Simge Çerkezoğlu
Türk sinemasının önemli yapımcı ve yönetmenlerinden birisi Biket İlhan… Mavi Gözlü Dev, Kayıkçı, Yarım Kalan Mucize, Ayın Karanlık Yüzü gibi derdi olan, söyleyecek sözü bulunan filmlerin yönetmeni… Çok güzel bir kadın olmasına rağmen, “hayatım boyunca güzelliğimle ön plana çıkmak istemedim” diyecek kadar samimi konuşan sanatçı, genç yaşında Atilla İlhan’la evlenerek, sinemaya da ondan aldığı feyzle başladığını anlatıyor… Sinemayla geçen bir ömrün ardından, dünü, bugünü ve Türk sinemasının durumunu konuştuğumuz sohbetimizde elbette Atilla İlhan’ı da andık. Önümüzdeki günlerde OE Production tarafından Kıbrıs’ta gerçekleşecek yönetmenlik kursu için duyduğu heyecanı da bizimle paylaşan sanatçı, bilgilerini gençlerle paylaşmanın heyecanını yaşıyor.
“BİR KEZ BU TOZU YUTTUN, BU İŞTEN BİR DAHA VAZ GEÇEMEZSİN”
Atilla İlhan’ı her ne kadar çoğumuz şair kimliğiyle tanıyor olsak da, Türk sinemasına yenilikler getiren önemli bir senarist ve sinema eleştirmeni olduğu konusunda hakkını teslim etmek gerekiyor. Paris’te Filmoloji okuyan sanatçı, Yeşilçam’a yeni bir soluk getirmek için kendi döneminde çok çalıştı. Kırklı yaşlarında genç bir kız olan Biket İlhan’la tanışarak, Türk sinemasına önemli bir de yönetmen kazandırdı. Biket İlhan’ı o yıllarda hem kendine hem de sinemaya bağladı.
“Üniversitede İngilizce öğretmenliği eğitimi almıştım. İzmir ve Ankara’da öğretmenlik yapıyordum. Daha sonra İstanbul’a taşındık. Bu arada Atilla ile evlendik. Çevremde hep sinemacılar vardı. Atilla, Çolpan İlhan gibi. Aklımda sinemaya dair bir fikir yoktu ama Çolpan bir gün bana neden oyuncu olmuyorsun dedi. Ben hiç öyle iş yapamam dedim. Fakat dostumuz Selim İleri 1980 yılında yazdığı bir senaryoya Fevzi Tuna yönetmenliğinde bir film çekiyordu, benden de ekipte yer almamı istedi. Seni Kalbime Gömdüm isimli bu filmde, Türkan Şoray, Cihan Ünal, Çolpan İlhan, Müşvik Kenter gibi çok değerli oyuncular bir aradaydı. Bana bu film işi öyle bir kerelik gibi gelmişti, böylece filmi hep birlikte tamamladık. Türkan Hanım filmin ardından, bundan sonra ne yapacaksın diye sordu, ben de herhalde sinemada bir şey yapmam, bu bir tesadüftü dedim. Ama onun bana söylediğini hiç unutamam; sen bir kez bu tozu yuttun, bu işten bir daha vaz geçemezsin demişti. Haklıydı. Böylece bu günlere kadar geldim.”
