Resmi tarih, geçmişi anlatır gibi görünmekle birlikte, aslında bugünün farklı icraatlarını meşrulaştırmak ve daha da önemlisi geleceği şekillendirmek üzere çalışır. Büyük söylevler, tekrarlar, katı etnik ayrıştırmalar, ırka dayalı sözde bilimsel sunuların tamamı, gerçeğin tahrif edilmesi üzerine kuruludur. Gerçek olsa da olmasa da, yaşanmış olsa da olmasa da bir öteki üzerinden kendini tanımlama ihtiyacı, milliyetçi aklın en basit yöntemidir.
Kıbrıs Türk resmi tarihi de, başta merhum Rauf Denktaş olmak üzere, Kıbrıs adasının kuzeyinde Türk ırkına ve kültürüne mensup, Türk ulusunun parçası bir toplum yaratma sevdası, arzusu üzerinden hareket etti. Kıbrıslılık, Kıbrıslı kültürü, Kıbrıslı Türk kültürü, toplumu veya halkı gibi tanım ve kimlikler, adada ayrıştırıcı bir siyasal modelin kurgusunu sağlamamaktaydı. Bu nedenle bu sosyal yapıdan ciddi bir kopuş ile yani, gerçeği tahrif ederek, yeni bir kimlik yaratmaya çalışıldı. Rauf Denktaş’ın “gelen Türk giden Türk” görüşü ile “Kıbrıs'ta Kıbrıslı olan sadece eşeklerdir” dediği asla unutulamaz.
Kıbrıslı Rum toplumunun, tarihsel serüveni içerisinde etnik ve din temelli bir milliyetçiliğin etkisi altında kaldığını, Kıbrıslı Türkler çok iyi görmüş ve bunun eleştirisini her bağlamda, dönemde ciddi bir şekilde yapmış olmasına rağmen, kendisine de aynı ölçekte giydirilmeye çalışılan etnik ve dini kimliğin baskısına karşı kendisini korudu. Özgürlüğü ve barış kültürünü tüm bu tarihsel hastalıkların önüne koyarak, varoluşunu ötekiler, düşmanlar üzerinden değil, kendi sosyal ve kültürel özellikleri üzerinden geliştirmeye çalıştı. Bu özellikleri ile de gerek Kıbrıslı Rumlardan gerekse de Türkiye’deki siyasi rejimlerinden çok daha demokratik ve özgürlükçü bir kültür içerisinde yaşamayı tercih etti, bu kültürü yeniden üretti, bozulmasına karşı direndi.
Müdahale Raporunda Sayın Akıncı’nın şöyle bir ifadesi var: “Büyükelçiye ‘Bu yaptığınız sonuç verse bile burada açacağınız yarayı tamir etmek hiç kolay olmayacaktır’ dedim. AKP’nin ve Türkiye’deki siyasi partilerin Kıbrıs şubelerini açmalarının en büyük yanlış olduğunu da söyledim. TC Lefkoşa Büyükelçisi ise bana ‘Sen federasyon istiyorsun, Türklükle ilgili olarak da sen ayrı bir kimlik peşindesin, Kıbrıslı Türk kimliğinin peşindesin, Türkiye bütün kurumlarıyla burada değişim olmasını ister’ dedi”’ Müdahale Raporu, 2021
***
Aslına bakılırsa, ayrı bir kimlik peşindesiniz ifadesi, biz buralarda çok da istediğimiz gibi at oynatamıyoruz, dolayısıyla biz sizi, siz olmaktan çıkaracağız demektir. Bu ifadesinin ne denli ağır olduğu ne denli büyük bir sorun olduğunun farkında mıdır, Başçeri, bilmiyorum.
