BİLGE BİR CESARET

Neşe Yaşın


Hani hayatımızda zincirleme tatsızlıklar olur ya, ters giden bir şeyi başka şeyler takip eder, bunun nedeninin birinci aksiliğin yarattığı stresle vücudumuzun ürettiği toksinin beyni bulandırması olduğu gibi bir şey okumuştum bir yerlerde. Her neyse, elektronik aletler bile hissediyor olmalı bunu. Bir sinirle fotokopi makinesinin başına geçtiğinde mesela, hop “paper jam” işareti. Sonra ofisten çıkarken bin bir zahmetle çektiğin o fotokopileri unutabilir, ardından telaşla geriye dönerken ayağın burkarsın, bu arada anahtarını bulamazsın ve zincire yeni aksilikler eklenmeye devam eder. 
İnsan denen varlığın hassas dengeleri, vücutlarımız ve ruhlarımız hakkında ne çok düşünüyoruz bu sıralar. Kendimize ve birbirimize özen göstermek üzerine hassasiyet hiç bu kadar güçlü olmamıştı sanki. Pandeminin yarattığı şokla yeni bir döneme geçildi. Bu kolektif depresyon halinin kurbanı olmak ya da yaşanılan krizin verdiği derslerle ileriye doğru bir sıçrama yapmak. Seçim bu ikisi arasında sanki. Dünyaya verdiğimiz tahribattan geriye dönebilir miyiz peki? Bence yaratıcı düşünce her şeye bir çözüm bulabilir. Sorun çözümsüzlüklerden nemalananların iktidarda olması.
Gelecek kaygısı insanın bugünü yitirmesine neden olan bir kaygı, o yüzden güvenceli bir geleceğin garantisi önemli. Bunun ne kadar hassas bir denge olduğunu daha da güçlü algılıyoruz şimdilerde. Bazı insanlar gelecek kaygısı yüzünden bugünü heba ederken o güvenceli geleceğe de ulaşamıyorlar ne yazık ki. Oysa elimizde olan en gerçek şey bugün ve bu an. Hatta bir dakika, bir saat sonra başımıza ne geleceğini bile bilmiyoruz.
Ne yapmalı? Bu soruyu hep soruyorum kendime. Beynime o toksinin gittiği, aksiliklerin birbirini izlediği dönemleri anımsıyorum sonra. Buna izin vermemek, sakin kalmak yapılabilecek en doğru şey sanki. Ama robot değiliz ki, birileri dengemizi bozuveriyor işte.
Bir süredir uyguladığım bir şey var. Ne olursa olsun şiir okumak, bazen çevirmek, keyifle bir kahve içmeye çalışmak her sabah. Bazen mümkün olmuyor tabii.” Avaracımın?” derler Kıbrıs’ta. Yani, işin gücün yok mu? Bu dediğimi yapmak için sabah erken kalkmak ve bir süreyi buna ayırmak yeterli yalnızca. Bazen yatak seni bırakmıyor tabii…
Çağın bir diğer meselesi ise beden takıntısı. Dert edilen fiziksel görüntü, kilolar, yaşlanma belirtileri vs. Oysa bize sunulan güzellik algısı son derece yapay. Bir insanı çok sevdiğin zaman sadece bir ruh görüyorsun orada. Cinsel çekim ise bir başka konu. Aynı insana bir süre önce hissettiğin cinsel çekim bir süre sonra yok olabilir. Bu ondaki fiziksel değişimle ilgili olabilir bir miktar ama çoğu zaman da ruhsal bir durumdur. Arzunun fenomenolojisi ile ilgili bir durum. Bunun için yas tutmak yerine bir doğallık içinde kabul etmek en doğrusu.
Ne çok acı çektiriyoruz birbirimize. Ne zaman bizi bırakıp gideceklerini bilmediğimiz yakınlarımıza ne çok eziyet ediyoruz. Belki biz bırakıp gideceğiz onlardan önce. Bir başka bakış açısına geçmek o kadar zor mu? 
Bazen en kolay olan en zordur biliyorum bunu. Hayat son derece çetrefil. Elimizde olanın, potansiyel gücümüzün farkında olmak önemli olan.
Durup düşünmeli bazen neden vücudumun bu toksini üretmesine, başkalarının kötücül davranışları ve kararlarının beni yönetmesine izin veriyorum diye.
İnsan ne çok düşünme üretmiş çağlar boyunca. Bazen bir kitapta bir cümle okur ve büyük bir aydınlanma yaşarsın.
Kimileri diyebilir ki hayat üzerine, insan üzerine bu kadar düşünmek, bu kadar felsefi didikleme de yorucu; önüne ne gelirse yaşa gitsin.
Gençlik böyle bir dönemdir işte; çukurlara düşer, sonra çıkıp devam edersin yoluna. Geleceğin uzun olduğunu düşünürsün çünkü. 
En büyük cesaret cesareti ele geçirip onu kontrol etmektir belki de. Bilge bir cesaretten söz edebiliriz belki. 
Başkalarını ne kadar dikkate alır, onlara ne kadar özen gösterirsek aynı özen bize de döner mi? Çoğu zaman hayır. Çünkü narsisler ve empatların bir didişme alanı halinde dünya.
En doğrusu başkalarının bizi üzmelerine izin vermemek, bunu içimize atmak yerine bir mesele haline getirmek belki de. Ben bunu pek başaramayanlardanım ama bir gün başarırım belki, kim bilir? Ya siz?