Bir Çağlayan gazinosu vardı, bir de Saray Otel!

Bayrak Radyosu'ndan Bayrak Kuartet ve Sıla 4'e uzanan bir serüven: 'Mücahit müzisyenler'! (2) Bir Çağlayan gazinosu vardı, bir de Saray Otel! • Nöbetlerden zaman kaldıkça bu iki mekanda müzik yapan grup sayısı da ikiydi. Ahmet Belevi Trio’s

 

 

Bayrak Radyosu'ndan Bayrak Kuartet ve Sıla 4'e uzanan bir serüven: 'Mücahit müzisyenler'! (2)


Bir Çağlayan gazinosu vardı, bir de Saray Otel!

·        Nöbetlerden zaman kaldıkça bu iki mekanda müzik yapan grup sayısı da ikiydi. Ahmet Belevi Trio’su ve Bayrak Kuartet.

·        Bir gün, Sancaktarlık’tan bir emir geldi. Bayrak Kuartet, haftanın bir gecesinde (Cuma veya Cumartesi’ydi galiba), Mücahitler Parkın’da sahneye çıkacaktı

·        Askeri Eğitim- Gazino – Nöbet üçgeninde, sonunda isyan etmiştik.  İsteğimiz çok basitti. ‘Gazino’da çaldığımız gecelerde, en azından nöbetlerden muaf tutulmak.’

Erdinç GÜNDÜZ


Lefkoşa’da, zaman zaman ’müzikli’ olabilen topu topu iki eğlence yeri vardı. Çağlayan Gazinosu ve Saray Otel. Evlenme törenlerinin çoğu ve özel günlerdeki balolar da buralarda oluyordu. Nöbetlerden zaman kaldıkça bu iki mekanda müzik yapan grup sayısı da ikiydi. Ahmet Belevi Trio’su ve Bayrak Kuartet.

Sanırım 1964 yılları sonları veya  65 başlarında Lefkoşa Komutanlığı (Sancaktarlık) önce Mücahitler Parkı’nı kurdu, hemen arkasından da Kırıkkale Mücahitler Evi’ni.  Kırıkkale Mücahitler Evi de, düğünler, balolar için kullanılmaya başlandı. Mücahitler Parkı ise, halka açık bir yerdi. Her ikisi de  Lefkoşa Sancaktarlığı tarafından çalıştırılıyordu.

Bir gün, Sancaktarlık’tan bir emir geldi. Bayrak Kuartet, haftanın bir gecesinde (Cuma veya Cumartesi’ydi galiba), Mücahitler Parkın’da sahneye çıkacaktı.  Haftanın diğer iki gecesinde de, birinde Türk Müziği, diğerinde Halk Müziği toplulukları sahne alacaklardı.

Mücahitler Parkı’nda sahneye çıkan tüm müzisyenler için aslında herşey, belki zevkli ama çok zor olacaktı bu emirden sonra. Çünkü hepimiz Mücahittik.  Orada sahne alındığı gecelerde bile, nöbetler iptal edilmiyordu. 20.30 gibi sahneye çıkıyor 23.30 gibi programı bitiriyor  sonra da nöbete (örneğin 00.00-03.00 nöbetine) koşuyorduk.

Biz ‘müzisyen-Mücahitler’ için çok yorucu geceler oluyordu bu ‘özel’ geceler. Ama Lefkoşalı vatandaşlar için çok önemli bir değişiklik çok önemli bir (hatta tek) ‘eğlence’ haline gelmişti.  Çoluğunu çocuğunu toplayan insanlar bu ‘özel’ gecelerde Mücahitler Gazinosu’na koşuyor, bir masa bularak oturmak için  nerdeyse çırpınıyordu.


'NÖBET' İSYANI

Ne kadar gitti “Bayrak Kuartet’in Mücahitler Gazinosu konserleri hatırlamıyorum. Ancak, Askeri Eğitim- Gazino – Nöbet üçgeninde, sonunda isyan etmiştik.  İsteğimiz çok basitti. ‘Gazino’da çaldığımız gecelerde, en azından nöbetlerden muaf tutulmak.’

