Bir ‘açıkgöz’ün günlüğü

Sami Özuslu

Sabah gözünü açtığında, gördüğü rüyanın etkisindeydi hala... Yatakta bedenini uyandırmak için gerinirken, o rüyanın gerçekleşmesinin hayalini kurdu bu kez, gözleri açık...

“Bu iş olacak” dedi, fısıldayarak ama hırslı bir üslupla, “Olacak bu iş!..”
Traş olurken kendi yüzünü değil, hedeflerini görüyordu baktığı aynada...
Hiç de uzak değildi o günler: Mutlaka ulaşacaktı menzil-i maksuda... Ama aheste değil, süratle gitmek istiyordu o...

Bu yüzden hızlı hareket etmeli, bir dakikayı bile boşa harcamamalıydı.
Öyle ya... Bak Ali çoktan ermişti muradında... Süleyman da... Hele Ahmet, birkaç tur bindirmişti hepsine!..

Daha fazla bekleyemezdi artık... Vakit gelip çatmıştı. Artık “action” zamanıydı. Pentium hızında bir bilgisayar işlemcisi gibi hareket etmeli, herşeyi kontrolden geçirmeli, yapılması gerekenlerin bir listesini çıkarmalı, işlerin takibini sağlamalıydı.

Atacağı her adımda pür dikkat kesilmek zorundaydı. Şakası yoktu çünkü bunun... Nasıl ki elektrikle ve denizle olyun olmazdı, bu işler de çocuk oyuncağı değildi. Bütün ipler kendi elinde olmalı, operasyonun her anını ince eleyip sık dokumak zorundaydı.

Yüzüne attığı iki avuç suyun etkisiyle biraz daha uyanan ruhunun derinliklerinde tarifi imkansız bir heyecan vardı. Okulda ilk karnesini alırken yaşadığı heyecana mı benziyordu bu, yoksa öğretmenler odasından aşırdığı defter yüzünden müdürden yediği tokatınkine mi, emin değildi!..
Yüreği bir cikla gibi hızla çarpıyor, Ocak soğuğuna rağmen tayfalma hissi yaşıyordu.

---------------------------

Avluda duran ikinci el salon arabasına binip startere bastığında, aklından şöyle bir cümle geçiyordu: “Yakında senden kurtulacağım!..”
Sakın yanlış anlamayın, birinin ölmesini kastetmiyordu kesinlikle... Yüreciği yufkaydı, birinin ölmesine dayanmazdı.

Eşini boşamak gibi bir düşüncesi de yoktu, çünkü bekardı kendisi...
“Yakında kurtulacağım” dediği, orta halli Japon marka otomobiliydi!..
Etrafındakilere açık açık söylüyordu: “Bana yakışmaz böyle basit bir araba sürmek. Ben çok daha iyilerine layığım...”

Gözü yukarılardaydı onun!..
Altında ‘gaşadan çıkma’, son model, lüks, siyah bir araba olmalıydı...
Ne var yani?
Ali’nin, Süleyman’ın vardı da, onun neyi eksikti?
Hele Ahmet’in? Onun en az üç adet süper lüks arabası vardı.
Havasından geçilmiyordu hiç...

-----------------------------

İşi vardı. Ama aldığı maaşla 50 senede zor öderdi öyle bir arabanın taksitlerini!..
Elde, avuçta birikmiş parası da yoktu...
Sülaleden miras da kalmamıştı birceğez arsacığı, tarlacığı da!..

‘Normal koşullar’da hayallerini gerçekleştirebilme olasılığı yoktu hiç...
Ancak kafasına koymuştu bir kere: Öyle bir arabaya sahip olacaktı...
Ama öyle...
Ama böyle!..

Bu hırs beynine girdiği günden itibaren, kafasında binbir tilki dolaşmaya başlamıştı.
Doluya koyuyor olmuyor, boşa koyuyor dolmuyordu.

Bir sürü plan yapmış, detaylara boğulmuş, her seferinde vazgeçecek bir neden bulmuştu.
Sonra bir gün, ‘fikri’ gelmiş ve hedefi tam göbekten vuracağına emin olmuştu.
Artık ‘yol haritası’ önündeydi...

--------------------------------

Yolda dümen sallarken, operasyonun ayrıntılarını geçiriyordu kafasından...
Ne olursa ne yapacaktı?
Filanca aşamada sıkıntı doğarsa alternatifi neydi?
Bilgisayar programı yapmıştı adeta beyninde...

‘Kısa devre’ yapmazdı inşallah son anda hard disc!..
Biraz dikkat, biraz yoğun çalışma temposu, sonra gelsindi kara renkli lüks araba!..

Peki ya riskler?
İşler planladığı gitmez, bir yerde aksama olur, foyası ortaya çıkarsa ne yapacaktı?

Nereden çıktı ama bu sorular? Tam da konsantre olurken!..
İyi de, Midyat’a pirince giderken, evdeki bulguru da kaybederse ne yapacak, insanların yüzüne nasıl bakacaktı bundan kerli?
Değer miydi dört tekerlekli bir meret için bu kadar büyük bir belaya girmeye?

Öyle kalem aşırmaya benzemezdi ki bu seferki... Bir tokatla savuşturulacak cinsten değildi ki!..
İşin sonunda polis, mahkeme, hapis vardı!..
Değer miydi bir otomobile tüm bunlar?

--------------------------------

Vidanının sesiydi bu parazit yapan!..
Oturmuyordu oturduğu yerde gözü kör olasıca!..
Gece gördüğü rüyayı hatırladı, kendine geldi. O arabaya binecekti!..
Mutlaka, ama mutlaka...

“Hayır, yapma” diyordu bak gene o ses... “Sen iyi bir insansın. Başkasının  malıyla mutlu olamazsın. Bu işi yapsan da, sonunda pişman olacaksın. Sen kendini bilmez misin?”
Doğru söylüyordu aslında... Ama... Ama...

Neden o binemesindi öyle lüks bir arabaya? Ne eksiği vardı diğerlerinden? Gerçi etrafındaki birçok arkadaşının durumu ondan daha iyi sayılmazdı, ama olsundu... O illa ki ‘kara şimşek’e binmek, Dereboyu’nda bir aşağı, bir yukarı turlamak, piyasa yapmak istiyordu.

“Bu sen olamazsın” gibi laflar ediyordu içindeki o arabozucu ses... Yakasını bırakmıyordu bir türlü... İlla “namus, ahlak, dürüstlük, iyilik” diyor, başka birşey demiyordu.
Vicdanıyla hırsı arasında bir gidip bir gelirken, az daha önünde duran arabaya çarpıyordu. Sinirle kornaya bastı, bir de küfür salladı öndeki şoföre...

Bağırdı, çağırdı bir süre arabanın içinde... Rahatlamıştı sanki biraz...
Radyoyu açtı. Bir kadın şarkıcı “Değer mi hiç, değer mi hiç?” diye tekrar edip duruyordu aynı nakaratı...

“Vallahi be” dedi içinden, “Değer mi hiç?”
Dikiz aynasında kendi yüzüne baktı: Gülüyordu...
Sonra, arabanın göstergelerini süzdü, koltuklara göz gezdirdi. “Nesi varmış yahu bizim jaguarın?” diye sordu, sanki arabada biri varmış gibi... “Kral gibi araba işte...”

İlk tali yoldan saptı. Kararını vermişti. İstikameti değiştirdi...
Hedef Derboyu’ydu!..

(ARŞİVİMDEN)