Mustafa Ongun
m.ongun85@gmail.com
Kıbrıslı Türklerin yarım asırlık siyasi yaşamını meşgul eden birkaç mesele varsa, bunlardan ilki Kıbrıslı Türklerin nasıl bir devlet yapısı altında tanınabileceği veya tanınması gerektiğidir. İkincisi ise buna bağlı olarak Kıbrıslı Türklerin bu devlette nasıl özne olacağıdır. Hepimizin bildiği gibi, bunlar oldukça karmaşık meselelerdir. Uzun bir süre KKTC devleti adı verdiğimiz yapı aracılığı ile tanınacağımıza ve özne olabileceğimize inandık. Bazılarımız hala gerçekleri görmekten kaçıp mevcut şartlarda da özne olabileceğimizi savunsalar da, Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıslı Türklerin bir devlet yapısı altında tanınmayacağını ve özne olmayacağını aslında herkes biliyor. Bilmediğimiz, sorunun nasıl çözüleceği ve çözüm sürecinde Kıbrıslı Türklere düşen görevin ne olduğudur.
Bilindiği üzere bu meseleler üzerine uzmanlıklar, meslekler ve hatta entelektüel akımlar oluşmuştur. Bu profesyonel yaklaşımların önemi bir yana, bazen işi kolaylaştıracakları yerde zorlaştırdıklarını da düşünmemek elde değil. Biraz da bu düşünceden yola çıkarak tanınma ve özne olma meselesini bir hikaye gibi ele almayı denemenin iyi olabileceğini düşündüm. Tabi bunu yaparken son zamanlarda sıkça rastladığımız "mutlak gerçeği okuyucuya ben aktaracağım" gibi bir tavır takınmayacağım gibi, bilindik şeyleri de tekrar etme niyetinde değilim. Maksadım tanınma ve özne olma meselelerini basit bir hikaye gibi ele almak ve belli bir iddia ortaya atmaktır.
İddia kısaca şu olacak: Uluslararası alanda tanınmama, çözümsüzlük gibi unsurların Kıbrıslı Türklerin özne olmasının önünde engel olarak gören bizler çözüm, barış ve tanınma sürecinde Kıbrıslı Türklerin kendilerine düşen görevi yerine getirmediğini gözden kaçırmaktayız. Tanınma ve özne olma uluslararası bir mesele olduğu kadar, tanınma isteği ortaya koyan tarafın prensipli ve tutarlı bir duruş sergilemesini de gerektirir. Kıbrıslı Türkler son zamanlarda bu gerekliliği görememekte ve bunun sonucunda ise daha da başarısız olmaktadırlar.
Gelelim hikayeye. Birçok yan karakter ile birlikte üç ana karakterin yer aldığı bir hikaye düşünün: Hristo, Mehmet ve Ayşe. Hristo ve Mehmet aynı mahallenin çocukları. Faklı dinlerden ve milletlerden olmalarına rağmen, iyi geçinen ve birbirlerini anlayan komşular olarak uzun süre yaşamışlar. Sonra bir gün aralarında soğuk rüzgarlar esmeye başlamış. Bitmek bilmez bir kavgaya tutuşmuşlar. Kavganın sonucunda köşeye sıkışan Mehmet’in haykırışları karşı mahallede yaşayan yakın akrabası Ayşe’nin kulağına kadar gitmiş.
Mehmet'i bu kötü durumdan "kurtarmak" için paçaları sıvayan Ayşe’nin gelip Mehmet'i "kurtarması" üzerine her şey değişiyor. O günden sonra Hristo Ayşe'den ve Mehmet’ten, Ayşe ve Mehmet’de Hristo’dan nefret eder oluyor. Bu olayın sonrasında toplumun geneli Hristo’yu haklı görüyor ve Ayşe’yi yaptığından dolayı kınıyor. Ayşe’nin güçlü ve tanınmış bir kişilik olmasından dolayı kınamanın ötesine geçemeyen toplum, bir gün Mehmet’i artık tanımadığını, ona yokmuş gibi davranacağını belli ediyor. Günün sonunda Mehmet toplumda tanınmayan, sevilmeyen ve istenmeyen biri oluyor. Bu durum karşısında üzülen Mehmet'i koruyup kollayan Ayşe, onu bir gün toplum içindeki yerini tekrar kazanacağına, tanınıp sevileceğine ikna ediyor. Mehmet buna uzun bir süre inanıyor ve Ayşe’nin kanatları altında yaşamayı tercih ediyor. Kısacası Mehmet Hristo’yu ‘defterden siliyor’ ve Ayşe’nin anaç kollarına kendini bırakıyor.
