*** 6-7 Eylül 1955’te yağma olaylarını katıldığını söyleyen ‘Eski İstanbul kabadayısı’ Mikdat Remzi Sancak o geceyi anlatmaya devam ediyor:
Öyle bir kargaşa vardı ki, İstiklal caddesinde iki gün tramvay çalışamadı. Yola kumaşlar, perdeler, eşyalar atılmıştı. Bir ara baktım bir kuyumcu dükkânına saldırıyorlar. Ben de karıştım aralarına, vitrinde ne var ne yoksa doldurdum koynuma. Küpe, müpe, altın… Epey bir süre sonra gece 12 civarı asker geldi, biz kaçıştık. Gece de gayrimüslimlerin yaşadığı Adalar’a vapur kaldırdılar, insanlar doluşup oralara da gitti yağmacılık etmeye, ben gitmedim ama. Aldıklarımı teknenin altındaki mazgala gazeteye sarıp sakladım. Aldıklarımı diyorum ama aslında çaldıklarımı demem lazım, çünkü tekneye gidince yaptığımın hırsızlık olduğunu düşündüm. Niye aldım diye biraz pişman oldum. Sabah olunca baktım teknenin biraz ilerisinde bir kese altın, başka bir yerde üç tane beşibiryerde reşat. Aldım onları da…
Öyleydi, bir kargaşa olmuştu ki herkes ne çarptıysa kaldırdı. Düşün, o zaman tramvaylar 3 kuruş. Yozgatlı bir köylü vatmana bilet parası vermek için elini cebine atıyor. Bir tane binlik çıkartıyor. Vatman, ‘bozamam’ diyor. Adam tekrar elini atıyor, cebine bir binlik daha çıkartıyor. Köylü adam, bilmiyor ki parayı. Bir kere daha, bir kere daha, bitmiyor. Vatman polis çağırdı. Adamın üzerinden 40 tane binlik çıktı. Aslında olanlar olacak iş değildi.”
Çorum katliamı ve ASALA ‘temizliği’!
Mikdat Remzi hayatın doğru yolla çalışarak kazanamayacağına karar verir ve kendi deyişiyle “faili meçhul” işlere girer.1980 darbesinin ardından uyuşturucu kaçakçılığı suçundan hapse girer. Kendi deyişiyle hapse girer ama mahpusluk yaşamaz. Çünkü, 27 Mayıs 1960 darbesini yapan subaylardan Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız çok yakın “dostudur” Sancak’ın. Bir de bir tuğgeneralden bahsediyor Sancak, ismini vermeden. Çorum katlimı sırasında Çorum’dadır. Tıpkı 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi hikayeleştiriyor bu katliamı da: “Galeyana geldik, 105 kişi öldü.”
Yeraltı dünyasının önemli isimlerinden biri haline gelmiş zamanla. Ama mesele hiçbir zaman sadece mafyavari işlerle sınırı kalmıyor. ‘Milli’ meselelerle olan ilişki de hiç kopmuyor: “Dündar Kılıç bizim elimizde büyüdü, her şeyi bizden öğrendi. Ağansoy, Çakıcı bizim yanımızda kumarhanede kapı açan çocuktu. Hükümet birer bant verdi, bunlara. Bazı görevler verdi, vatan için ve ‘Eğer muvaffak olmadan yakalanırsan seni tanımayız’ dedi. Yurt dışında bizim konsolosları, elçileri öldürüyorlardı, o zamanlar. Devlet ne yapacak? Çete gönderecek, resmi askerini polisini gönderemez ya. Bunlar toplanıp gitti. Yunanistan’da İran’da kampları temizleyip geldiler, Ermenileri duman ettiler. Ermeniler demeyelim ASALA diyelim. Bütün Ermenilere mal edemem ASALA’yı. Neyse, hallettiler işi bizimkiler, hiçbir zayiat da vermediler üstelik. Sonra ne yaptı devlet, kelleyi koltuğuna almış vatan için savaşmış bu adamları kaldırıp attı. Sonra sahip çıkmadı devlet bunlara. Bunlar da kendi işlerine baktılar. Yolarını buldular… Ben seksen darbesinde içeri alındım. İftira ettiler. Uyuşturucu kaçakçılığından yattım. İftira ama benim bazı faili meçhullerim vardı. Allah verdi bence o cezayı bana.
Kestiler 14 yıl ceza. Ama yattım diyemem, rahattım. İstediğim vakit içeri girer, istediğim vakit çıkardım. Kimse karışamazdı bana. Çıkarken dışarı gardiyan falan vermezlerdi yanıma. Cezaevi müdürü falan yalan yani. Bir başsavcı vardı benden yukarda, gerisi hikâye...
(AGOS – Funda TOSUN – 9.9.2014)
Devam edecek...