Şimdi yaşadıklarımızı gördükçe, akılıma hep geçmiş geliyor.
Çok değil, bundan bir buçuk yıl önce neler yaşandığını unutuveriyoruz, malum, gündem değişken…
Başımıza bela olan UBP-DP ikilisinin nasıl iktidara geldiğini unutmamak, unutmaya yüz tutarsak hatırlamak gerekiyor.
Nitekim, 2016 Nisan’ında Ankara ve buradaki elçilik, siyasetteki taşeronlarıyla siyasi tarihimize geçecek bir darbeye imza attılar.
Lafı dolandıracak, ima edecek filan değilim.
Adım adım izlenen siyaset, Kıbrıs’ın kuzeyinde iç ve dış odakların da yardımıyla dizayn edilen siyasi bir darbeydi.
Post modern bir darbe!..
Açık ve net!
Bunu tarih elbette yazacak.
Bu darbenin çeşitli sebepleri vardır.
Malum CTP’nin Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde kurmaya çalıştığı “yeni” düzenin kimi kritik noktalarına itirazı, bu sonucun başlıca sebepleri arasında gösterilebilir.
Aslında bu darbenin planlanan şekli CTP-PM’nin su konusundaki ilk açıkladığı sert duruşla fitillenmişti.
Bu güne kadar her şeye “okey” diyen statükocu partilerin aksine böylesi büyük bir projede Kıbrıs’ın kuzeyindeki en büyük parti “hayır böyle olmaz” diyerek duruma tepki gösteriyor ve reddediyordu.
İşte daha önceleri planlanan siyasi darbe CTP-PM’nin bu duruşu ile hızlanmıştı.
Plana göre CTP hükümetten gitmeliydi!
Bir an önce gitmeli…
Ne yapıldı CTP’nin gitmesi için?
Önce 2015 sonuna doğru Türkiye kaynakları durdurulmaya başlandı, daha doğrusu kaynak aktarımı yavaşlatıldı.
2015’in sonuna geldiğimizde bu kez “13 maaş” krizi yaratıldı.
Dikkatinizi çekerim, bu kriz suniydi, kurmacaydı!..
Türkiye’nin ince ayarlarıyla Maliye kasasında “13. maaşı” yok gösteren kritik hesaplar tutmuş ve topluma “CTP para bulamadı, 13. maaşı ödeyemedi” filmi gösterilmişti.
Beklentileri, CTP’nin bu suni krizlerden bunalıp gitmesiydi.
***
Sivil toplum daha doğrusu sendikalar da sağlam durmadı bu süreçte.
Ne yazık ki “her şeyin para ve maaştan ibaret” olduğunu tüm dünyaya ilan eden o rezil açıklama yapıldı meclis önünde: “Bulacan canım, bulamazsan gidecen canım”
Sendikaların bu duruşu her şeyi daha da kolaylaştırıyordu.
Türkiye Elçiliği’nde CTP’nin gitmesi için plan kuranların işi artık daha kolaydı.
Zira CTP’nin “bulamayacağı” ortam tamamdı, yaratılmıştı ve üstelik bu hesaba göre “bulamamanın”cezası da “gitmek”ti.
Ama CTP gitmedi, planları bu kez tutmuyor ancak sadece erteleniyordu.
Ve en can alıcı sona gelindi.
Ekonomik Protokol…
Bakmayın siz adının “ekonomik” olduğuna.
İçerisinde öylesine şeyler vardı ki.
CTP’nin hem doğası gereği hem de toplumsal fayda gereği bunları olduğu gibi kabul etmesi mümkün değildi.
Belki de bu bilerek böyle çetrefilli hazırlanmıştı, kim bilir.
Peki bu protokolü daha da kabul edilmez yapma şansı var mıydı?
Elbette vardı ve o da yapıldı.
Kuzey Kıbrıs’taki yargı sistemini de değiştirecek maddeler de adına “ekonomik” denen protokolün içine konuyordu.
26 bin yeni vatandaş isteniyordu.