“İLK FİLMİM KAYIKÇI’DA BİR TÜRK- RUM HİKÂYESİ İŞLEDİM”
Bugüne kadar ondan fazla filmde yönetmenlik yapan, bunun yanında ortak yönetmen ve yardımcı yönetmen olarak yer aldığı pek çok filmi bulunan Biket İlhan’nın tüm filmlerinin aslında bir kaygısı var. Hayata, insana ve Türkiye’ye dair ciddi dertleri var…
“Tabii ki derdim var, derdi olmayan biri zaten yönetmen olamaz. Hatta çok derdim var ama bunların hepsi güzel dertler. Söyleyecek sözüm elbette var. Hayatım boyunca barıştan, sevgiden yana oldum. İlk filmim Kayıkçı mesela benim için çok özeldir. Ben İzmirliyim. Yazları Çeşmeye giderdik, karşı kıyıya bakar ışıkları görür, dedeme derdim ki burnumuzun dibinde olan Yunanlılarla neden düşmanız. O da bu savaş zamanındaydı, kimseye düşman değiliz derdi. Ayrıca bu düşmanlığı, bu duyguyu siz genç nesiller bitireceksiniz diye bana telkinde bulunurdu. Dedem İstiklal savaşında Yunanlılara karşı savaşmıştı ama buna rağmen bana bu anlattıkları, beni çok etkilemişti. Böylece ilk filmim Kayıkçı’da bir Türk, Rum hikâyesi işledim. Sakız Adası ve Çeşme’de geçen bir hikâyedir bu. Aslında Türk ve Rumların ne kadar çok benzediğini, karşılıklı ne kadar sevgi dolu insanlar olduğumuzu anlatmaya çalıştım. Savaşlar siyasidir. İnsanların hayatına bu karıştırılmamalıdır. Ben tüm insanların dostluğundan yanayım. Yönetmenliğe böyle bir filmle başladım. Zaman içinde yaptığım tüm filmlerimde de yakın geçmişte yaşanan tarihi olayları, önemli kişileri perdeye aktardım. Mavi Gözlü Dev filminde Nazım Hikmet’i, çok değerli insanı anlattım. Düşünün kimse ona dair bir film çekmemişti. Nasıl olur anlamadım. Daha da çok çekilebilir de. Ben sadece o filmde şairin belli bir dönemini anlattım. Öyle bir insanın yaşamı tek filme sığmaz zaten. Yarım Kalan Mucize filmim de Türkiye’nin çok önemli bir gerçeğini, köy enstitülerini anlattı. Genel olarak bir şeylerden etkileniyor, daha sonra da onun filmini çekmeye başlıyorum. Son zamanlarda gazeteci- yazar Suat Derviş beni çok etkiliyor. Osman Balcıoğlu’nun onunla ilgili yazdığı bir eseri var. İpek Sabahlık, şu an onu okuyorum. Orada bir ifade var, diyor ki; hayata ağzında altın kaşıkla başladı, ama ölürken yoksulluk içindeydi. Buna rağmen üzerinde saraylı annesinin ipek sabahlığı örtülüydü. Bu cümleden yola çıkarak bir film yapmak istiyorum. Yönetmenlik böyle bir şey işte, bir cümleden bir film yapıyorsunuz. Bir şeylerden etkileniyorsunuz. Zaten Suat Derviş’in hayatında çok tarihi olaylar da var. Belki şimdiki gençler onu bilmez ama Fosforlu Cevriye diye çok yakından bildiğimiz eserin de yazarıdır. Çok önemli işler yapan, çok önemli kitaplar kaleme alan, değerli bir yazardır.”
“YAPTIĞIMIZ FİLMLER ELLİ YIL SONRA HATIRLANACAK”
Dile kolay yaklaşık otuz sekiz yıldan bu yana, dertlerini toplumla sinema aracılığıyla paylaşan sanatçı, Türk izleyicisinin onu ne kadar anladığını, dertlerini ne denli paylaştığını içtenlikle anlatıyor.
“Türk seyircisini görüyoruz; daha olumlu yöne gideceklerine daha kötüye gidiyor. Çok kolaycı halk olmaya başladık. Her şeyin kolayını arıyoruz. Hep popüler filmler yapılıyor. Elbette bu filmler de olacak ama derdi olan, bir şey anlatmaya çalışan, içinde tarihi bilgi de bulunan filmleri de merak etmek lazım. Oysa buna çok kısıtlı bir zümre ilgi gösteriyor, izliyor. Ben elbette bunu çok dert etmiyorum. Bazı filmleri böyle üç, beş milyon kişi izlese de bir daha hatırlanmıyor. Unutuluyor, bitiyor. Bir daha kimse hatırlamıyor. Ama bizim bahsettiğimiz, yaptığımız filmler elli yıl sonra olsa da hatırlanacak, konuşulacak, bir amaçla gösterilecek yapımlar oluyor. Ömrü uzun oluyor.”
