KKTC-TC arasındaki dış ticaret rakamları her açıklandığında aynı tepkiler, aynı yakınmalar devam edip gidiyor.
Sanayi Odası’nın son verilerine göre 2013 yılında KKTC Türkiye’den 1 milyar dolarlık ithalat yaptı. Buna karşılık KKTC Türkiye’ye 100 bin TL’nin altında ihracat yapabildi.
Yani 10’da bir!
10 alıp, bir satıyoruz.
Fiziki mallar üzerinden yapılan bu hesaplamaya bankacılık, turizm gibi ‘hizmetler sektörü’nü de katınca, oran çok daha yukarılara çıkıyor.
‘Anavatan’-‘yavruvatan’ dış ticaret ‘denge’si böyle...
**
1974’ten bugüne ekonomide yaşanan süreci tekrarlamaya gerek yok.
İşin özeti “Türkiye’ye bağımlı bir uydu” haline geldik!
Siyasi, askeri, kültürel bağımlılığımız ile paralel gelişti ekonomik bağımlılık da...
Bunun ‘kendiliğinden’ oluştuğuna inanmak için çok saf olmak gerek.
Tam tersine, Kıbrıs’ta kah ‘taksim’, kah ‘ayrılma’, kah ‘enregrasyon’ siyaseti güden ‘merkez’ler ve buradaki bağlantıları bilerek, isteyerek planladılar ‘uydu’laşmayı!
Sanayi Holdin’gin çökmesi de, ABAD kararı da, işçi ve nüfus aktarımının önünün açılması da hep aynı hedefe dönük adımlardı.
Ve bu entagresyon politikalarına karşı çıkanları ‘düşman’ ilan edenlere biat edenler bugünkü 1/10’luk yapının değirmenine su taşıdılar, bilerek veya bilmeden...
**
Kıbrıs Türk burjuvasizi ‘kulağının üstüne’ yattı uzun süre...
Bırakın toplumsal çıkarları, kapitalist sistemin doğası gereği kendi çıkarlarını bile göremedi bizim sermaye takımımız!
‘Anavatan’ deyip el pençe divan duran siyasetçilere ve buradaki TC yetkililerine meram anlatmayı deneiler bazen, ama fazla ileri gidemediler.
Kıbrıs Türk ekonomisinin geriye gitmesine göz yumdular.
Çoğunlukla da ‘kısa günün karı’ hesabıyla!..
Uzun vadeli çıkarlarını hesaba katmadılar.
Gün geldi ‘bavul ticareti’ne razı oldular, gün oldu Kuzey Kıbrı’ın ‘kaçak işçi cenneti’ haline gelmesine ses çıkarmadılar.
Yarını değil, bugünü düşündükleri için buna tepki göstermediler.
Gelinen nokta ortadadır.
**
Eğer Kıbrıs Türk sermayesi uzun vadeli çıkarlarını korumayı bilseydi böyle olmazdı.
Dış ticaretteki ‘dengesiz denge’ bu şekilde tezahür etmezdi.
KOBİ düzeyindeki işletmeler birer-ikişer el değiştirmezdi.
Ülke ekonomisi el freni çekilmiş araba gibi yokuş aşağı gitmez, işsizlik bu boyutrala varmazdı.
Ama olmadı.
‘Anavatan’-‘yavruvatan’ retoriğine boyun eğen burjuvazi sayesinde toplum da kaybetti, ama günün sonunda sermayenin önemli bir kısmı da kaybetti.
Kaybetmeye de devam edecek!
Bugün ‘benim benim’ diyen nice iş insan, nice firma ayakta kalamayacak.
‘Toplum bilinci’ gibi ‘burjuva sınıf bilinci’ de gelişmedi çünkü bizde...
Yine ‘işçi sınıfı’na düşecek galiba ‘uzun vadeli çıkarları’nı hatırlatmak sermayeye...