Elektrik Kurumu, parçalara bölünsün, özelleştirilsin isteniyordu.
Ve bunlara ek olarak Türkiye askerinin adadaki sivil yaşamda yetkilerini artıran “7 yasa” da ana yemeğin sosu gibi üzerimize dökülüyordu.
Bu sos öylesine acıydı ki!..
Bırakın ana yemeği, sadece sos bile yiyenin midesini infilak ettirecek kadar “acı” bir sona hepimizi sürüklüyordu.
Adına “ekonomik protokol” denen bu sürecin sonunda murat edilen hem entegrasyon siyasetindeki çıtayı yükseğe çıkarmak, hem de bunlara direnen CTP’nin bu çıta altında kalmasına yol açacak ortamı hazırlamaktı.
Ve bu plan tuttu!..
***
CTP tüm bunlara “yeter artık olmaz” dedi, Türkiye ile yürütülen “ekonomik protokol” müzakereleri krize girdi, ipler koptu, maaşlar ödenemedi.
Ancak “olmaz” diyen CTP’nin UBP gibi statükonun çetesi haline gelen çıkar odağı bir ortağı vardı ne yazık.
Zira toplum CTP’ye siyasi hayatı boyunca “tek başına iktidar olma” şansı vermemişti.
Hep ayak bağı vardı.
DP…
ÖRP…
Son olarak da UBP…
Statükocu partilerle değişim yapacağını sanan CTP ne yazık ki yanıldı.
Elbette bu çaba verilmeliydi ve elbette direnmek CTP’nin özü gereği doğaldı.
CTP liderliği direnmese zaten CTP’liler direnecekti.
Ancak hem Türkiye’nin tavrı hem de buradaki taşeronlarının gizli ajandasında artık CTP’nin iktidardan götürülmesi yazıyordu.
Sağ siyasetin çıkar grupları bu kez bir araya gelmiş, işbirliği için el sıkışmıştı.
“Anaları” da bu kirli evlilikte şahitti artık.
Ve 2016 yılının Nisan ayında UBP-DP ile Türkiye’nin bürokratik uzantılarının marifetiyle hükümet bozuldu.
Bu süreç bir planlamanın ürünüydü.
Ve post modern bir darbeydi.
Zira ortada ne seçim vardı, ne de siyasi iradeyi değiştirecek bir faaliyet.
Ortada açık açık ‘su’ konusunda direnen CTP’ye ‘ekonomik protokol’ sürecinde bu şansı tanımama adına yaratılan bir darbe vardı, hepsi bu…
Peki şimdi ne var ‘iktidarda’?
Türkiye’nin de zaman zaman memnun olmadığı UBP-DP…
Ve zaman seçime doğru eviriliyor.
Ve yakında yine seçim yapılacak bu topraklarda!
Ne yapacaksınız?
Çok merak ediyorum.
Son 2 yılın hesabını soracak mısınız?
Yoksa bir bardak ‘Anamur’ suyu mu içeceksiniz tüm bunların üzerine?
Gerçekten çok merak ediyorum.
Hem de çok…
Mağusa’da maaşını alamadığı gerekçesiyle çalıştığı restoranda “olay çıkardığı” iddiasıyla tutuklanan Kamerunlu genç kadının “KKTC’de izinsiz ikamet ettiği” de ortaya çıkmış! Ve genç kadın tutuklanmış! Peki O’nu izinsiz çalıştıran, maaşını ödemeyen, sosyal yatırımlarını yapmayan işveren? O suçsuz mu? Yazıklar olsun!
Irak Kürt Bölgesi’nin bağımsızlık referandumunu yorumlayan Türk siyasetçileri ve yorumcularının “toprak bütünlüğü”, “uluslar arası hukuk,” ve “ülkenin bölünmezliği” gibi kavramlar kullanması kadar tutarsız bir şey var mı? Bu kavramların sizin için Kıbrıs’taki yeri nedir diye avaz avaz bağırmak istiyorum! Anlarlar mı dersiniz? Hiç sanmam!