Şükrancılığın da bu kadarı!
Pes artık.
Ersan Saner, Fuat Oktay’ın yanında durdu, Oktay konuşurken gülücükler dağıttı, sonra da 10 cümle kurduysa 6-7’si Anavatan’a, Erdoğan’a, Oktay’a şükran oldu.
“Yeter artık” demek geliyor insanın içinden…
Küçülmenin de bir sınırı var.
O sınır da aşılmış, küçüldükçe küçülüyor…
Bir de hava!
“Maraş’ı açtık, devam edeceğiz…”
“İki devletlilik dedik, öyle gideceğiz…”
Nisan sonu 5+BM toplantısı var ama…
Neyi konuşmaya gidiyorsunuz?
BM de, diğer garantörler de, AB de Federasyon derken, siz gidip “iki devletlilik istiyoruz” mu diyeceksiniz?
Diyecekseniz ne olacak?
Muhataplar kabul mü edecek?
“Tamam, madem siz öyle istiyorsunuz, onu konuşalım” mı diyecekler?
Bu iki devletliliği, yani Türkiye’nin alt vilayeti olacak olan KKTC’yi Kıbrıs Cumhuriyeti de kabul edecek!, BM de kabul edecek!, AB ülkeleri de kabul edecek! ve KKTC Başbakanları sürekli Ankara’nın kapısını çalacak, şükranlarını sunacak, avuçlarını açacak ve “KKTC ilelebet devam edecek” naraları atarak geri dönülecek!
Vay be, amma devlet ha…
Ersan Saner, iki devletliliği zaten Kıbrıslı Türklerin de istediğini Cumhurbaşkanlığı’na Ersin Tatar’ı getirmesiyle ispatladığını da iddia etti Külliye’deki kürsüde…
Oysa ki seçimler bir referandum değildi.
Kaldı ki Saner’in 3 cümlesinden 2’sinin şükran edebiyatı olması Cumhurbaşkanlığı’na da, Başbakanlığa da atamanın yapıldığını ispatlar gibiydi…
‘Ne kadar biat, o kadar destek’ anlamına geldiği anlayışından hareketle politikalarını sürdüren başta UBP ve yöneticileri küçük düşmenin dayanılmaz hafifliğini! yaşıyorlar…
Bir yaşam tarzı oluştu artık şükran çekme ve küçük düşürülme…
Nefes alır, su içer gibi şükran çekilir, birilerinin altında ezilmenin hazzını yaşar olundu…
Başka bir politika arayışına girmek gibi bir dertleri yok. “Parayı eksilirsek Ankara’dan gider alır, aşı istersek göndermelerini bekler, Kıbrıs sorunu politikasıyla ilgili kafa yormaya da gerek yok, birileri bize ne yapacağımızı, ne söyleyeceğimizi dikte ettirir, biz de koltuklarımızda oturmaya devam ederiz.
“Şükranı da dilimizden düşürmeyiz, onlar da bizi koltuklardan düşürmez” anlayışıyla ‘kukla’ olmayı benimsemiş bir durum var.
Sadece bu atanmış hükümet de değil, önceleri de böyle yapılmış. Aksini yapmaya kalkanlar olmuşsa da bir tokat vuruldu, düşürüldü.
Başkaları getirildi.
En güzel ve en fazla şükran çekenler, en güzel biat edenler, atanmaya! hak kazananlarla ülke idare edilmeye devam ediyor.
Böyle bir durum kimin işine yarar peki?
Özne olması gereken Kıbrıslı Türkler için böyle bir siyasi ortam ne kadar kazançlıdır? Veya Kıbrıslılar için ortak bir geleceği ne kadar sağlayabilir?..
Bu durumdan Kıbrıslılar olarak kazanç elde etmek mümkün değil.
Peki ne yapılabilir?
Tabii ki müzakere ortamlarını iyi değerlendirmek gerekir ancak malum olduğu üzere bizim ‘kullanılma’ özelliğimiz ortadan kalkmadığı sürece de pek mümkün görülmüyor.
Şartların değişmesi umudunu hep koruyarak çözüm ve barış güçlerinin çalışmalarını sürdürmelerinde yarar var.