Genç öykü
Pervin Eraslan
Asım, anne ve babasının tek çocuğuydu, 12 yaşındaydı ve köylerinde öylesine mutlu, öylesine huzurlu bir yaşamı vardı ki, tek eksiğinin kardeşi olduğunu hissederdi zaman zaman ama “neyse bu da eksiklik mi; olmasa da olur belki de. Hem olmaması daha da iyi olabilir kanımca, her şey benim, annem babam da dahil” diyerek bencilce! teselli oluyordu. Okulu, dersleri ve arkadaşlıkları son derece mükemmel gidiyordu. Yaşıtı olan arkadaşlarına özel ders hocası gibi ödevlerinde çok yardımcı oluyordu. Öğretmenlerinin takdirini öylesine almıştı ki “küçük hoca” lakabı ile anılmaya başlamıştı okulda. Her çocuk gibi Asım da bazen derslerinin yoğunluğundan şikâyet edip duruyordu ama arkasından gelen güzel gelişmelerle o pürüzlerin de kolaylıkla üstesinden geliyordu. Her şey bu kadar mükemmel, yolunda gidiyorken, ya da Asım öyle sanıyorken, annesi bir akşam onu odasına çağırdı;
“Bak oğlum” dedi, “sen çok olgun çok akıllı ve de olaylar karşısında çok mantıklı bir çocuksun; dolayısıyla seninle her konuyu kolayca konuşabileceğimi biliyorum. Senin de anlayışla karşılayacağını da...” diye sürdürdü konuşmasını. Asım annesi ne söyleyecek, bu kadar önemli konu neydi diye aklından geçirip, olasılıkları kafasında sıralamaya çalıştı ve kendi kendine düşündü. Acaba anne ve babası daha önce dillendirdikleri konu olan kasabaya mı taşınmaya karar verdiler yoksa, her zaman yaptıkları gibi geçici bir süreliğine evdeki interneti iptal edip onu sanal alemden arındırmak mı istiyorlardı. Sessiz sessiz bunları düşünürken beyninde yankılanan o üç-dört kelimeyi duyabildi ancak “babanla boşanmaya karar verdik.”
Daha o küçücük beyninde duyduklarının şokunu atlatmaya çalışırken, annesinin “sen benle kalacaksın” cümlesi ile tamamen yıkıldı. Henüz ayrılan eşlerin ayrı ayrı evlerde kaldıklarını bile kestiremiyordu. Dönüp annesine;
“Neden, babam buradan taşınacak mı?” diye sordu.
Annesi de, “Evet baban başka eve yerleşecek” diye cevap verdi ona.
Asım o andan itibaren annesine hiçbir şey sormadı. Annesinin yanından kalkıp odasına gitti. Sabaha kadar ağladı. O gece babasının eve gelişini görmedi. O geceyi takip eden gecelerde de… Zaten babası eve çok seyrek, arada-sırada geliyordu. Babası bu konuyu birkaç kez Asım’la konuşmayı denedi ama Asım nedense duymak istemediğinden kaçıp gidiyordu babasının yanından. Asım, nasıl olduğunu anlayamadan üç-beş hafta içerisine sığan kâbus dolu günler yaşadı. Anne babası ayrıldı, babasının bir başka evde bir başka kadınla birlikte yaşadığını öğrendi. Yetmezmiş gibi babasının yaşadığı o diğer kadının kendi yaşlarında bir de kızının olduğu ve babasına “baba” dediğini…
Annesi ile birlikte kala kaldıkları o kocaman evde bomboş bir dünyası vardı artık. Bir anda o “her şeyim var, çok mutluyum” halleri gitti, bir şeyi kalmayan birisi oluvermişti. Haftada 2 kez babasının yanına (babası ve yabancılarla dolu o eve) gidiyordu. O eziyetin bir an önce bitmesi için saatleri iple çekiyordu. Ama annesine geldiği zamanlarda ise sanki kocaman bir boşluk; o evde, anne babası ile birlikte yaşadığı o evde, yapayalnız kalmışçasına acı çekiyordu.