İsteğimiz reddedildi.  Bunun üzerine, Sancaktarlığa, bu koşullarda  Mücahitler Gazinosu konserlerine çıkamayacağımızı bildirdik. Bunun üzerine Sancaktarlık’tan yeni bir emir iletildi.

“Bayrak Kuartet’in tüm aletlerine el konulmuştur. Neleri var neleri yoksa en kısa sürede Bayrak Radyosu’na teslim etmeleri...”

Komutanlık, aletlerimizin Bayrak Radyosu’na ait olduğunu sanıyordu. Üç gitar, iki adet amfi ve baterinin, Bayrak Radyosu’na ait olmadığını, grubun malı olduğunu anlatmamız 3-4 günümüzü aldı. Böylece aletlerimize el konulmadı.

Hapise atılmayı beklerken, -neden bilmiyorum- Sancaktarlık üzerimize gelmekten vazgeçti. Böylece Mücahitler Gazinosu faaliyetimiz de son buldu.

 

22. BÖLÜK VE BAYRAK KUARTET

 

Mücahitler Gazinosu’ndaki faaliyetimiz durmuştu ama müzik  çalışmalarımız devam ediyordu. 22. Bölük bize kollarını açmıştı.  Önce Bölük Komutanı Özer Asım, daha sonra Ergül Uysal başta olmak üzere tüm bölük Bayrak Kuartet’i kendi içinden bir müzik grubu olarak görüyor, kabul ediyordu. Aslında, Süleyman ve ben dışındaki, Ferahzat, Yılmaz, Ersel hatta Rahmi, 22. Bölük personeliydi.

Arasta’daki ‘Gülok’ olarak anılan binanın bodrum katı bomboştu. Bölük Komutanlığınca, Bayrak Kuartet’e tahsis edildi. Bütün çalışmalarımızı artık kendi yerimiz kabul ettiğimiz, burada yapıyorduk.  15’de, ayda bir ise, Bölük Lokali’nde eğlence düzenleniyordu. Büyük, 300-400 kapasiteli bir yerdi.  Grup için özel sahne bile yapılmıştı.

Düzenlenen eğlencelere hemen hemen tüm bölük personeli yanısıra, dileyenlerin eşleri de katılıyordu.  Biz , geç vakitlere kadar çalar ve söylerken, dans pisti hiç boşalmazdı. Hep birlikte söylenen şarkılar da vardı. Ağlarım, Hereke, Deniz ve Mehtap v.s.  Ama en ilginci, repertuarımızda Türkçe söz yazdığımız birkaç da Yunan hatta Kıbrıs Rum orijinli şarkı olmasıydı.  Asıllarının Rumca olduğunu herkes bilirdi ama bundan hiç kimse de rahatsız olmazdı.



------------------------------------------------------

LEFKOŞA’DA KONSER... VE LEYMOSUN, BAF... TURNE!..

 

·        ‘Zafer Sineması’nın balkonu tümüyle ve sadece Lefkoşa Türk Kız Lisesi öğrencilerine ayrılacaktı.’

Zafer Sineması 1000 kapasiteli bir sinema salonuydu. 2000 bilet basılmıştı ama çok  hızlı tükenmişti. Üstelik biletlerin en hızlı tükendiği yerlerden birisi de, sadece  ‘Balkon’ için iletilen birkaç yüz biletin anında satıldığı Lefkoşa Türk Kız Lisesiydi

22. Bölük Eğlence Geceleri devam ederken, -fikrin kimden nasıl çıktığını hatırlayamıyorum-  yakınlarımızdan birileri Lefkoşa’da ‘konser’ fikrini atıverdi ortaya.

Nasıl olacaktı ?  Kim organize edecekti ? gibi sorulara yanıt aranırken Bölük Komutanlığı yine girdi devreye.  22. Bölük, her türlü yardımı yapmaya hazırlardı.

Derhal başladık çalışmalara. Biz, Bayrak Kuartet olarak, konser repertuarı üzerinde uğraşırken, Takım Komutanı olan yakın arkadaşımız Hasan Zilci, dekor, bilet, afiş işlerinin tümünü üstlendi. Hem de gönüllü olan 20’den fazla Mücahit arkadaşımızla.

Konser yeri ve günü saptandı.  Zafer Sineması’nda olacaktı. Biri öğleden sonra  diğeri gece olmak üzere iki konser verilecekti.

