İnsanın bir başka insanı öldürebilmesi üzerine çok düşünmüşümdür. Bir keresinde hapishaneye gidip orada sevgilisini öldüren bir kadınla röportaj yapmıştım. Sokakta görsem ya da başka bir ortamda karşılaşsam “Asla kimseye zarar veremez” diyebileceğim bir kadındı. Adamın kızına göz diktiğini, kızını korumak için öldürdüğünü anlatmıştı. Önünde çözemeyeceği bir sorun duruyordu ve gencecik kızının kendi sevgilisi tarafından tecavüze uğramasını an meselesi olarak görmekteydi. Kızının kurtulabilmesi için o adamın bu dünyadan yok olması gerektiğine inanmıştı…
Anlatısını dinlediğim diğer cinayetler 1974’te işlenmişti. Savaşta yapılanlara cinayet değil kahramanlık dendiğini biliyoruz tabii. Komşumuzun oğlu bana bir Rum askerini öldürdüğünü anlatmış ve kimlik kartını göstererek. “Yanımda arkadaşım öldürülmüştü. Ben ateş etmesem o beni vuracaktı.” diye izah etmişti durumu. 15 yaşındaydım bu hikâyeyi dinlediğimde… Dehşetle ürpermiş ve insanın ve hayatın karanlığının ayırdına varmıştım. 1974’e, Kıbrıs’a, savaşa dair empoze edilmiş algım tepetaklak olmuştu o an.
Bundan yıllar sonra iki Kıbrıslı Türk, iki Kıbrıslı Rum oturmuş bira içiyorduk bir masada… Güzel bir gün geçirmiş, toplumlararası görüşmelerden, çözümden filan bahsetmiştik. Entelektüel bir sohbet sürüyordu. Rum arkadaşlardan biri gazeteci, diğeri ise akademisyendi. Akademisyen olan arkadaş 1974’te gencecik insanlar olarak savaşmaya götürülüşlerini anlatmıştı. Bir kamyonetin arkasında, ellerinde silahlarla oturtulmuşlardı. Bu anıda bir sessizlik ve bunu bozan bir ses vardı; kamyonet ilerlerken tiril tiril titreyen gençlerin ellerindeki silahların çıkardığı takırtı… Bir çeşit korku ve dehşet müziği… Ben bir ara dalmış düşünüyordum ki anlatı sırasında bir cümleyle irkildim: “Kimlik kartını ve saatini aldım. Orta yaşlı bir adamdı.” Masadaki diğer iki kişinin de benim gibi donup kaldığını hatırlıyorum. “Nasıl yani?” diye sormuştum. “Onu vurdum. Savaş bu… Ben vurmasam o beni vuracaktı” diye anlatmıştı akademisyen olan Rum arkadaş.
Son sıralar elimde siyaset bilimci Hannah Arendt ile ilgili biyografik bir kitap var. Bu kitapta onun “kötülüğün sıradanlığı” kuramına temel oluşturan Eichmann davası ile ilgili bölümü okuduktan sonra düşündüm bunları. Eichmann 1960’da İsrail askerleri tarafından Arjantin’de yakalanıp Kudüs’e getirilerek burada yargılanan bir nazi subayıydı. Hannah Arendt New Yorker adına bu duruşmayı izlemiş ve sonrasında yazdıkları infial yaratmıştı. Tepkiler daha çok da “ canavar” olarak görülen bir nazi subayı hakkında Arendt’in yaptığı soğukkanlı analizdi.
Arendt Yahudi soykırımının mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann'ın sadist bir canavardan çok, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çekmiş ve düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurgulamıştı.
19 Mart Perşembe akşamı 19.30’da Işık Kitabevi ve K.T. Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin organizasyonu ile Naci Talat Vakfı’nda bir şiir dinletisi ve sohbet gerçekleştirecek olan şair Amir Or’un bir nazi subayı ile oturarak bira içip sohbet ettiğini hayal ettiği “Bir bardak bira” adlı şiiri tam da bu konuda… Bu şiiri yıllar önce çevirmiştim ve yazımın sonuna eklemek istiyorum. Perşembe akşamki etkinliği kaçırmayın derim.
BİR BARDAK BİRA
Kusursuz bir cinayetin hiçbir gerekçesi yok, dedi
Kusursuz bir cinayetin kusursuz bir objesi olsun yeter
Auschwitz’de gerçekleştiği gibi
Krematoryum olmayabilir tabii, ama sonrasında gerekmişti, iş saatleri dışında
Ve sonra sessizleşti;
biranın köpüğüne bakarak
ve bir yudum alarak
En kusursuz cinayet aşktır,dedi.
Kusursuz bir cinayetin kusursuz bir şeye gereksinimi yoktur
verebileceğin kadarını
vermekten gayrı
Hatta boğazı sıkmanın anısı
ölümsüzdür. Elimi sarsan ulumaların şiddeti dahi
soğuk ete zerafetle düşen sidik dahi
çizmenin topuğu dahi bir başka sonsuzluğu uyandırır
Sessizlik dahi
dedi
köpüğe bakarak
Doğru, saygın iş özgürleştirir arbeit macht frei
Ama kusursuz bir cinayet tek bir damla dökmez
Yemek yiyen bir çocuğun dudakları gibi, diye açıkladı
Kum ve bira köpüğü gibi
Senin gibi
Dinleyen
Birasını yudumlarken dinleyen
senin gibi
( Amir Or. Çeviri: Neşe Yaşın)