Şevki Kıralp
sevkikiralp@gmail.com
Milliyetçilik konusuna akademik ya da teorik boyutlarıyla ilgi duyan herkesin yolu mutlaka Benedict Anderson ve ‘hayali cemiyetler’ kuramı ile kesişmektedir. Çünkü Anderson milliyetçiliğin ne zaman, hangi koşullarda ve ne amaçla ortaya çıkarıldığını kuramsallaştıran bilim insanlarındandır. Geçtiğimiz günlerde, 79 yaşında hayata gözlerini yumdu. Geride, pek çok doktora tezine, akademik makaleye ve kitaba katkıda bulunan ‘hayali cemiyetler’ kuramını bıraktı.
Benedict Anderson İrlandalı bir babanın, İngiliz bir annenin oğlu olarak 1936 yılında Çin’de doğmuştu. Ailesinin baba tarafındaki akrabaları arasında İrlanda milliyetçiliğini benimseyen insanlar vardı. Çin-Japonya savaşı sırasında ailesiyle birlikte Amerika’ya göç etti. Cambridge üniversitesindeki tahsiline devam ederken Süveyş Krizi yaşanmış, Anderson İngiltere’nin Süveyş kanalını Mısır’ın milli kaynağı haline getirerek yabancı gemilerden vergi talep eden Nasır rejimine karşı askeri güç kullanmasından rahatsız olmuştu. Bu da kendisini anti-Emperyalist bir Marksizm’e dayalı dünya görüşünü benimsemeye itmişti (Heer 2015).
Tekrar Amerika’ya döndüğü zaman Cornell Üniversitesi’nde 29 yaşındayken doktorasını tamamladı. Doktora sonrasındaki çalışmaları Endonezya üzerine yoğunlaşmıştı. Fakat Endonezya hükümeti ‘casus’ olduğu varsayımı nedeniyle kendisini sınır dışı etmiş ve ülkeye girmesini yasaklamıştı (Heer 2015). 1980’li ve 90’lı yıllarda milliyetçilik üzerine yoğunlaşan Anderson, 1983 ve 1991 yıllarında ‘hayali cemiyetler’ kuramını açıkladığı, aynı başlıklı kitaplar yazdı. Milletlerin, kendilerini ülkelerinin sınırları içerisinde egemen olarak hayal eden insanlardan oluştuğunu öne sürüyordu. Her milletin üyeleri arasında, kendilerini diğer milletlerden ayıran bağlılık araçları inşa edildiğini savunuyordu.
Milliyetçiliğin sanayi devrimi ve modern topluma geçiş süreçlerinde şekillenmeye başladığını, bunda en önemli rolün yazılı dilleri standartlaştıran ‘matbaa-kapitalizmi’ tarafından oynandığını ortaya koyuyordu. Milliyetçiliği insanların, üyelerinin pek çoğunu hiç görmedikleri, bununla birlikte bir parçası olduklarını ‘hayal ettikleri’ milletler için fedakârlık yapmayı göze almaları olarak tanımlıyordu. Milliyetçilerin millet olarak tanımlanan halk, üzerlerinde yaşadığı ülke ve yöneticilerini seçtiği devletle arasında bir bağlılık kurguladığını öne sürüyordu. Bunu da herkesin anlayabileceği bir dilde, ‘roman örneği’ aracılığıyla açıklıyordu. ABCD isimli dört karakterden oluşan bir romandan bahsediyordu. A, B’nin eşi, C’nin ise sevgilisidir. D ise C’nin sevgilisidir. A ile D’nin yolları hiç kesişmez, birbirlerinden hiç haberdar olmazlar, hatta yolda bile yürürken karşılaşmazlar. Ancak romandaki olay örgüsünde her ikisinin de bir rolü vardır. Eş zamanlı olarak kendi rollerini oynarlar ve yazarlar okuyucuların zihninde böylesi karakterler vasıtasıyla bütün karakterlerin bir şekilde dâhil olduğu ‘hayali’ bir dünya yaratmış olurlar. Yazar milliyetçilik kurgularını verdiği roman örneğine benzetmektedir. Birbirlerini hiç görmeyen yurttaşlar aralarında milliyetçilik vasıtasıyla bir kader birliği ‘hayal etmektedir’ (Anderson 1991, Özkırımlı 2010).
