeye başladık demektir.
İşte yeni devlet de böyle bir normalleştirme hattından inşa ediliyor. Erdoğan sadece ihtişamlı külliye ve yeni Meclis binasını değil, aynı zamanda bunlarla birlikte inşa edilen yeni kktcnin de müjdesini verdi. Betondan, milletten ibaret, insansız ve iradesiz bir devlet!