Hasan Zilci,  beyaz sinema perdesi önünde konseri kabul etmiyordu. Önce bir dekor çalışması yaptı. Sonra, bölükteki dülgerleri seferber etti. Kıbrıs’ta o güne kadar görülmemiş bir dekor yapmakta kararlıydı.

Bir başka ekip, konser afişlerini Lefkoşa’nın uygun her yerine asmaya başladı. Bu arada biletler için de ayrı bir ekip dolaşıyordu.

Öğleden sonra konseri için en önemli potansiyel, Lefkoşa Türk Lisesi, Lefkoşa Türk Kız Lisesi, Atatürk Meslek Lisesi, Haydarpaşa Ticaret Lisesi’ndeki öğrencilerdi. Her okula ayrı bir ekip gitti. Müdürlerden izin alındı, bilet bırakıldı.  Zorluk çıkaran tek okul Lefkoşa Türk Kız Lisesi’ydi.

Lefkoşa Türk Kız Lisesi’nin Müdüresi Leman Feridun Hanımdı. Leman Hanım, sertliği, otoritesi,  sıkı disiplini ile tanınan birisiydi.  Arkadaşlara ilk sorusu “Bütün okullara açık mı olacak ?” olmuş. “Evet” cevabını alınca isteksiz bir tavır ortaya koymuş.  Israrlar devam edince bir uzlaşmaya varılmış.

‘Zafer Sineması’nın balkonu tümüyle ve sadece Lefkoşa Türk Kız Lisesi öğrencilerine ayrılacaktı.’

Zafer Sineması 1000 kapasiteli bir sinema salonuydu. 2000 bilet basılmıştı ama çok  hızlı tükenmişti. Üstelik biletlerin en hızlı tükendiği yerlerden birisi de, sadece  ‘Balkon’ için iletilen birkaç yüz biletin anında satıldığı Lefkoşa Türk Kız Lisesiydi. Aşırı talep karşısında okul zor durumda kalmıştı. Bu durumda bir gün sonra bir ö.s. konseri daha kaçınılmaz olmuştu.

Sorun öyle çözüldü.

Konser günü gelip çatmıştı.  Herşey hazırdı. Dekorlar gerçekten o güne kadar hiç görülmemiş güzellikteydi. Tüm arka,  çıtalarla ustaca örülmüş, bölümler halinde renkli kağıtlarla kaplanmıştı. Arkadan verilen ışıklarla rengarenk bir sahne olmuştu.

Konser iki bölümden oluşacaktı. Birinci bölümde “Bayrak Kuartet Küçükler” grubu sahne alacak ikinci bölümde ise “Bayrak Kuartet” konseri olacaktı. “Bayrak Kuartert” bölümü de ikiye ayrılmıştı. Birinci bölümde enstrümental parçalar yanında Rahmi Özsan ve Ersel Ahmet (Kalfaoğlu) şarkılar söyleyecek, ikinci bölümde  ise yine birkaç enstrümental parça ve benim seslendireceğim rock tarzındaki İngilizce şarkılar seslendirilecekti.

“Bayrak Kuartet Küçükler” grubu dört kişiden oluşuyordu. Bateride Oktay, basta Bülent, gitarlarda da Mustafa ve Aydın. Çok başarılıydılar.  (Aralarında, müziğe daha sonraları da devam eden bir kişi vardı. Müzikten hiç kopmayan ve  Sıla 4’ün de temel elemanlarından biri olacak olan Aydın Kalfaoğlu.)

Bayrak Kuartet ise, basta Süleyman İbrahim, bateride Ferahzat Gürsoy, gitarda Yılmaz Kalfaoğlu ve gitar ve solist ben, ayrıca solistler Rahmi Özsan ve Ersel Ahmet (Kalfaoğlu)’ten oluşuyordu.

Kıbrıs ölçülerine göre muazzam bir konser oldu. Salon tüm konserlerde de tıklım tıklım doluydu ve inanılmaz  ve aslında hiç beklenmeyen bir coşku vardı.

Kim bilir ? Belki de sıkıntılar içinde yaşayan bir toplumun sinir gerginliğini boşaltma gereksinimindendi. Büyük, küçük herkes çığlıklar atarak,coşku içinde izlemişti konseri.