Bugün, KKTC, Kıbrıs’taki Türk devleti olarak yeniden kurgulamak istenmekte, bunun kültürel zemini yaratılmaya çalışmaktadırlar. Bunu yapabilmek ve yeni bir toplumsal kimlik inşası için öncelikle yeni bir tarihe olan ihtiyacı ortaya koydular, ki “Bir zamanlar Kıbrıs”ta filmi için süratle harekete geçtiler. Çok doğal olarak bir kurgu olan filmde gerçek isimler kullanılması ve yakın tarihe yönelik dönüştürücü bir senaryo ile bunun ciddi bir müdahale olarak algılanacağını hesaba katamadılar. Aslında amaç kurgu olarak yansıtmak değil, yaratılan kurguyu gerçek diye benimsetmekti. Böylece yeni bir geçmiş yaratmakta olduklarını itiraf ediyorlardı. Örneğin Sn Fuat Oktay, diziyi izlerken duygulanmakla kalmadıklarını, aynı olayları tekrar yaşadıklarını vurgularken: “Bunlar senaryodan, sahneden ibaret değil, tarihin gerçekleri” diyor, dizide anlatılan olayların hayatta olan şahitleri bulunduğunu belirtiyordu. https://www.kibrisgenctv.com/kibris/fuat-oktay-dan-trt-dizi-setine-ziyaret-h81497.html
Dolayısıyla, eski günler üzerine ticari amaçlı bir film değil, tamamen yeni bir tarih inşası idi amaçlanan ve hala söz konusu olan. Ve burada kurtarılanlar, kurtulanlar, güçler, dostlar düşmanlar yeniden ve yeniden kurgulanarak, “siz bildiğiniz değilsiniz, siz, bizim size anlattıklarımızsınız” deniyordu.
***
Totaliter rejimlerin yeni tarih yazımı ile yeni bir geleceğe uzanmak istedikleri bilinir. Sosyal mühendislerin, Kıbrıs’ta yeni bir gelecek olarak ayrılıkçı, Kıbrıslı Türkleri, sosyal, kültürel, tarihsel bağlamdan koparan sadece etnik köken iddiası üzerinden şekillenmiş bir kabule ihtiyaç duyduklarını, bunu kurgulamaya çalıştıklarını anlıyoruz. Çünkü toplumsal varlığımızın önemli bir parçası olan sosyal ve tarihsel kimliğimiz, bugünün anlamlandırılması, geçmişin okunması ve geleceğin kurgulanması açısından oldukça önemli bir olgudur, bizim kendi geleceğimizi belirlemek üzere, üzerinde durduğumuz temel zemindir. Duruşunuzun, tavrınızın, mücadelenizin dayandığı temel etmen ise sizin bu ortak değerler bağlamındaki bütünlüğünüzdür. Halk olarak düne ve yarına bakmanızdır. Sahip olduğunuz ortak değerlerin silinmesi, yok edilmesi, sizi benliksiz kıldığı gibi hareketsiz de kılar. Bu tür bir sosyal mühendislik hamlesi, sizi yeryüzünden silecek en garantili iştir. Dolayısıyla varlığınız önemli ise, sosyal kimliğinize, kültürünüze sonuna kadar sahip çıkmak zorundasınız.
Fuat Oktay, kurgu için ne diyor, bunlar senaryo değil tarihin gerçekleridir, diyor. Oysa kurgunun ne denli, yalan yanlış olduğunu ortaya koyan, tepki gösteren öncelikle Kıbrıslı Türk milliyetçileri ve Denktaş ailesi oldu, tarihin bu denli hiçleştirilmesine ilk onlar karşı çıktı. Demek ki izletilenler, tarihin gerçekleri yani yaşananlar değil başlı başına yalan, başlı başına yeni bir zihinsel elbise giydirilme çabasıdır Kıbrıslı Türklere.
Yine “Kıbrıs Türk Tarihi ve Öğretimi” panelinde bir konuşma yapan Sn Başçeri, 2000’li yıllardan itibaren tarih eğitiminde doğmuş olan boşluktan bahsediyor. Başçeri’nin milli tarih özleminin bizim açımızdan bir karşılığı yok. Çünkü biz o yollardan çoktan geçtik ve bugüne geldik. Vehbi Zeki Serter referansının ne denli zayıf bir unsur olduğunu bile göremiyorlar.
Kıbrıslı Türklerin bir halk olarak varlığı “Kin şiiri”nin reddi ile başlar. O şiir ki, şiddetin, kanın, işkencenin, faşizmin en iğrenç ifadesidir. Kıbrıslı Türkleri tanımak ve anlamak değil, kendine benzetmeye çalışan bir zihniyet yapısını, bir ideolojiyi ve kültür ihracını reddederek, bu topraklarda barış umudunu yaşatacağız.
“Öç almaktır yegane tasam
Sıra gelse savaş meydanına uğrasam
Bir günde bin gavur başı doğrasam
Bu kin benden billahi de gitmez
Bin gavur kellesi bir kin ödemez
Otuz bininin taşla ezsem başını
On bininin pensle söksem dişini
Yüz bininin çaya döksem leşini
Bu kin benden vallahi de gidemez
Bin gavur kellesi bir kin ödemez
…. ”