Geçmişten bugüne Türk sinema sektörüne ilişkin değerlendirmelerde de bulunan sanatçı, Türk sinemasının geleceğinden, yeni nesilden çok umutlu…
“Türk sineması çok değişti. Çok güzel de bir yere geldi. Yeşilçam da çok özel bir sinemaydı. Her ne kadar da Hollywood sinemasına öykünen bir sinema da olsa çok özgün eserler de yapıldı. Lütfü Akad, Metin Erksan, Yılmaz Güney filmleri gibi çok değerli filmler var. 1960’lı yıllar onların altın çağıydı. Daha sonra tabii Türk sineması krize girdi. Şarkıcı, türkücü, seks filmleri furyası yaşandı. Birçok oyuncu da kendini Yeşilçam’dan çekti. Tabii o yıllarda televizyon yayınları da başladı. Tüm bunların etkisiyle uzun yıllar kriz yaşandı. Daha sonra farklı yönetmenler ortaya çıktı. Farklı dertleri olan, buhran filmleri yapıldı. Seyirci buna da sıcak bakmadı. Derken birçok yönetmen kendiyle yüzleşip, yeni tarz arayışına girdi. Bugünse çok yeni bir nesil var sinemada. Onlar çok farklı, çok iyi filmler yapıyor. Artık dünya sinemasında Türkiye sinemasının da bir yeri var. Bu çok önemli, çok iyi filmler yapılıyor. Sinemamızın geleceğinden çok umutluyum.”
“BANA ATİLLA İLHAN OLDUĞUM İÇİN GELMEYEN TEK KADIN SENSİN, DERDİ”
Elbette Biket İlhan’la görüşüp de Atilla İlhan’ı daha detaylı konuşmadan sohbetimizi bitirmek olmazdı. Henüz yirmili yaşlarında genç bir kızken Atilla İlhan’la tanışan, yirmi yıla yakın aşkla geçen bir birliktelik yaşayan, sevgiyle yollarını ayıran ama dostlukları hep baki kalan bir çiftti onlar… Hiç unutulmadılar, hep gıptayla anıldılar.
“Ben onunla Atilla İlhan olduğu için değil Atilla olduğu için beraber oldum. Bu çok farklı bir bakış açısıdır. Hatta ben onun ne denli önemli birisi olduğunu da zamanla yaşayarak, dışarıdan gördüklerimle öğrendim. Benim için hep çok değerlidir. Onun yanında büyüdüm. Yirmili yaşlarımda tanıştık. Kırk kusur yaşıma kadar da birlikte olduk. Çocuk sahibi olmayı arzu ettiğim için ayrılma kararı aldık ama dostluğumuz hep sürdü. Her zaman işbirliğimiz oldu. Birbirimizden hiç vaz geçmedik. Elbette ondan çok etkilendim. Atilla İlhan çok özel biri, ama ben hep Atilla’nın eşi olarak yaşadım. Atilla İlhan’nın değil… O da bana öyle davrandı. Hep derdi ki; ‘bana Atilla İlhan olduğum için gelmeyen tek kadın sensin.’ Bundan da çok mutlu olurdu. Kimse beni kızlık soyadımla kabullenemedi. Bu ad bana kaldı. Devam etti. O da soyadımı taşımandan onur duyarım dedi. Bu da güzel bir anıydı.”
“GENÇLERE BİR YOL AÇMAK, BENİM İÇİN KEYİFLİ ”
OE Production’nın yönetmenlik atölyesi için önümüzdeki günlerde sıklıkla Kıbrıs’ta olacağını açıklayan sanatçı 1 Şubat’a kadar kayıtları devam eden bu kursta baştan sona bir filme nasıl yönetmenlik yapılacağını, pratikle genç sinemacılara anlatacak…
“A dan Z’ye bir filmde yönetmenlik yapmaya nasıl başlarsın, nasıl filme dönüştürürsün, dünya sineması, Türk sineması tüm bu konuları ele alacağız. Elbette üniversitede bunun eğitimi veriliyor ama çok teorik kalıyor. Bizim amacımız uygulamalı, çekerek öğretmek. Oyunculuk kursuna da misafir olarak katıldım. Bir öğretmen bir oyuncuyu nasıl yönetir, oyuncudan neler bekler bu konuları da genç adaylara kısaca anlattım. Gençler çok hevesli ama bu önemli hevesleri için çok donanımlı olmaları gerekiyor. Okumak, izlemek her şeyi gözlemlemek önemli… Daha fazla kitap okumalılar, bizler de onlara faydalı olmaya, deneyimlerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Faydalı olacağına inanıyorum. Hayat böyle renkleniyor, böyle güzelleşiyor. Gençlere bir yol açmak, benim için keyifli. ”