Bu Lefkoşa konserinin büyük başarısı sonrasında atıldı ‘Kıbrıs Turnesi’ fikri ortaya.

 

TURNE

 

Rumlar, Lefkoşa’nın Türk kesimine girişlerde de çıkışlarda da çok sıkı kontrol yapıyordu. Tek giriş-çıkış, Çağlayan Bölgesinden, Gençlik Gücü Kulübü önünden Rum tarafına giden yoldan sağlanıyordu. Tarihi Mağusa Kapısı’na yakın bir yerde Rum barikatı vardı. Lefkoşa’nın Türk kesimine girmek veya Lefkoşa’nın Türk kesiminden çıkmak isteyen herkes orada saatlerce bekletilir, yoklanır, sorgulanırdı.  Zaman zaman,  gözlerine kestirdikleri bazı kişileri daha geniş soruşturma gerekçesiyle alıp götürdükleri bile olurdu.

Lefkoşa’ya, neredeyse iğneden ipliğe herşeyin girmesi yasaklanmıştı. Yasak önce her türlü inşaat malzemeleri için başlamış daha sonra  akla gelebilecek her türlü elektronik eşyayı da kapsar hale getirilmişti. Gerçek amaç, kendi bölgesine kapanmış olan Türk toplumunun direncini kırmaktı. Gösterilen gerekçe ise, inşaat malzemeleri ile mevzi yapılabileceğiydi. Elektronik malzemeler için ise gerekçe, -herhalde- telsiz yapımı veya  Bayrak Radyosu’nun büyümesinin engellenmesi olabilirdi.

Bayrak Kuartet’in “Kıbrıs Turnesi” gerçekleşebilirdi. Ama önce ‘bölgeden çıkış’ için Sancaktarlıktan, hatta Bayraktarlık’tan izin alınması gerekiyordu.  Daha sonrası ise, Rumların insafına kalacaktı. Elimizdeki birkaç  kırık dökük hoparlör, amlifier ve mikrofonla hem Lefkoşa’dan çıkışımıza hem de gitmek istediğimiz Türk bölgelerine girişimize izin verilecek miydi ? Bilmiyorduk.

 

Bütün bu engellere karşın ‘turne’ planı yapıldı. İlk hedefimiz Leymosun, sonra Gazi Baf ve son olarak da Mağusa’ydı.

 

***

 

Lefkoşa Sancaktarlığı ‘Turne’ için 5 kişiye izin vermişti. Ferahzat, Süleyman, Yılmaz, Ersel ve ben.  10 gün kadar sürecek turneye Hasan Zilci ve Rahmi Özsan katılamayacaktı.

Çalışmalar hızla tamamlandı. Biletler, afişler hazırlandı ve Leymosun, Baf ve Mağusa’ya gönderildi.

 

TURNE’DE İLK DURAK: LEYMOSUN

 

Lefkoşa’dan çıkışta, herkes gibi biz de Rum barikatına gidip yoklama-sorgulama sıramızı beklemeye başladık. Sıramız geldiğinde bir Rum polisi yaklaştı ve  arabadan çıkmamızı istedi. Çıktık ve arabanın yanında yanyana durduk. Uzun süredir ‘Yanaşık Düzen’ eğitimi almakta olan ‘Mücahitler’ olarak, o şekilde –safta- ne kadar beklediğimizi hatırlayamıyorum.

Rum polisler, Lefkoşa’nın Türk kesimine girmek isteyen bir Türk otobüsünün, çoğunluğu yaşlılar ve kadınlardan oluşan yolcularını  teker teker yokluyorlar, sorguluyorlardı. Onların sorgulaması devam ederken arkadaşlardan biri, beşimizin de disiplinli birer asker gibi ‘rahat’ posiyonunda durduğumuzu farketti. Fısıldadı. “Asker gibi duruyoruz” diye uyardı.  Nereye koyacağımızı bilemediğimiz ellerimizi, arkamızdan önümüze geçirdik.  Kimimiz  elini cebine soktu, kimimiz ellerini önünde kavuşturdu.  Tarağını çıkarıp  (sözde) taranan bir arkadaşımız bile vardı.