Anderson’a göre, milliyetçilik hayalinin kurgulanmasında medyanın da çok ciddi bir rolü vardır. İnsanlar her gün gazete okurlarken basının kendilerine sundukları olay örgüsünün bütün yurttaşlar tarafından takip edildiğinin bilincindedirler. Bundan dolayı, sınıf farkı gözetmeksizin ulusun üyeleri arasında bir kader homojenliği yaratılmış olur. Okur-yazarlığın artmasının ulus-inşasını kolaylaştırıldığını savunan Anderson, Koloni toplumlarındaki milliyetçi aydınların Sömürgeci gücün tarihi ve kültüründen ilham alarak kendi halklarına birer milliyetçilik kurguladıklarını ortaya koymaktaydı (Anderson 1991).
Akademik camiada, Anderson’a en ağır eleştiriler, Hindistanlı bilim insanı Partha Chatterjee tarafından, 1996 yılında yayınlanan bir çalışmada yöneltilmişti. Chatterjee, ‘kimin hayal edilmiş cemiyeti?” ve ‘sömürgeciler sömürge halklarına hayal edilecek ne bıraktı ki?’ diye soruyordu. Chatterjee’ye göre sömürge halkları milliyetçiliği batıdan öğrenmiş, başkalarını tahakküm altına almayı ve Batı (ya da sömürgeci devlet) ile işbirliği yapmayı medeniyet saymışlardı. Bundan dolayı da, eski sömürge halklarının liderlerinin kendilerine zorla dayatılan emperyalist kültürden esinlenerek milliyetçilik akımları yaratmasından daha doğal bir şey olamazdı. Hindistanlı bilim insanına göre, sömürgecilerin kültür emperyalizmi yerli sömürge halklarında kendi kültürlerini ve kendi dillerini korumaya yönelik bir refleks oluşmasına sebep olmuş, bu refleksler ise zaman içerisinde yüzyıllarca aynı topraklarda yaşayan insanların ‘kültür farkı’ algısıyla birbirlerinden yabancılaşmasına ve aralarında kitlesel şiddet yaşanmasına sebep olmuştu. Chatterjee, sömürgeci devletlerin sömürge halklarını bir tür ‘böl-yönet’ stratejisiyle ayrıştırdığını ve kendilerine ‘hayal edecek bir şey bırakmadığını’ savunarak Anderson’u ve temsil ettiği Modernist yaklaşımı ‘Avrupa merkezci’ olmak ve ‘Batı emperyalizmi ile oryantalizmini görmezden gelmekle’ suçluyordu (Özkırımlı 2010).
Kıbrıs’ta milliyetçilik üzerine araştırma yapan ya da fikir jimnastiğinde bulunan aydınlar olarak Anderson ve Chatterjee’nin yaşadıkları tartışmaya benzer tartışmalar yaşıyoruz. Özellikle kitap tanıtım etkinliklerinde, konferanslarda ve söyleşilerde, Kıbrıs’ta yaşanan savaşın sorumlusunun Türkiye, Yunanistan ve İngiltere mi, yoksa Kıbrıslılar mı olduğu konusunda birbirimizin yaklaşımlarını eleştiriyoruz. Hem Kıbrıs Rum toplumunda, hem Kıbrıs Türk toplumunda, aydın çevrelerin de benimsediği yaygın bir kanı ‘Kıbrıslılar kardeş gibiydi, ama İngiltere, Türkiye ve Yunanistan tarafından birbirlerine düşürüldüler’ şeklindedir. Bu kanıya karşı çıkan diğer yaklaşım ise, ‘bütün suçu dış güçlere yükleyerek kendi sorumluluklarımızı ve bu savaşın temel özneleri olduğumuzu göz ardı etmemiz tarihsel sorumluluğumuzdan kaçış köprüsü haline gelmiştir’ şeklindedir. Bu noktada suçu ve sorumluluğu önce iki toplumda arayanlar tarihe ‘Andersoncu’, dış güçlerde arayanlar ise ‘Chatterjeeci’ bir noktadan bakmaktadır.
‘Hayali cemiyetler’ kuramı eleştirilse de, mevcut çalışmalar tarafından henüz geçersiz kılınamamıştır. Bu kuram ve ait olduğu Modernist ekol, milliyetçilik çalışmalarında sürekli olarak gelişmekte ve ağırlık kazanmaktadır. Çalışmalarını çok-kültürlü yaşam deneyiminin merceğinde hazırlayan Anderson, daha onlarca yıl milliyetçilikle ilgili çalışmalarda kendisine yapılan atıflarda yaşayacaktır.
--------------------------------------------------------
Kaynakça:
Anderson, Benedict, ‘Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism’, London: Verso, 1991.
Heer, Jeet, ‘Benedict Anderson: A Man Without a Country’, New Republic, https://newrepublic.com/article/125706/benedict-anderson-man-without-country 13 Aralık 2015.
Özkırımlı, Umut, ‘Theories of Nationalism: A Critical Introduction’, London: Palgrave MacMillan, 2010.