Fezel Nizam
“Kadının özgürleşmesi, gezegenin özgürlüğünün bir öyküsü ve işareti olacaktır.”
Geleneksel toplum ve erkek egemen zihniyet, modernizm ve kapitalizm ile varlığını farklı şekillerde de olsa sürdürmeye devam ediyor. Modernleşme süreçleri kadınlara eşitliğe dayalı bir dünya kuruyormuş gibi gösterse de, sistem tam tersine cinsiyete ve ırka dayalı ayrımcılığı büyük bir ilizyon ile sorgulanamaz hale getiriyor ve derileştiriyor. Modernizm, kadın bedenine hiç durmadan müdahale ederken tek başına kültürü/geleneği eleştirmek artık anlamsız hale geliyor. Bu nedenler, bu yazıda erk’in kadın bedeni üzerindeki tahakkümünü sorgulamaya çalışırken, geleneksel ataerkil kültürden ziyade soruna daha geniş bir pencereden bakmaya çalıştım.
Bu yazıyı yazmayı tasarlarken, karşıma rastgele çıkan kişilere “kadın bedeni” kelimesinin kendilerine neyi çağrıştırdığını sordum. Aldığım cevaplar ise beni hiç şaşırtmadı. Cevaplarda genel olarak cinsiyet fark etmeksizin, kadın bedeni ile güzellik, bakımlı olmak, çekici olmak, doğurgan olmak gibi kavramların bağdaştırıldığını gözlemledim. Aslında bu soru-cevapların istatiki hiçbir dayanağı olmasa da, kadın bedeninin güzellik piyasasına sunulmuş bir armağan gibi görünüyor olduğunu ve bunun kültürel olarak öğrenildiğini göstermiş oluyor. Peki, güzelliğin ölçütü neye göre ya da nasıl değişir? Aslında güzellik kavramı kişiden kişiye göre değişen, insanın yetiştiği ortamda zihnen beslendiği erk ve sermayenin harmanıdır. Burada erk tasviri, güzellik algısının oluşmasında ve biçim vermesinde belirleyicidir. Sermaye ve içinde bulunduğumuz sistemler bütünü, erk ortaklığı ile beraber yürür. Sermaye bir yandan kar ve pazarlama arzusunu ortaya koyarken, diğer taraftan sistem de belirleyici öğeler ve kalıplar sunarak erkin iktidarını sürdürmesine yol açar.Önceden çizilmiş kalıplar, başkası ne der/düşünür kaygısını içimize öyle bir yerleştirir ki, bunun aslında öznellikten yoksun ve tektipleştirici olduğunu fark edemeyebiliriz. Kısacası erk, kadını kendi şekillendirdiği güzellik kavramı üzerinde buluşturur.
Modernizm ve kapitalizm ile beraber öğretilen tüketim alışkanlıkları, kişinin kendisini büyük bir pazarın içinde bulmasına neden oluyor. Erk ve sermayenin belirlediği “güzelliği” var edebilme adına kadınlar piyasadaki tüketici payında büyük hisselere sahip. Medya üretici, aktarıcı ve taşıyıcı rolleri sayesinde kurulu kadın rollerini yaymaya devam ediyor. Bu sayede, toplum tarafından kabul görmüş, “makul” kadınlar oluveriyoruz. Tektipleştirilmiş güzellik algılarıyla dolu düzenin parçası olmak, kendini var etmek olarak düşünülebilir mi? Tabii ki hayır. Kapitalizm ve modernizim kıskacındaki kadın var sayılanın aksine yalnızlaşıp ve yabancılaşıyor. Yabancılaşmayı toplumsal ve bireysel olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Hegel’e göre toplumsal yabancılaşma toplumsal gelişimin bir aşamasında ortayaçıkan nesnel bir durumdur. Diğer taraftan bireysel yabancılaşma ise, belli özel durumlar sonucu ortaya çıkan kişisel özelliklerden kopuş olarak tabir edilebilir. Bireysel yabancılaşmanın derecesi/seviyesi çevresel ve kişisel koşullara göre farklılıklar gösterebilir[i]. Kişinin kendine