Sonunda sıra bize geldi. İki polis yaklaştı. 

Biri “Nereye yolculuk ?” diye sordu önce.

“Müzikçiyiz, konser vermeye gidiyoruz” dedik.

Tepeden tırnağa yoklandık. Arabada ne olduğu soruldu. Söyledik.

“Gitarlar, kablolar, birkaç amplifier ve mikrofon”.

“Hepsini boşaltın” dediler.

 Arabanın yanına boşalttık. Ne var ne yok herşey tek tek kontrol edildi.

 Sıra, teker teker sorgulanmamıza geldi.  Mesleğimiz soruldu.  Öğrenci... memur... işsiz gibi cevaplar verdik.

Her birimizin hangi enstrümanı çaldığımız soruldu. Cevapladık. Hangi şarkıları çalıp söyleyeceğimiz soruldu. Cevplamaya çalıştık.

Keyifleri yerinde olsa, belki yorgun olmasalar “Bize birşeyler çalın bakalım” bile diyebilirlerdi, ama demediler.

Saatler sonra “Tamam gidebilirsiniz” dediler. Yola koyulduk.

İlk durağımız olan Leymosun’da bir gece kalacak, ertesi gün konserimizi verecek, bir gün sonra da Baf’a geçecektik.

Leymosun’a girişimizde hiçbir sorunla karşılaşmadık. Zaten Leymosun’da, Türk mahallesi, diğer bölgelerdeki gibi kesin çizgilerle ayrılmış değildi. Türk Mahallesi denen bir mahalle vardı ama giriş çıkışlar, ne Rumlar ne de Türkler tarafından kontrol edilmiyordu.

Leymosun Konseri genelde iyi geçti.  Sinema salonu dopdolu değildi ama coşkulu bir izleyici kitlesi vardı.  Sıkıntılar içindeki Leymosunlu Türkler, sıkıntılar içindeki Lefkoşa’dan konser vermek için gelen Bayrak Kuartet’i merak etmişti.

Konser bittiğinde, yanımıza yaklaşıp tebrik edenler, tanışmak isteyenler  da oldu, “Lefkoşa’dan çıkmaya nasıl cesaret ettiniz ?” diyenler de.

 

 

BAF’A DOĞRU

 

Ertesi gün, öğleye doğru Baf’a hareket ettik.  Daha rahat bir yolculuk için bir de taksi tuttuk. Şoförü Kuytul adlı iri yarı bir gençti. “Bu fırsattan istifade, ben de Baf’taki akrabaları ziyaret ederim” demişti.

Ahmet Gülay Hoca, Leymosun’da olduğumuz sürece hep yakınımızda olmuş, herşeyimizle ilgilenmeye çalışmıştı. “Ben de sizinle geleyim” dedi. Yani üç araba ve yedi kişi olmuştuk Leymosun- Baf yolculuğu keyifli bir yolculuktu.  Taa ki Fasulla Çiftliği’nin önüne gelene kadar.

Fasulla Çiftliği önünde aniden iki Rum polis arabası kesti yolumuzu. Bilerek  mi ? Yoksa tamamen tesadüf müydü bilmiyorum.  Ama, trafikteki o kadar araba arasında aniden ortaya çıkıp bizim önümüzü kesmeleri (üç araba) pek de tesadüf gibi görünmüyordu.

Arabalardan indirildik. Kimlik kontrolü yapıldı önce. Sonra, tek tek,  uzun uzun sürecek bir sorgulama.

Nerden geliyoruz ? Nereye gidiyoruz ? Ne yapacağız ? Kaç gün kalacağız ? falan....

Sadece müzisyen olduğumuzu, bir konser için Baf’a gitmekte olduğumuzu tekrarlayıp durduk saatlerce.

Sıra arabadaki aletlere geldi. Hepsini indirttiler, teker teker kontrol etmeye başladılar. 

Rum Polis Çavuşu “Bunlar Türk mahallesine giremez” dedi ansızın. 

“Bunlar olmazsa konser olamaz ki...” falan demeye çalıştık ama, nor diyor peynir demiyordu.  Israrlarımız karşısında, birara sinirlenir gibi oldu. “Yalan söylüyorsunuz. Sizi buraya asker gönderdi. Bu konser palavrası da onların organizasyonu...Sizler de askersiniz...” gibi sözler etti. İnkar etmeye devam ettik tabii.

