BEYAZ ATLI PRENSES

Neşe Yaşın

Prens, gündelik hayatın sorunları içinde boğulmuştur. Evi ve hayatı düzensizdir, kötü beslenmektedir. Ruhu yaralı, bedeni ölüm soğukluğundadır. Sefil hayatı, düş kırıklıkları, çaresizliklerle doludur. Kimsesiz bir oğlan çocuğu kadar mahzun, engellenmiş bir delikanlı kadar öfkeli, başarısız bir adam kadar boynu büküktür. Hayatına lanet etmekte ve bunun için günah keçileri bulmaktadır. Sonra bir kadın gelir ve bütün sorunları çözer…  Tatlar, lezzetler, kokular, renkler, pırıltılar, sıcak dokunuşlar, güzellikler, incelikler katar adamın hayatına… Ölü adama bir öpücükle can verir. Beyaz atlı prenses prensi atının terkisine alıp hayata katar.

Kadının geleneksel roller içinde eğitildiği bir güç alanıdır bu… Bakıcı, iyilik perisi, sakinleştirici, şefkat ve güzellik dağıtıcı… En hoyrat adamı dize getirebileceğine inanır bu yetenekleriyle… Yalnız ve bakımsız adam avcılığına çıkmış beyaz at üstünde prensesler mevcuttur. Hayata bu rolü oynamak için gelinmiştir zaten. Büyükanneler kızlarına, onlar da kendi kızlarına öğretirler bu beceriyi…

Beyaz atlı prensesin kurtardığı prens, kavuştuğu rahatlığın huzurunu yaşar bir süre… Ama bir çeşit mahkûmiyettir bu huzur aynı zamanda… Gün gelir bu altın kafes fena halde boğar onu… Bir yanı kaçmak ister hep… Akıllı prensesler bunu da kavrarlar hemen… Kafesin kapısını biraz aralarlar böyle durumlarda…  Adam uçup gitse de geri dönecektir sonuçta… Yuvayı yapan dişi olsa da erkek kuş gittiğinde acı çekilir… Yine de tamamen kaybetmenin acısından iyidir bu… Akıllı prensesler, sabretmeyi de öğrenmişlerdir. Erkek dünyasının bütün ayrıntılarına hâkimdirler onlar. Güçlü görüntülerin ardında tir tir titreyen, beceriksiz ve çaresiz bir oğlan çocuğu bulunduğunu iyi bilirler. Kuşaklar boyunca büyükannelerinden aktarılmış gizli bir bilgidir bu… Büyükanneleri bir kadının ancak bir erkekle var olabileceğini de öğretmiştir onlara: Erkeksiz olmak bir dişi kişinin başına gelebilecek en kötü durumdur. Düşmanlarla, onların tehditleriyle çevrili bir dünyada yapayalnız kalmak demektir bu… Erkeklerin yalnız kadınlara neler yapabileceği bilinmektedir. Üstelik başka kadınlar da nefret ederler yalnız kadınlardan. Onları erkekleri açısından bir tehdit olarak görürler.

Kuşkusuz zor ve kötü bir dünyadır söz konusu olan… Her iki cins için de öyle… Ama sonuçta cinslerden birisi için, onun esenliği ve rahatı için formüle edilmiş bir sistemdir bu… Sosyal, siyasal, ekonomik hayatın egemeni odur ve aslolanın kendisi, diğer cinsin ise ikincil olduğu bir dünyadır söz konusu olan. Üçüncü cins ise tamamen hapı yutmuştur.

Feminizm, kadınların mevcut sistemi tehdit etmeleri korkunçtur muktedirler için… Bu tehlikeli cinsin geleneksel roller içinde tutulması elzemdir. İsyanı engellemek için bazı gevşetmeler yapmak, kadınları bir miktar rahatlatmak mümkündür ama erkek egemenliğinin tümden tehdit edilmesi bilumum sosyal, siyasal, ekonomik statükolara yönelik saldırılar arasında en vahim olanıdır.

Bu sistemin cinslerden biri için daha az adil olduğuna inanan ve onu değiştirmek için düşünce üreten erkekler dahi kendi cinslerine yönelik bir tehdidin sıkıntısını duyarlar içlerinde… Kadınlar bile ürkerler bu değişimden. Kuşaklar boyunca aktarılan bir öğretinin yerle bir edilmesi, dengelerin sarsılması demektir çünkü bu…

Kadınlar için oyun böyle kurulmuş, hayat böyle tasarlanmıştır. Hem güçlü olunacak, her sorunu çözme, her zorlukla baş etme yeteneği geliştirilecek hem de erkek kendini iyi hissetsin diye güçsüz taklidi yapılacaktır.

Her şey kırılıp döküldüğünde kadın toparlayıp yerine koyacak, adamı sakinleştirecek ve hiçbir şey yokmuş gibi devam edecektir.

Hayat ormanı tehlikelerle doludur. Kaybolan prensesi bulmak için dolaşıp durur prens. Canavarlarla savaşıp onu kurtaracaktır. Birden karşısına beyaz at üstünde bir prenses çıkar. Ya yan yana sürüp gideceklerdir atlarını ya da birisi inip ötekinin atına binecektir.

Masalın sonu nasıl biter, onlar muradına erer mi, bilinmez.

(11 Ağustos 2013 yılında Yenidüzen’de yayımlanmış eski bir yazı)