“Bir yanımızda Türkiye ile 74 öncesinden bugüne uzanan hastalıklı ilişki ve berbat politik dil. Bir yanımızda da su, resmen çirkefe döndüğü halde, bu su ile yıkandıkça kirlendiği halde, hep aynı tas ile yıkanma ısrarı. Ve ansızın ortaya çıkıp ansızın geri çekilerek kendini unutturan ama her vesile ile nükseden bir ağrı: Bıçak kemiğe dayandı ağrısıdır, bu.”
* * *
Tam da şair kıvamında anlattı, Faize. (Özdemirciler)
Ortak sırrımız şu: Bıçak uzun senedir o kemiğin üzerinde duruyor.
Kımıldanınız mı böğrünüze batıyor.
* * *
Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin iletişiminde bir yanda “aşk” var, beri yanda “isyan.”
En fazla da “çıkar.”
İlişkinin “hastalıklı” olduğu kabul etmeyince çözüm de üretilemiyor.
“Sahip” edasındaki tavırlar, “biat” beklentisi, “talimatla yönetme” alışkanlığı iki ülke arasındaki politik garabeti körüklüyor.
Ve bir toplum “seçtiklerinin kendini yönettiğine” dair inancını yitirince, işler daha bir zorlaşıyor.
* * *
“Çirkef”e gelince!
Yolsuzlukları bu kadar çok konuşuyorsak, elbette, burada değişen siyasi iradenin de hakkını vermemiz gerekiyor.
Peki ama ne kadar sabırlıyız?
Çünkü “çirkef”e alıştığımız ve hatta bu “çirkefli suda yıkanmayı” sevdiğimiz de ayrı bir gerçektir.
Velhasıl bazen “toplum”a da ayna tutmak şart oluyor.
* * *
En basit bir örnek:
Kolej sınavlarını iptal edenlere sahip çıkmıyor; gün gele bu sınavların yarattığı zulüm ve eğitim tüccarlığına isyan ediyoruz.
* * *
Öyle bir yere sürükleniyoruz ki, çekmecede parayı gören cebe atıyor.
Yabancılaştıkça kirleniyor, kuşatıldıkça çürüyoruz.
Ortalık “yurtsuzluk” kokuyor.
Geleceği görmedikçe, bugünden çalıyoruz.
Bıçak kemikte kaynıyor!