Seda Argün
sedaargun1987@gmail.com
Toplum içerisinde ve kendi arkadaş çevremizde bir çok insan ile konuşuyoruz, duygularımızı paylaşıyoruz ve genel anlamda iletişim kurmaya çabalıyoruz. Günlük yaşantımızın temel unsuru olan iletişim günümüzde artık büyük oranda (biz belki de bundan hoşlanmasak da) sosyal medya ve temelde internet üzerinden faal şekilde gerçekleştiriliyor. İster istemez ve daha hızlı bir şekilde insanlara ulaşabildiğimizden ötürü birinden yardım istediğimizde, aklımızı kurcalayan konularda ve en basit şekliyle sadece bir şeyler karalamak istediğimizde hemen sosyal medya hesaplarımıza gidiyoruz.
Kimi zaman oldukça yardımcı ve etkili bir iletişim kurma yöntemi olan sosyal medya günümüzde biraz da çığırından çıkmadı mı sizce? Bir bakıyorum herkes bilip bilmeden, kulaktan dolma bilgileri paylaşıyor, ailesinin belki de en mahrem anlarını sosyal medyadan çevresine gösteriyor ve aslında bir yandan hayatını insanların onayına sürer gibi yaşıyor. Yalan değil tabii, herkesi aynı kefeye koymak doğru olmayacaktır ama her 10 kişiden 8’i de bunu yapıyor. Bir bakıyoruz arkadaşlarımızla bir yere gittiğimizde hemen resim paylaşıyoruz, yemeğimizi ‘beğeni’ sahnesine koyuyor ve karaladığımız iki kelam lafın eleştirilmesini değil paylaşılarak beğeni yağmuruna tutulmasını istiyoruz. Yalnızlaşıyoruz ve bunun farkında bile değiliz.
Uzun zamandır durup düşündüğümde ve bir çok insanın da onaylayacağı bir şekilde anı kaçırıyoruz. Telefonlarımızdan ayrı kalamıyor ve telefonumuz yanımızda değilse sanki bir ‘elimiz ayağımız kesilmiş’ anı yaşıyoruz. Günümüzde teknolojisi ve hayatı kolaylaştıran özellikleri ile hayatımızda fazlasıyla ve belki de olması gerektiğinden fazla yer tutan sosyal medya ve akıllı telefonlar doğru kullanıldığı zaman bir hayat kurtarıcı olurken, kantarın topuzu kaçtığında ise karşı tarafın duygularını hiçe sayan ‘havanda su dövülen’ bir ortam haline gelebiliyor.
Esas olarak beni rahatsız eden ve umuyorum bir çok insanın da dillendirmek istediği konu özellikle de sağlık, politika ve toplumsal sorunların bir bilgi kirliliği içerisinde tartışılmasına olanak sağlayan insan yaklaşımları. Şimdi diyelim ki, popüler olarak tartışılan ve herkesin de gündeminde olan bir hastalık ile ilgili bir paylaşım yapılıyor. Bir bakıyorsunuz, herkes sanki bir doktor. Arama motorlarından paylaşılan makaleler, içeriği okunmadan sadece başlığı ile paylaşılan gazete yazıları ve bununla birlikte bu paylaşımların altına yerleştirilen ruhsuz ve bilinçsiz yorumları saymıyorum bile. Tamam da nasıl oluyor da bu kadar bilgisiz insanken bu kadar cesur bir şekilde paylaşımlar yapabiliyor. Konu Alzheimer ise herkes çok bilgili, herkes bir nörolog veya herkes bir psikolog. Ya da bu konu sanat için de geçerli olabiliyor. Peki ya Kıbrıs’ın mevcut siyasi durumu?! Toplumun %95’inin bu konuyla ilgili söyleyecek doğru yanlış bir çok sözü var. Bir video ‘viral’ (herkes tarafından paylaşılan popüler) hale mi geldi, harika! Bir bakıyoruz içeriğini bilmeyen herkes paylaşıyor. Peki durup hiç düşünüyor muyuz, bizim fikirlerimiz ne, gerçekten paylaşacak kadar aklımıza yattı mı? Sanmıyorum. Burada bir çok kişi internetin ve sosyal medyanın ne kadar hızlı olduğunu ve bu nedenle bir çok kişinin aynı fikirde olmasa bile öyleymişcesine aynı şeyi paylaşmasını normal olarak algılayabilir. Fakat bence işin özü çok da öyle değil. Paylaştıklarımızı içeren sosyal medya sayfalarımız bizim birer yansımamız değil de ne? Eğer öyle değil ise, neden kullanıyoruz? Ayşe’nin Fatma’nın Ahmet’in paylaşımlarından geri kalmamak için mi yoksa bizim de çorbada tuzumuz olsun paylaşalım da görünürlük artsın diye mi?
Günün sonunda herkes tarafindan açıkça bilinmesi ve bizzat bizlerin de bilmesi gereken bir gerçek var: Aldığınız beğeni sayısı kadar popüler ya da yazdığınız yorum kadar bilgili değilsiniz. Her aklınıza geleni paylaşmak ve düşüncelerinizi filtreden geçirmeden paylaşmak sizin toplum tarafından bilinirliğinizi artırmayacaktır. Düşünme eylemini daha fazla hayata geçirmemiz gerekiyor. İyilik yapma güdüsüyle klavyenizle yazdığınız düşüncelerinizin kimi zaman karşınızdakini küçük düşürdüğünü ya da onu üzebileceğini bilmeniz lazım.
Gittikçe hayatımızda daha fazla yer almaya başlayan internet dünyası ile kitaplara dahi online olarak erişebildiğimiz şu günlerde insanlara daha da yakınlaştığımızı düşünürken kendimizden uzaklaşıyoruz ve yalnızlaşıyoruz. İçsel yolculuğumuzun bir yansıması olarak kullanmak istediğimiz sosyal platformlarda ifade etmek istediklerimizin doğruluğunu yanlışlığını bilmeden adım atmamayı öğrenmeliyiz. Bu konuyla ilgili günümüzde bir çok araştırma mevcut. Sosyal medya ve depresyon; sosyal medya ve iletişim; sosyal medya ve toplum bu konu başlıklarının sadece bir kaçı. Biz hızlı bir şekilde tüketirken zamanı ve hayatı aslında anı kaçırarak bir boşlukta ve kendi baloncuğumuz içerisinde ilerliyoruz. Kendimizi geliştirmek için kitaplar, tiyatro ve sinema varken niye vaktimizin çoğunu sosyal medyada geçiriyoruz? Durup düşünmeden insanların hayatlarına oltamızı atıp onlardan daha fazla insanlarla ilgili bilgi sahibi olduğumuzu düşünüyoruz.
Yapmamız gereken belli. Farkındalığımızı artırmak. Hepimiz bu dünya üzerinde ne mükemmel bir doktor ne de engin bilgiye sahip bir sosyolog değiliz. Kendimizin kim olduğunu bilerek atacağımız adımlar ve yazacağımız yorumlar emin olun farkında olmadan anlık bir şekilde beğeneceğimiz resimlerden daha önemli. Bırakın herkes hayatını bildiği gibi yaşasın. Herkes kendi yangınını söndürmeye çalışırken siz o yangına yersiz düşünceleriniz ile benzin dökmek yerine onlara kova ile su taşımayı deneyin. Emin olun empati ile her şeyi bilmek arasındaki farkı anlayarak atacağınız adımların sonucunda daha da mutlu ve huzurlu olacaksınız. Hem ne demişler? Herkes de her şeyi bilmeyiversin.