yabancılaşması, kendini başkalarına göre ayarlaması/ayarlamaya çalışması ve özerklik duygusunun zarar görmesidir. Toplum tarafından dayatılan tek tipleştirilmiş kimi kriterleri benimseme yanılgısına düşmek, kişinin kendi kimlik ve benliğini kaybetmesine neden olabilir. Aslında durum kişinin kendini olduğu değil, olmak istediği kimlikle ifade etmeye çalışmasıdır. Ya da tam tersi durumlarda, kişinin kendisini toplumun veya etrafındaki insanların beklentilerine göre ifade etmeye zorlanma hali olarak da gözlemlenebilir. Bu haller kendine yabancılaşmaya, kadının kimliksizleştirilmesine neden olur. Tüketim toplumunda inşa edilen algılar erkekleri de etkilese de, onların bu kapitalin bir parçası olmasına neden olur. Fakat kadınlar bu durumu pratikte daha ağır yaşar. Bunun nedeni de kadınların mevcut iktidar ilişkilerince toplumsal olarak baskı altında olmasındandır.
Pierre Bourdieu bedeni; iktidara ilişkin toplumsal düzenin meşrulaştırılmasını sağlayan bir araç olarak görmektedir[ii]. Erk’in kadın bedeni üzerindeki belirleyici rolünden bahsederken, toplum tarafından dayatılan tek tipleştirilmiş kimi kriterlerin de etkisi olduğunu söylemiştik. Peki bu tektipleştirilmiş kriterler sadece güzel görünme, daha çok alış veriş yapma ya da bakımlı olma üzerine mi kuruludur? Kimi solcu erkeklerin, kafalarında solcu kadın tiplemesi oluşturmuş olması mümkün müdür? Bu solcu erkeklerin, kafalarında kadının beden ile ilgili dar kalıplar olabilir mi? Kapital erkek, kadınlara nasıl daha çok alış veriş yap, daha çok bakımlı veya seksi ol diyorsa, solcu erkek de tam tersine -kendince kapitalizme karşı bir tavır aldığını var sayarak- kadınlara alış veriş yapma, bakımlı olma gibi dayatmacı sözde ideolojik yaklaşımlarda bulunabiliyor. Günün sonunda kapitalde veya soldaki erkek tiplemelerinde iktidar, kendini kadın bedeni üzerinde kanıtlamaya çalışır. Ve işte karşınızda kanıksanan estetik algılarından başka düşmüş kadın bedenleri ile dolu bir dünya.
Mary Douglas’ın da belirttiği üzere kadın bedeni, kültürler arasında bir toplum sembolü olarak işlev gösterir[iii]. Kadın bedeni aynı zamanda ritüeller, kurallar, bedensel davranışlarla ilgili sınırlar ve toplumsal kuralların işleyişi olarak algılanır. Bu noktada kültürel sermaye devreye giriyor; iktidar ilişkileri ayni zamanda kültürü belirliyor ve iktidarın bakış açısına göre güzel ve çirkin algısının oluşması sağlanıyor. Buradan da güzel ve çirkin yargısının kültürel sermayeye, kültürünse iktidar ilişkilerine bağıntılı olarak belirlenebildiği sonucunu çıkarabiliriz. Yani iktidar, içinde bulunduğu kültürü –kapitalist veya antikapitalist kültür- hem biçimlendiriyor, hem de devamlılığını sağlıyor. Yukarıda bahsettiğim kapitalizm karşıtı propoganda yapan erkekler de benzer yanılsamaya düşebiliyor ve geliştikleri kültürün kurbanı olabiliyorlar. Ne demek istediğimi bir örnekle daha iyi anlatabileceğim: Kapital erkeğe göre bakımlı, “moda”yı takip eden bir kadın güzel olabiliyorken, bir kısım anti-kapitalist solcu erkeğe göre çirkin damgası yiyebiliyor. Kültürel farklılıklar, güzellik ve çirkinliği kendilerine göre yorumlarken, kadın bedeni her türlü koşulda iktidarın kurbanı olarak tayin ediliyor.