Ancak bir gün Mehmet, Ayşe’nin de aslında ona toplumla aynı davrandığını anlıyor. Ayşe’nin de aslında onu tanımadığını, ciddiye almadığını, adam yerine koymadığını fark ediyor. Bunun üzerine Mehmet ile Ayşe'nin arası açılmaya başlıyor. Mehmet günün sonunda toplumda bir yer edinemiyor ve bu durumdan dolayı hem Ayşe’den hem de Mehmet ‘den nefret eder hale geliyor.
Sonra bir gün aniden Annan amca diye biri geliyor ve Hristo ile barışmalarını istiyor. Artık Ayşe’den çok memnun olmayan Mehmet, yine de Ayşe’nin de onayını alarak barışmayı kabul ediyor. O günden sonra her fırsatta Hristo’yu ne kadar sevdiğini eskiden mahallede ne kadar da güzel oynadıklarını hatırlar hale geliyor. Annan amcanın barışma planlarının Ayşe ile bir bağlantısının olabileceğinin huylanan Hristo ise barışma planına hayır diyor. Bunu duyan Mehmet’in, Hristo ile barışarak toplumda bir birey olarak kabul görme ve sevilme hayalleri yıkılıyor. Hristo’ya tekrardan geliştirdiği sevgiyi yine nefrete dönüştürüyor.
Hikayenin sonlarına yaklaşırken artık Mehmet ne yapacağını bilmemektedir. Bir gün Hristo’dan diğer bir gün ise Ayşe’den nefret etmektedir. Günün sonunda Ayşe ile anlaşamadığında, Ayşe'yi Hristo'nun evine kaçmakla tehdit etmekte. Çocuğuna verecek harçlığı kalmadığında Ayşe'den borç istemekte, Ayşe borcu vermeyi ret ederse yine Hristo’ya kaçmakla tehdit etmektedir. Aynı şekilde Hristo’yla her anlaşamadığında ise sebep olarak Ayşe’yi göstermekte ve kendini aklamaktadır. Bütün bu olayların sonucunda bizim Mehmet’e kimse güvenmemekte, onu kimse tanımamakta ve onu kimse bir özne olarak görmemektedir.
Hikayenin buraya kadarını tabi ki de birçoğumuz biliyoruz. Esas merak ettiğimiz ise hikayenin geleceğinin ne olacağı. Gerçekçi olmak gerekirse hikayenin nasıl gelişeceğine dair kesin bir fikir üretmek pek olası değil. Ne de olsa bu hikayenin birçok yazarı var ve yazarların ne yapacağını pek de bilemiyoruz. Birçokları hikayenin nasıl yazılacağına yönelik fikir üretseler de bu yazının böyle bir amacı yok. Yazının amacı daha ziyade Mehmet'in hikaye boyunca nasıl bir tutum sergilediğini anlatmak ve bu tutumun hikayenin geleceğini nasıl etkileyeceğini tartışmak. Hikayenin gizli kalmış kısmının da burası olduğunu düşünerek tabi...
Öncelikle, Mehmet’in hikayenin son bölümlerinde izlediği tutumun Mehmet'e toplumdaki eski yerini kazandırmayacağını ve birey olarak kabul görmesini sağlamayacağını söyleyerek başlayalım. Hikayenin yazarları çerçeveyi nasıl çizerse çizsin, Mehmet böyle devam ederse toplum tarafından tanınan ve sevilen bir kişilik olamayacak. Peki ama neden? Mehmet'i başarısızlığa götürecek olay şey Ayşe ile kurduğu yakınlık veya Hristo'nun onu dışlamasından çok, Mehmet'in kendi ile olan ilişkisidir. Mehmet hikayenin başından bu yana tutarsız ve prensipsiz davranmıştır ve onu başarısız kılacak olan da budur: prensipsizlik ve tutarsızlık.
Mehmet hem yaşadığı topluma, hem Ayşe'ye, hem de Hristo’ya karşı tutarsız ve prensipsiz bir yaşam biçimi sunmaktadır. Toplumda bir anda parlayıp sönen insanlarla aynı kaderi paylaşma yolunda ilerlemektedir. Hristo ve toplum Mehmet'i her dışladığında, aralarında her anlaşmazlık olduğunda, Hristo’nun karşısına Ayşe'yi çıkarmaktadır. Ayşe’ye kızdığında ise “ah keşke Hristo benimle barışsaydı” diye hüzünlenmektedir.