Umudumuz kırılmıştı. Baf Konseri galiba gerçekleşemiyecekti. Tek derdimiz binbir güçlükle sahip olduğumuz, kırık dökük birkaç parça aletimizi kurtarmaktı artık.

Sonra, ne oldu, nasıl oldu bilmiyoruz. Polis Çavuşu arabanın telsizi ile birileriyle konuşuyordu. Uzun uzun tartışmalı bir konuşmaydı bu. Açıkça belliydi. 

Telsiz konuşması sona erdiğinde yanaştı ve “Tamam. Geçebilirsiniz. Ama dönüşte bu aletlerde bir tek eksik bile olursa hepinizi hapse atacağım” dedi.

Hem şaşırdık hem de çok sevindik.  Tam da umudumuzu kesmişken böyle bir gelişme şaşkına çevirmişti bizi. Hemen aletlerimizi toparlayarak yeniden arabalara yükledik.  Teşekkür etmeyi de ihmal etmeden hızla oradan uzaklaştık.

 

 

BAF

 

Baf Türkleri, son çarpışmalardan sonra Mutallo denen bölgeye çekilmek zorunda kalmışlardı. Lefkoşa’daki getto’nun bir benzeri de Baf’ta vardı.  Lefkoşa’da olduğu gibi, Baf’ta da Türk Bölgesi (Mutallo), mevzilerle Rum kesiminden apayrı  küçük bir bölgeydi.

Mutallo’nun girişinde, ‘Mücahit’  barikatına vardığımızda yeni bir şaşkınlık daha yaşadık. Kalabalık bir grup bizi bekliyordu. Çoğu da Mücahit giysileri içindeydi. Aralarında subaylar olduğu da belliydi.  Etrafımızı sarmışlardı.

“Hoşgeldiniz”, “Hoşbulduk” seremonisinden sonra yeni bir ‘sorgulama’ süreci başlayıverdi. Bu kez, Baf Sancağı’nın subayları tarafından sorgulanıyorduk.

Lefkoşa’daki Rum Barikatından başlayarak, Leymosun’u ve daha da önemlisi Fasulla Çiftliği yanındaki durduruluşumuzu ve orada neler olduğunu en ince ayrıntıları ile anlattık.  Rum Polis Çavuşu’nu tarif etmemiz de istendi. Kim olduğunu merak ediyorlardı. Tarifimizden kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Aklımda kaldığı kadarıyla, anlamışlardı da.

Mutallo’nun tek oteline yerleştiğimizde, gün boyunca yaşadıklarımızı tartıştık arkadaşlarla. Vardığımız sonuç şuydu:

Daha Lefkoşa’dan çıktığımız andan itibaren Sancaktarlıklar’ca izlenmiştik. Büyük bir olasılıkla Sancaktarlık tarafından peşimize bir veya birkaç adam takılmıştı. Lefkoşa-Leymosun ve Baf Sancaktarlıkları koordineli bir şekilde, bizi izletmiş ve bilgilendirilmişti.  Baf Sancaktarlığı, Leymosun’dan saat kaçta çıktığımıza, Fasulla Çiftliği önünde saat kaçta durdurulduğumuza, kaç saat orada tutulduğumuza kadar her türlü bilgiye sahipti. Baf girişindeki ‘karşılama’ da bunun bir sonucuydu.

 

 

VE BAF KONSERİ

 

Babamın görevi nedeniyle yaklaşık bir-buçuk yılım Baf’ta geçmişti.  İlkokul iki ve üçüncü sınıfın ilk yarısını Baf İlkokulunda okumuştum. Yaşıtlarım yanısıra çok sayıda tanıdığım vardı. Ama bu  bir yana, Baflılar da, soyadımdan dolayı (babam)  benim  kim olduğumu biliyorlardı.  Çünkü babam, görevi nedeniyle Baflılarla hep içiçe olmuştu.

Mutallo bölgesini de iyi biliyordum. Ülkü Yurdu kulüp binası oradaydı.  Bazı Pazar sabahları babam beni kulübe götürürdü.  Büyükler binanın hemen yanındaki sahada voleybol oynar, ben de onları izlerdim.