İktidarın kadın bedeni üzerindeki tahakkümünden bu kadar bahsettikten sonra durup soluklandım. Niyettim elbette kadın özgürleşmesini, salt beden politikasına indirgemek değil, hayatımızdaki somut örnekler üzerinden giderek, iktidar ve tahakkümü sorgulamaktır.
Bedenlerimizden başlayarak, hayatımızın her alanında karşımıza çıkan erk iktidardan kurtulmanın tek yolu, kadın özgürlük mücadelesinden geçiyor. Peki nasıl bir kadın özgürlük mücadelesi hayal ediyoruz? Mücadelemizin başarıya ulaşması için kimleri veya neleri hedeflemeliyiz? Sorunun temeline mi inmeli yoksa geçici çözüm önerileri mi geliştirmeliyiz? Bunlar elbette ki çok iç içe geçen ve uzun uzun tartışmalar gerektiren sorular. Ama temelde ezilmeler arasında hiyerarşi oluşturmadan, her türlü ezilmeyi aynı düzeyde görerek mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ezilme derken, ezeni görmezden gelmek değil, tam da ezene odaklamakgerektiğini kast ediyorum. Burada da tahakküm ilişkileri devreye giriyor. Her türlü tahakküme karşı, mücadele etmenin yolunu açabilmeliyiz. Erk’in kadın bedeni üzerinde kurmaya çalıştığı tahakkümden bahsederken, bunu kültürel sermayeden, toplumsal cinsyet eşitsizliklerinden, cinsiyetçi medyadan ayrı düşünemeyiz. Sosyalist mücadeleyi, geleneksel sol kavramlara sıkıştırıp, kadın hak ve özgürrleşmesini ikincil plana atan; aslında iktidar ile sorunu olduğunu söyleyip iktidar ilişkilerini yeniden üreten erk’i görmezden gelemeyiz. Ya da tecavüzlerden bahsederken, savaş süreçlerinde kadın bedeninin fethedilecek bir nesne olarak strateji gereği araçsallaştırıldığını unutamayız. Bunlara ek olarak, güzelleşme adı altında her gün yüzlerce hayvanın katledilip “moda” olarak Pazar sunulmasını veya “cilt bakımı ürünleri” olarak satılmasına sessiz kalamayız.
Yüzümüzü doğaya, hayvanlara ve bitkilere çevirdiğimizde var oluş mücadelesinin esaslarına dair birçok ip ucu bulabiliriz. Bir ahtapot düşünün, mesela. Her bir kolunu ayrı ayrı kullanabilen bir evrim harikasıdır. Bu özelliği ile hayatta kalmayı başarabilen bu canlı, feminist mücadele için de ilham kaynağı olmalı. Etrafımızı her alanda kuşatan iktidara karşı mücadele verirken, ahtapotu örnek alarak çok alanlı bir strateji geliştirmeliyiz. Her türlü eril tahakküme karşı, ahtapot feminizm[iv] yaparak kadın özgürlüğü mücadelesini günden güne yükseltmeliyiz.
[i]Kıyan S., Şenay. Ekolojik Feminizm Bağlamında Kdınların Tüketici Olarak Pazarda Yabancılaşması. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi.
[ii]Bourdieu, Pierre. (2001). Masculine Domination. Cambridge: Polity Press.
[iii]Bauman, Z. (2001). Parçalanmış Hayat. İsmail Türkmen (çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
[iv]Derya D. (2010). Kıbrıs için Ahtapot Feminizm: Kadın Kolları tartışmasına devam… Gaile Dergisi.