Güler yüzlü bir garson. Gözleri çekik… İsmi Sultan. “Nerelisin” diyoruz… Türkmen! İstanbul’da turizm okuyor, yazları Kıbrıs’a gelerek çalışıyor.
Ama görseniz, işini nasıl güler yüzle, severek, ilgiyle yapıyor.
“Keşke” diyorum, “Bu ülkede herkes bu kadar mutlu olsa, çalışırken… Bu kadar güler yüzlü...”
Mesele ne iş yaptığınız, kaç para kazandığınız, neler elde ettiğiniz değil sadece…
Sevmek!
İşini sevmek ve insanları…
- Niye İstanbul’da okuyor, Kıbrıs’ta çalışıyorsun?
- Orada çalışsam eğer en fazla bin iki yüz lira falan verecekler. Burada, iki bin iki yüz lira maaş var, bahşişlerle üç bine yakın. Bir de kalacak yer var. Ayrıca deniz, güzel bir ülke, insanlar…
Demek ki halen, Türkiye’ye kıyasla Kıbrıs’ta çalışmak çok daha avantajlı…
Bilene, anlayana elbette…
Ve biraz da gözü, gönlü doyana...
Nereye gitti bu insanlar?
Eniştem 90’ı devirdi, bildim bileli ne cuma namazını kaçırdı, ne bayram... Ama namazdan sonra da geldi, evlatları ve damatlarıyla içki sofrasına oturdu.
Kimselerin ne inancını sorguladı, ne de kendi tercihlerini başkasına dayattı...
Böyledir işte bizim sevdamız...
Herkes inancını vicdanında yaşar.
Bunun bir “gösteri dünyası”na dönüştüğü zamanlar yenile başladı.
...
- “Bayram namazı nasıldı, kalabalık oldu mu?”
- “Çok kalabalık.”
- “Demek ki ilgi var.”
- “Çok kabalık ama tek Kıbrıslı bendim. Eskiden de erken giderdim, kimi arkadaşları görürdüm, şimdi tanıdık tek kimse yok...”
Teyzem söze giriyor bu sırada...
- “Evin önünde avluda otururum. Sokaktan geçen tek kişiyi tanımam. Bir tek tanıdık geçmez mi? Nereye gitti bizim bu insanlar, nereye kayboldular, nasıl kaybolduk memleketin içinde... Biri geçerdi kahveye buyur ederdik, yanaşır kapı dibinde laflardık. Geçmez, tek bir tanıdık geçmez...”
* * *
Ne zaman bunları yazsak, kimileri “ayrımcılık” yaptığımızı söyler.
Oysa bunlar samimi şaşkınlıklardır.
Yoksa, Kıbrıslı insanı, bir başkasını “düşman” hissettiği için söylemiyor bunları.
Bu “yalnızlaşma” hissi nedense ciddiye alınmadı.
Anlaşılmadı.
Ve bu his pek çok pespayeliğin de kaynağı oldu....
Umutsuzluğa dönüştü, günü yaşamaya evrildi, bencilliğe yürüdü.
Evet, “masum değiliz hiçbirimiz...”
Ama daha yalnızız...
* * *
Bayram sohbetimiz de bu oldu!
Yaşlılar eskileri anlattı.
Yenilerin anlatacak pek bir şeyi yoktu...
Kaçın!
Girne’de deniz yanında bir balıkçı restoranı...
Ama olabildiğince ağır bir karanlık! Dalgaların sesi gelse de ne denizi görüyorsunuz, ne kıyıları.
- “Niye ışıklandırma yok, bu kadar güzel bir manzara...”
Işık olsa biraz, tadında.
İşte o zaman bu eşsiz manzara gerçek kıymetini bulacak.
Yoksa denizin yanında olmakla, dağ başı arasında fark kalmıyor.
“Işıklandırma vardı” diyor, sohbet ettiğimiz görevli... “Tam karşıdaki mağara parlıyor, denize ışıklar yansıyordu..”
- “Ne oldu?”
- “Böyle olunca kimse kaçmak istemiyor. Gelen oturuyor, sabaha kadar kalıyor. İş bitmiyor. Patron ışıkları kapattı...”
...
Eğer sebep buysa...
Denizin ortasında çöl gibi... Bu nasıl bir akılsa...
Yarım inşaatlar! Ve heba edilen kaynaklar
Bayram gezmemizi Arapköy’e yaptık. BRT ekranlarından bir süredir ayrı kalan sevgili Damla, bizleri “kırık ayağı” ile misafir etti.
Ada yarısının en güzel güzergahı, eski Girne yoludur aslında...
Asfaltındaki onca tehlikeye ve çok acı trafik kazalarına rağmen, bu yol doğayla iç içe ve olabildiğince yeşildir. Çam ve servi ağaçları arasında ilerler, deniz manzarası ile yıkanırsınız..
Şimdi yeni bir yol projesi var.
Elbette “gelişim” önemli.
Eğer çevre dostu olursa.
Doğanın ırzına geçilmezse!
Umarım, bu yola dair yeni proje uygulanırken, ağaçları ve dağ
eteklerindeki doğal yaşamı feda etmeyiz!
Dağları ettik zaten!
Ve umarım bir vesile, bu güzel yolu kirleten tüm devasa tabelaları da söker, atarız.
...
Arapköy’de vadi içerisinde yüzlerce yarım inşaat var.
Hani meşhur Garry Rob faciası!
Dört yüze yakın İngiliz’i dolandırmıştı.
Ve şimdi “Kıbrıslı Rumların mallarını yağmalamaktan” cezaevinde!
Elbette ne yağma durdu, ne de bu yarım inşaatlara dokunan oldu.
Ülkenin her yerinde yarım inşaatlar var. Çok sayıda da parasını kaptırmış, emeği iç edilmiş insan...
Ne yarım inşaatını geri alabilmiş ne parasını!
Peki devlet var mı?
Bu sorunun yanıtını biliyorsunuz zaten!
...
İnşaat Taşeronları Birliği bir süre önce ülkenin yıllık konut ihtiyacının 800 olduğunu açıklamıştı.
Son üç senede 7 binin üzerinde konut yapıldı!
Ve Annan Planı dönemindeki plansızlıktan ders de almadık.
Onca yarım inşaat çürümeye terk edilmiş. Hem de “kaynakları kıt” bu ülkede...
Kimin umurunda...
haftanın notcukları
- "Bu ruhsal kirlilik, bu çürüme başka türlü bir hadise" diye yazmış
Kanat Akkaya... Ah bilmez miyiz...
- Maliye “futbolda vergi”yi gündeme getirince, kulüp başkanları “dilenciliğin vergisi olmaz” demiş!
Öyle de transfer ücretleri pek bunu söylemiyor!
- Geçmişte Lefke, Değirmenlik, Lefkoşa örnekleri var. Şimdi sırada Mağusa!
Yerel Yönetim’lerde UBP-DP’nin “fıtratında” var... “Batırmak” gibi bir şey!
- Gençler, şu “popaz benzeri sakallar” nereden çıktı yani?
Başlarım böyle modaya!
"Göğe merdiven kurup,
Arayacağım yeniden.
Mutlu düşler ülkesini..."
Behçet Aysan