Fikri Karayel Hocayı, Hüseyin Irkad Hocayı, Halide Hocanımı, Dr. Ali İhsan’ı, Baf’ta geçen  1 buçuk yıla yakın süre içinde tanımıştım. Sınıf arkadaşlarımdan bazılarını da.. Rumlar tarafından vurularak öldürülen, ilk şehitlerimizden olan Abdullah Çavuş’un kızı Sevim, oğlu Cevdet (Çesi),  Ziya, Talat, Sevinç ve daha niceleri. Bu nedenle bir başka  sempatim vardı Baf’a.

Benim sınıf öğretmenim Halide Hocanım’dı. Ama, -nedenini bilmemekle birlikte- Hüseyin Irkat Hoca’nın özel bir yeri vardı hayatımda.  Ele avuca sığmaz, hareketli, tarif edilemez derecede enerjik bir adamdı. Her türlü faaliyette onu başrolde görmek mümkündü. Asıl mesleği öğretmenlikti ama,  Ülkü Yurdu futbol takımında kalecilik yapar, amatörce müzikle uğraşır, şiirler yazar, araştırmalar yapardı. Sanırım,  Baf’ın Rintler grubunun kurulmasında, -bizim Baf konserimiz sonrasında- Hüseyin Irkat Hoca’nın en azından çok önemli gayretleri olmuştu.

 

**

 

Çok ilginçti. Bisikletli bir adamın elindeki tenekeden yapılmış bir megafonla sokaklarda dolaşarak, konserimizi duyuruyordu.

“Buuuu akşaaaam büyüüüük konseeeeerrrrr...Saaaaat 8’deeee......Lefkoşa’nııııın, elektronik cihazlarla mücehhez ünlü müzik topluluğu Bayrak Kuarter’in konserini kaçırmayıııııın....Bu akşam 8’de....Bayrak Kuarterrr konseri vaaaaaarrrrrrr....”

Konserin yer alacağı sinema salonunu, sahneyi görmek, hatta aletlerimizi kurarak küçük bir prova yapmak zorundaydık. Bu nedenle Baf’ın tek otelindeki moladan sonra sinema salonuna gittik. 

Sinema salonu, derme çatma bir salondu. Kaç kişilik olduğunu hatırlamıyorum. Zemin topraktı.  Her taraf, hani şu bildiğimiz , Kıbrıs klasiği hasır sandalyelerle doluydu. Sıralanmış olanlar yanından, yan taraflarda da, ihtiyaca göre kullanılmak üzere yığın yığın sandalyeler vardı. Ama bizim için en önemlisi ‘sahne’ydi.

Salonun bir sahnesi yoktu. İlgililer ‘sahnesiz’ olamayacağına karar vermiş olacaklardı ki, beyaz perdenin önüne iki tane masa-tenisi (pinpon) masası koymuşlardı.

İlk işimiz, birkaç saat boyunca beş kişinin ağırlığını çekecek pinpon masalarını, en azından sallanmaması için sağlamlaştırmak oldu. Sonra, bizi izleyen kalabalık bir meraklı grubunun şaşkın bakışları arasında sahneye baterimizi, amfilerimizi kurduk ve ‘ses’ denemesi yaptık. Ses denemesi devam ederken birdenbire tüm sigortalar attı.  Sinema salonunun elektrik akımı yeterli olmamıştı. Bu sorunu halletmek için başta çok sevgili Hocam Hüseyin Irkat olmak üzere herkes koşuştu. Hatta –hatırladığım kadarıyla-, Baf Sancaktarlığı bir ekip görevlendirdi.

Ne yaptılar, nasıl yaptılar bilmiyorum. Ama bir süre sonra bu sorun da ortadan kaldırıldı. Konser için artık herşey hazırdı.

 

**

 

Salon konser saatinden çok çok önce doldu. Tıklım tıklımdı ama hala dışarıda, içeriye girebilmek umuduyla bekleyen çok sayıda insan vardı. Girebilmek için bizden de yardım isteyenler vardı.  Ama yapacak birşey de yoktu.

