Simge Çerkezoğlu
Bir köyün tarihini tüm detaylarıyla anlatan bir kitabın benim ilgimi çekebileceğini doğrusu düşünemezdim. Oysa Dr. Bilgin Ergene’nin Bir Köyün Anatomisi Cihangir-Abohor kitabını okudukça başka bir Kıbrıs’ta buldum kendimi. Bugün köylerimizden geriye hiçbir şey kalmazken, ben memlekette nasıl memleket hasreti çektiğimi anladım. Ergene’ye de bu kitabı yazdıran, benzer duygular, kırk yıldır memleket hasretiyle sürdürdüğü yaşamıydı. O, yıllara yayılan memleket hasretini iki kitaba bölerek bizimle paylaşıyordu. Bir yandan çocukluğunun geçtiği köyü Abohor’u tüm detaylarıyla anlatıyor, öte yandan Kıbrıs kültürünün ne denli değişime uğratıldığını gözler önüne seriyordu…
“KIBRIS’TAN KOPAMAMAK BANA BU KİTAPLARI YAZDIRDI”
Bilgin Ergene uzun zamandır hayatını Türkiye’de sürdüren, bir Kıbrıs tutkunu… Mesleği doktorluk olan Ergene’nin yazarlığa soyunma hikâyesi de aslında Kıbrıs’a olan düşkünlüğüne dayanıyor. Kıbrıs’ı her daim içinde yaşatıyor oluşu, babasına olan sevgisi, tanık olduğu olaylar ona bu kitapları yazdırıyor.
“Doğma, büyüme Kıbrıslı, Abohorlu’yum. İlkokulu köyde, liseyi ise Lefkoşa’da okudum. Daha sonra tıp eğitimi için Bursa’ya gittim. Yaklaşık kırk yıldır Türkiye’de yaşıyorum. Otuz iki yıldır da Konya’da doktorluk yapıyorum. Kıbrıs’a geri dönme imkânı hiç bulamadım. Geri dönmeye her kalkıştığımda iş bulamadım, tüm kapılar adeta yüzüme kapandı. Konya’ya isteyerek yerleşmedim. Kimsenin de isteyerek gittiği bir yer değil bence. Hele de Kıbrıs’a göre yaşantının çok farklı olduğu bir yer. Çalışma hayatı olarak memnun olduğumu söyleyebilirim ancak emekli olduktan sonra Konya’da yaşamayı kesinlikle düşünmüyorum. Kıbrıs’a temelli olarak dönmeyi planlıyorum. Bir Köyün Anatomisi, Cihangir Abohor kitapları benim ilk kitaplarım. Edebiyata çok da ilgim olduğunu söyleyemem. Kendimi yazar olarak da görmüyorum. Sanırım Kıbrıs’tan kopamamak, Kıbrıs’ı hep içimde yaşıyor olmak bana bu kitapları yazdırdı. Köyüm Abohor’u tüm detaylarıyla, tanıklarıyla anlattırdı. ”
“KIBRIS’TA KALMIŞ OLSAYDIM BEN DE FARKLI BİR YERE TAŞINMIŞ OLABİLİRDİM”
Bilgin Ergene her ne kadar yazar değilim dese de, kitabı okuduğumda uzun zamana yayılan planlar sonucunda Abohor’u anlatma fikrinin zihninde biçimlendiğini, derin araştırmalarla kitabın kaleme alındığını anlıyorum.
“Fiili olarak bu kitapları üç yılı aşkın bir sürede yazdım. Elbette zihnimde çok daha önceden bu fikir vardı. Hatta henüz liseye giderken annem köyde anlatılan hikâyelerin sözü geçtikçe çocuklar bunları bir kenara yazın ileride lazım olacak diye öğütler verirdi. Şimdi düşünüyorum da keşke o andan yazmaya başlamış olsaydım. Böylece Abohor’un çok daha uzak geçmişini anlatabilecektim. Köyümü çok severek büyüdüm, sanırım bu kitabı yazmamdaki en büyük etken bu. Belki de Kıbrıs’ta kalmış olsaydım bu kitabı hiç yazmayacaktım, hatta ben de köylülerimin pek çoğu gibi farklı bir yere taşınmış bile olabilirdim. Bilemiyorum. Sanırım aradaki onca yılı köyümden, ülkemden uzak geçirmem bana bunları yazdırdı.”
“BABAM TMT İÇİN ÇOK FEDAKÂRLIK YAPTI BUNA KARŞILIK BİR KENARA İTİLDİ”
Kıbrıs’tan uzak düşmesi yanında köyünü bu denli seviyor olmasının bir diğer nedeni de sanırım babası… Köyün muhtarı da olan Osman Hasan, köylünün deyimiyle Mükdar Osman’ın hikâyesini, Bilgin Ergene bizim için anlatıyor.
“Babam çok zor yıllarda yaşamış, zor yıllarda muhtarlık yapmıştı. İngiliz döneminin son yılları, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşayıp, 1963,1974’ü görüp, TMT’li yıllar geçirip mücahitlik yapmış birisiydi. En zor yılları tabii ki TMT’li yıllardı. Babamın 1950’li yıllarda hem bir otobüsü hem de bir arabası vardı. Ancak tüm bunları TMT için harcadı. Çok çalıştı. Tabii sadece babam değil, tüm ailemiz TMT için çalıştı. Babamın köyü için yaptığı fedakârlıklar, elbette benim köye olan bağlılığımı güçlendirdi. Kitapları yazmamda etkili oldu. Babam ve babam gibi bu köyü için mücadele eden nice insanlar tüm bu fedakârlıklarına karşılık bir kenara itildiler. Önemsenmediler. Ben biraz da kitapları onlara atfettim. Elbette babam beklentisi olmaksızın vatanı için çalıştı. Ama hatırlanmayı hep bekledi. Ömrünün son günlerinde dahi, bugün aynı durum olsa, aynı fedakârlıkları yine yapardım diyerek aramızdan ayrıldı.”
“ABOHOR KÖYÜMÜZÜN OSMANLI ZAMANINDAN BU YANA KULLANILAN İSMİDİR”
Kitapta detayları ile Abohor isminin kökenini de anlatan Ergene, milliyetçilik akımıyla, diğer köy isimleriyle birlikte, aslında Osmanlı zamanından kalan bir ismin nasıl değişime uğradığını bizimle paylaşıyor.
“Epico, Epikho, Epicho, Abohor, Cihangir. Kayıtlara göre köyün tarih boyunca aldığı isimler bunlardır. Epico ismi Kıbrıs tarihindeki en eski isimlerden biridir. 1573 yılına ait Venediklilerin hazırladığı Kıbrıs haritasında bunu görüyoruz. İngiliz idaresi döneminde bu isim Epikho, Abohor olarak kullanıldı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki yapraklı ilk kimliklerinde Epikho ismi kullanılmıştı. Abohor ise Osmanlı döneminden bu yana köyümüz için kullanılan bir isimdir. Ab; su; hor ise değersiz anlamına gelmektedir. Bu isimle birlikte eskiden köyümüzde acı bir su olduğu büyüklerimiz tarafından anlatılan hikâyeler arasında yer alır. Milliyetçiliğin ön plana çıktığı 1950’li yıllarda köylerin ismi değişmeye, Türkçe olmaya başlamıştı. 1958 yılında köy meydanında yapılan bir toplantıda dünyaya egemen olan anlamına gelen Cihangir ismi köyümüze verildi. Aslında bu yanlış bir karardı. Abohor ismi köyümüzün Osmanlı adıydı. Değiştirilmesi anlamsızdı.”
“TÜRK KÖYÜ OLAN ABOHOR’DA YAŞAMINI SÜRDÜREN İKİ RUM”
Abohor’a dair tüm bilgilerin bir arada bulunabileceği, köy edebiyatını yazılı hale getiren bu kitaplar, aynı zamanda, geçtiğimiz yıllar içerisinde Kıbrıs kültürünün ne denli değiştiğinin de birer ispatı niteliğinde… Tamamen bir Türk köyü olan Abohor’da yaşamını sürdüren iki Rum’un hikâyesi de kitaptaki ilginç detaylar arasında…
“Kitapta yazdığım, paylaştığım olayların pek çoğu kendi gözlemlerimin sonucunda kaleme aldığım olaylardır. Aslında sözlü tarih çalışması yaptığımı söyleyebilirim. Bunun yanında Abohor’a dair tüm detaylar tarihi, coğrafi, sosyal yaşam, hikâyeler, köylüler… Tüm bu detayları kitapta topladım. Köyümüz bir Türk köyü olmakla birlikte, bizimle birlikte yaşayan birkaç Rum da vardı. Hiçbir zaman da sorun yaşamadık.1955’li yıllarda İngiliz hükümeti bölgeden okumuş kız istemiş. Ancak o zamanlar Osmanlı alışkanlığıyla kızlar okutulmuyor. Hatta nüfus sayımı yapılırken kızlar sayılmıyor bile. Bu şartlarda Ebe Hodu köyümüze yerleşen, simge isimlerden biri olmuş. Düzova-Eksomedoşlu Hodu, ilkokuldan sonra ebe olarak yetiştirilen birisiydi. Bisikletiyle dolaşır, Abohor çevresindeki tüm kadınları o doğurturdu. Beni tüm abilerimi, bizim neslin tamamını o doğurttu diyebilirim. Onu ben de hatırlıyorum ve ona çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Hiç Türk Rum ayrımı yapmadan her zaman çok çalıştı. 1963 olaylarının ardından İngiltere’ye göç etti. Göç ettikten sonra da hatıralarını kaleme alarak yaşadıklarını hep anlattı. Aradan yıllar geçmesine rağmen zaman zaman İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Türklerle anneme, babama selam bile göndermişti. Bir de doktor Golitsi vardı. O da aynı şekilde sağlığımız için çok çalıştı. Golitsi aslında Değirmenlik köyünde yaşardı. Hali vakti yerindeydi. Klasik bir arabası vardı. Her akşamüzeri saat 5’de bizim köyün yolundan geçerdi. Biz de arabanın peşinde koşardık. Camdan elini çıkarır bize beşlik verirdi. Biz de selam çakarak onu uğurlardık.”
“KİMLİKSİZLİK İÇİNDE YAŞADIĞIMIZI DÜŞÜNÜYORUM”
Kitabın sonlarına doğru ‘Kimliğini arayan Kıbrıslılar’ diye bir bölüme yer veren Ergene, Kıbrıslıların kimliğini bulamadığından yakınıyor… Nedenini sorunca da ilginç bir benzetme yaparak, sence bulduk mu diyor… Böylece gülüyoruz, ağlanacak halimize…
“Cebimde dört kimlik, beş pasaportum var. Nereye giderken neyi kullanacağımı şaşırıyorum. Bir tek kimliğimiz yok. Birçok kimlikle, kimliksizlik içinde yaşadığımızı düşünüyorum. Köyüm bile artık çok değişti. Geçmişten iz kalmadı. Biraz da elli yıl sonra Kıbrıs’ın yaşanan bu halinin hatırlanmasını istediğim için, köyün sosyal yaşamına, ailelerine, icra edilen tüm mesleklere yer verdiğim bu kitapları yazdım. Bahsi geçen mesleklerden de geriye bir şey kalmadı, köyün kendine özgü mimarisinden de… Son destebanımız hala sağ ama tabii böyle bir meslek yapılmıyor. Tarım bile azaldı. Çiftçilerin çoğu Lefkoşa’da memurluk yapıyor. Çocuk oyunlarımız bile kalmadı. Tüm bunlar insanı hüzünlendiriyor.”