Bir sabah, çok erken saatte, daha okula gitmesine birkaç saat varken uyandı, 2 kilometre kadar yürüyüp köyün su deposunun bulunduğu yere gitti. O devasa deponun merdivenlerini yukarıya doğru tırmanıp avazı çıkıncaya kadar bağırmaya başladı: “Anne, Baba sizi asla affetmem; sizler bana ne yaptınız… Neden yaptınız bunu bana.” diye hıçkırıklara boğuldu. Sonra, daha merdivenlerde iken, aşağıya inmemişken kendi kendine söz verdi; “ben de büyüyüp baba olacağım. Duygularım bana ne derse desin, kader hangi oyunu oynamaya çalışırsa çalışsın, asla kendi çocuğuma bunu yapmayacağım…”
Bu konuyu çok uzun süre kafasına takıp çok mutsuz oldu, anne ve babasının ortak kararı ile psikolojik destek almaya başladı. Asım, olanlara daha olgun bakmaya başlamıştı belki ama hala zaman geçmesine rağmen ne öğretmenlerine ne de arkadaşlarına bu ayrılık konusundan bahsetmiyordu. Ailede bahsedenler olursa iki eli ile kulaklarını tıkayıp bakıyordu onlara ve onlar da hemen konu değiştiriyorlardı.
Okul ve öğretmenleri ile anne ve baba sürekli ilişki halindelerdi ve tüm öğretmenler Asım’ın başarısının aynı şekilde devam ettiğini, o yaşadığı sıkıntıların derslerine yansımadığını söylüyorlardı. Bu anne ve babasının yüreğine su serpiyor, sevinmelerine neden oluyordu tabii ki. Ta ki o sınav tarihi geldiği zamana kadar.
Sınavları başladı Asım’ın. Bir hafta devam etti. Tüm derslerden düşük notlar aldı Asım. Bu arada öğretmenleri şaşkınlık içerisinde birbirleri ile konuşuyorlar ve aileyi arama konusunda birbirleri ile hemfikir olduklarını söylüyorlardı. Sınavların son günü anne ve baba aranmadan Asım’ı rehber hocası eşliğinde müdür odasına çağırdılar. Asım, öğretmenlerinin onu niye çağırdığının bilincindeydi.
Sınıf hocası söze başladı öncelikle;
“Bak Asım; bak çocuğum, biz seni de ne kadar zeki bir çocuk olduğunu da biliyoruz, sınavda aldığın notların bizleri çok şaşırttı. Anne ve babana gitmeden aramızda çözmek istedik bu olumsuzluğu. Senin sınav sonucundaki notlarının ailene bir tepki olduğunu düşünüyoruz. Sana bir şans daha vermek istiyoruz. Biraz daha çalış önümüzdeki hafta seni tekrardan tüm zayıf aldığın derslerden sınav yapacağız.” dedi.
Asım ise;
“Hocam, teşhisiniz çok yerinde; bu sınav sonuçları anne ve babama bir tepki; dolayısı ile beni tekrardan, on kez de sınava koysanız sonuç değişmeyecektir. Çünkü onlar beni düşünmediler, üzdüler. Şimdi şaşırma, perişan olma sırası onlarda. Teklifinize sonsuz teşekkür ediyorum ama ben bir kez daha sınava girmek istemiyorum” diyerek izin istedi ve sınıftan çıkıp arkasına bakmadan öğretmenlerinin yanından uzaklaştı.
Sonuç mu?
Önemli değil çünkü yaşanacaklar yaşanmıştı zaten!..
HİÇLİK
Anne, baba
Uçurtma vermiştiniz elime
Ben küçücükken
Göklerde hissettirmiştiniz beni
Ne zaman yerle bir ettiniz ki beni
Beni alıp sizden, sizi benden
Nerelere, kimlere şikâyet etsem sizi
Sizi aldınız benden, uçurtmamı elimden…