 

İlk parçamız, enstrümental bir parçaydı.  ‘Elektronik cihazlar’  şaşırtmıştı Baflı müzikseverleri. Elektro gitar (belki de gitarla) ve çıkan seslerle ilk kez tanışıyorlardı. İlk parça bu şaşkınlık içinde bitti.  Sessizce ve hatta hayretle dinlemişlerdi bizi. Ama parça biter bitmez büyük bir alkış koptu salonda. Dakikalarca süren bir alkış.

İkinci, üçüncü, dördüncü parça derken iyice coşmuştu izleyiciler.  Sandalyelerinden kalkıp müziğin ritimlerine kendini kaptıran, dans edenler gittikçe çoğalıyordu. 

Sıra İngilizce daha ‘gürültülü ve hareketli’ parçalara gelince salon artık neredeyse bir dans salonun haline gelmişti. Çılgınca dans edenler hatta çığlık atan gençler vardı.

Coşkunun doruğa çıktığı sırada polisler girdiler içeriye. Taşkınlık olması endişesi mi doğmuştu ? Olup bitenlerden pek de hoşlanmayan birileri emir mi vermişti ? Bilmiyorum. Ama polis ayakta dans edenleri oturmaya (ve herhalde sakin olmaya) zorluyordu.

Olanlar, gözümüzden kaçmadı tabii. Ama aynı hızda devam ettik. Konser tamamlanıncaya kadar da polisler ayaktakileri yerline oturtmaya devam etti. “Devam, devam” çığlıkları arasında galiba ekstradan birkaç parça daha çaldık. Sonra da halkı selamlayarak sahneden indik.

 

Biz çok mutluyduk ama galiba konseri izleyenler de çok mutluydu. Gözlerinden okunuyordu. Kutlamalar yoğunlaşırken zar zor attık kendimizi otele.

Israrla bir konser daha vermemiz istendi. Ama mümkün değildi. Çünkü programa göre, bir gün sonra da Mağusa’da konserimiz vardı. Ertesi gün sabah sabah ayrılmak zorundaydık.

 

 

MAĞUSA KONSERİ

 

Baf’ın Türk mahallesinden çıkışımız da nerdeyse bir ‘törenle’ oldu.  Mağusa’ya doğru hareket ettik.  Uzun bir yoldu. Yolda neyle karşılaşacağımızı da bilmiyorduk. Rumlar yine durdururlar mıydı ?

 

Leymosun’a kadar olaysız gittik. Kısa bir mola sonrasında bu sefer Mağusa için yola çıktık.

 

Herşey yolunda gitti. Mağusa’nın  ünlü ana-kapısından surlar içine girdiğimizde, aynı Baf’taki gibi, birkaç Mağusa Sancağı subayı tarafından karşılandık. Kısa süren, sohbetimsi bir sorgulama oldu bu kez. Yol boyunca Rum engeli ile karşılaşmadığımızı anlattıktan sonra bizim için özel olarak ayrılan bir Mücahit koğuşuna yerleştirildik.

 

Verilen bilgilere göre tüm biletler satılmıştı. Coşkulu bir konser daha yaşayacağımız açıktı. Ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra konser saatini beklemeye başladık.

 

Mağusa’da bir öğleden sonra diğeri gece olmak üzere iki konser verdik. Aynı, Lefkoşa ve Baf konserleri gibi oldu bu konserler de. Coşkulu bir izleyici kalabalığı vardı.

 

Grubun abisi Ferahzat, Mağusalıların eniştesi kabul ediliyordu. Daha önce de çok kez, folklor gösterileri için davuluyla Mağusa’ya gelmişti. Bundan da öteye evlenme hazırlıkları içinde olduğu nişanlısı Serda da Mağusalıydı.  Yani ‘enişte’,  şehirde gruba özel bir sempati duyulmasının da önemli nedenlerinden biriydi.

 

Bu karşılıklı sempati, Mağusa’da verilen başarılı konserlerle sağlam bir temele oturacak, daha sonraki yıllarda da sürecek, Bayrak Kuartet, haftanın iki gecesi Mağusa’daki eğlence yerlerinde sahne alacaktı.

Daha da önemlisi Bayrak Kuartet’in SILA 4’e dönüşmesi sırasında, Kıbrıs şarkılarından oluşan bir repertuarla ilk konser de Mağusa’da verilecekti.

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri