Başbakan Ersin Tatar Pazar gün TAK tarafından servis edilen ve Ankara temaslarını değerlendirdiği açıklamasında ilginç açıklamalar yaptı.
Doğu Akdeniz gazı hakkında konuşurken Tatar‘ın ağzından ‘Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’le alakası yoktur’ gibi bir cümle verildi.
Bu cümleden şu anlaşılabilir: ‘Yunanistan coğrafi olarak Ege Denizi’nde ve Adriyatik’te kıta sahanlığı ya da münhasır bölge iddiası yapabilir, fakat Doğu Akdeniz’de kıyısı yoktur, o yüzden hak iddiası olamaz.’
Bu mealde söylemişse Başbakan bu sözleri, bir yere kadar haklıdır.
Lakin Türkiye Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın yine Pazar gecesi katıldığı bir TV programında söyledikleri ile Tatar’ınkiler ciddi bir çelişki oluşturuyor.
Zira İbrahim Kalın ‘Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hak iddiasını iki noktaya dayandırıyor: Birincisi Türkiye’nin Akdeniz’deki kıyıları… İkincisi ise Kıbrıs Türk halkının hakları…
İkinci maddede ifade edilen ‘Kıbrıslı Türkler’in hakları’ meselesi ise elbette 1959-60 antlaşmalarına atıf yapıyor. Yani Kıbrıs Cumhuriyeti’ne… Yani üç garantöre…
İngiltere’ye…
Türkiye’ye…
Ve Yunanistan’a…
Tatar’ın ‘Doğu Akdeniz’le alakası yok’ dediği Yunanistan çıkıp ‘Türkiye için Kıbrıslı Türkler neyse, benim için de Kıbrıslı Rumlar aynıdır’ demez mi?
Diyebilir.
‘Türkiye garantörse, ben de garantörüm’ diye Kıbrıs adasının egemenlik konularında ‘hak iddiası’nda bulunmaz mı?
Bulunabilir.
Her ne kadar Yunanistan her yönüyle tanınmış, BM ve AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğiyle ilgili böyle bir ‘hak iddiası’nda bulunmuyorsa da, Tatar’ın mantığıyla bir yere varmak mümkün değil.
Bir yere varmayı bırakın, aslında Tatar bu sözleriyle Türkiye’nin dış politikada attığı bazı adımlarla ilgili getirilen eleştirilere de destek vermiş oluyor.
Mesela ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’ ya da ‘Libya neresi, Türkiye neresi’ gibi sorular Ankara’nın önüne sıkça çıkmıyor mu?
Eğer uluslararası camia Tatar’ı duyuyor, ciddiye alıyor olsaydı, Türkiye bu soruların mantığıyla istintaka çekilirdi.
Neyse ki bu tür ‘iç tribün’ amaçlı lafları duyan, not eden, kayda geçiren, ciddiye alan yok.
Yoksa bizim Başbakan’ın ‘bindiği dal’ bizzat kendisi tarafından kesiliyor!..
***
Bizde Tatar seçime dönük ‘ortaya karışık’ demeçler vermeye devam ededursun, dünkü yazıda da altını çizdiğim gibi Doğu Akdeniz yeniden ısınmaya başladı.
Türkiye bir kez daha Oruç Reis’i bölgeye yolladı, Navtex ilan etti.
AB Dönem Başkanı Almanya’nın Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları çözmeye dönük çabaları sürüyor ama Atina’nın son Mısır hamlesi gerilimi artırdı.
Elbette bütün taraflar ‘satranç’ oynuyorlar. ‘Kontrollü gerginlik’ siyaseti uyguluyorlar. Nihai hedeflerini sadece kendileri biliyorlar ama her ne olursa olsun konu bir ‘uzlaşı’ ile sonuçlanacak.
Ne kadar gerilim olursa olsun, hatta çatışma bile yaşansa, eninde sonunda taraflar masaya oturacak ve bir şekilde paylaşıma gidecek.
Peki ama madem ki sonuçta bir uzlaşı olacağını herkes biliyor, neden ‘kestirme’ yoldan gitmeyi denemiyorlar?
Aslında galiba süratle o noktaya doğru gidiliyor.
Kıbrıs’ın iki garantörü çok yakında ‘bütün sorunları’ masa başında ele almak durumunda kalacaklar.
Peki Kıbrıs ne olacak?
İşte tam da bu yüzden Ankara ve Atina’yı ‘Kıbrıs’ta da çözümün yararları’ konusunda ikna etmek lazım…
Bu da ‘bindiğimiz dalı keserek’ ya da ‘herkesle kavga ederek’ olmaz.
Olabilir mi?