Şimdi diyeceksiniz ki, ne yapsın bizim Mehmet? Güçsüz, tanınmamış birinin başka bir seçeneği mi var? Bu yerinde ve haklı bir sorudur. Mehmet çok uzun bir zamandır köşeye sıkışmıştır ve yapacak fazla bir şeyi yoktur. Ancak eli kolu tamamen bağlı değildir. Mehmet vizyonunda tutarlı, samimi ve prensipli olabilir. Bu da onun tanınmasına, özne olmasına ve toplumda önemsenmesine yardımcı olabilir. Mehmet uzun yıllar boyunca hem tanınmak istemiş hem de kendini Ayşe'nin sözünden çıkmayan küçük yavru olarak görmüştür. Daha da kötüsü bunun çelişkili ve tutarsız olduğunu görmezden gelmiştir. Bu tarihsel çelişki ise özelde Hristo’nun genelde ise toplumun ona güvenmemesini sağlamıştır. Öncelikle Mehmet bu tarihsel çelişkisinden kurtulmalıdır. Ayşe'ye ve Hristo’ya gerçek hedefinin ne olduğunu açık bir şekilde anlatmalıdır. Ayşe'yi ve Hristo’yu karşısına alıp, "ben ciddiye alınmak istiyorum ve bu amaca ulaşmak için risk almaya ve bedel ödemeye hazırım" demesi son derece önemlidir. Bunu demedikçe ne istediğini bilmeyen, nabza göre şerbet veren insanlar toplumda nasıl ve ne kadar tanınıyorsa, Mehmet de o kadar tanınacaktır. Yazarlar hikayenin çerçevesini nasıl isterse çizsin, hikaye yorumcuları ne yorum yaparsa yapsın, Mehmet toplumun arasına yeniden karışmayı ve Hristo’yla barışmayı ödün verilmeyecek bir prensip haline getirmedikçe toplum onu tanımayacak ve önemsemeyecektir.
Bunun dışında, Mehmet’in - Ayşe'nin ve Hristo’nun yardımlarına ihtiyacı olsa da - kendi savaşını vermeden gerçekleşecek bir barışmanın ve tanınmanın gerçek anlamda bir tanınma olmayacağını da anlaması gerekiyor. Böyle bir barışmanın ve tanınmanın, babası ünlü diye tanınan bir çocuktan farklı olmadığını ve geçici olacağını görmesi gerekiyor. Tanınma ve özne olmanın sadece Annan Planına evet demekle veya Kıbrıs'ta barış istemekle değil, Mehmet'in güçsüzlüğünden ve tanınmamasından yararlanan zihniyetlere karşı da bir direniş mücadelesi gerektirdiğini de unutmaması gerekiyor.
Özet olarak bu hikayede Mehmet'e düşen görev bellidir. Mehmet'in kendini bilmesi ve yıllardır içinde taşıdığı tanınma ve sevilme arzusunun gerçek bir arzu olup olmadığı konusunda son noktayı koyması gerekiyor. Eğer arzu gerçek ve samimi bir arzu ise de, bunu bir prensip olarak belirleyip Hristo’ya ve Ayşe'ye karşı tutarlı olması gerekiyor. Bunları yapamamak tanınma arzusunun sadece bir söylem olduğunu ve hatta bu söylemin Mehmet'in çıkarlarından çok başkalarının çıkarlarına yaradığı anlamına gelecektir.
Belli bir karakteri, prensibi ve tutarlılığı olmayan insanlar ya illegal yollarla yada sahte ünlerle tanınıp sevilirler. Mehmet böyle giderse ya bu yollarla tanınacak yada hiçbir zaman tanımayacak, hiçbir zaman bir özne olamayacak. Son söz olarak şunu söyleyelim: Mehmet'e bu karakteri kazandırıp onu hikayenin devamına hazırlayacak potansiyel onun sol yanındadır. Ancak şimdilik ne Mehmet ne de sol yanı bunun pek de farkında değildir. Mehmet ve sol yanı ya hikayenin yazarlarının ne yapacağına, yada Mehmet'in ne kadar aciz bir durumda olduğuna yönelmiş durumda. Artık Mehmet'in kendini tanıma ve değiştirme zamanı gelmiştir.