Kıbrıs’tan Avustralya’ya ilk büyük göç dalgası içindeydi, amcam…
Sene 1967.
Henüz ben doğmamışım…
Yüzlerce Kıbrıslı, bir aylık gemi yolculuğu yapmış, hayatlarını yeni bir kıtaya taşımıştı.
Çoğu da geri dönmedi.
Şimdi torunlarını seviyorlar.
***
O uzun gemi seyahatinde evlenmiş, sonrasında ayrılmıştı amcam, hayatı roman…
İşin kişisel öyküsünü kendisi anlatır, meraklısına…
Kalbinde pille ayakta ve Avustralya hükümeti ona çok iyi bakıyor.
“Burada olsak yaşamayız” diyor, beş senede bir gelişlerinde…
Haklı…
Üç kardeşi öyle yitti buralarda…
***
Emekli şimdi.
Her ay 1.600 dolar gibi bir emekli maaşı var.
Avustralya’ya şartlarında asgari ücretin yarısı…
Ancak…
İlaçlarının tümü ücretsiz, dilediği eczaneden alıyor.
Senede iki kez ilaçlarını reçete için doktoruna gidiyor, başka bir işlemi yok; ilacı ne olursa olsun ve hangi eczaneden alırsa alsın, ücret ödemiyor.
Sağlık tümüyle ücretsiz zaten…
Hem de dünyanın en iyi hastaneleri, klinikleri hatta profesörlerine bakınabiliyor.
Ulaşım da ücretsiz…
Pek çok kamusal hizmet de…
Ev bakımı, tamiri, bahçe işleri öyle…
Üstelik…
Evini satmak zorunda kaldığı zor bir dönemin ardından barınma ihtiyacı için de devlet imkan yaratmış, her ay emekli maaşının dörtte birini ödeyerek, Avustralya hükümetinin kendine sunduğu evde yaşıyor.
***
Buraya kadar okuduklarınız için “işte böyle olmalı” diyorsunuz, biliyorum.
Ancak…
Bir detay daha var…
Emekli maaşı hemen herkesin eşit!
Hani buralarda olduğu gibi birileri kepçe kepçe alırken, kimileri de tatlı kaşığında yetinmiyor.
Çünkü emeklilikte mevki, makam, barem, terfi, ast, üst yok.
Sağlık, ulaşım, barınma gibi ihtiyaçları karşılıyor devlet… Kişileri ya da kimi ayrıcalıklı zümreleri zengin etmek değil, herkes destek olmak üzerinden değerlendiriyor kaynaklarını…
***
İlacı ücretsiz istiyoruz, doğru…
Bakımı, sağlığı, ulaşımı…
Öyle de…
Çalışma yaşamındaki uçurumu, emeklilikte de sürdürüyoruz.
Kendi konforuna toz kondurmuyor kimse, kaynakların topluma yayılarak, paylaşılmasını istemiyor.
Emeklilikte olsun eşitlik ve adil paylaşıma yanaşmıyor.
“Emekli olacak kişinin serveti araştırılıyor”
Avustralya demişken…
Uzun yıllardır orada yaşayan Halil Adal’a da seslenmek, onun da bu yönde düşüncelerini almak istedim.
Emeklilik üzerine…
Hem de yazdıklarımı, duyduklarımı, dinlediklerimi ikinci bir kaynaktan teyit ettim.
Avustralya’da emeklilik yaşı 67…
“Şu nokta çok önemli” diyor Halil Adal…
“Emekli olacak kişinin mal varlığı ve bankadaki mevduatı, özetle serveti araştırılıyor. Böylece ya tam emekli maaşı alıyor ya da kısmi… Bankadaki parası ve sahip olduğu mal varlığı, emekliliğini rahat yaşamak için yeterliyse, daha az emekli maaşı ödeniyor.”
Şimdi diyeceksin ki bu nasıl olur?
“Devletin önceliği vatandaşına rahat bir hayat yaşayabilmesi için destek olmak. Bunu maaş değil hizmetle sağlıyor. Kişinin temel ihtiyacını karşılayacak mali yardımı yapıyor. Sağlık, bakım, ulaşım, barınma için de tüm tedbirleri alıyor. Emeklinin kendi bağımsız hayatını sürdürmesine ve becerilerini geliştirmesine yardım ediyor.”
Bizde durum ne?
Kıbrıs’ın kuzeyinde durum şu…
Kamuda görevliyseniz ve emekliliğinize bir sene kala size terfi vermişlerse…
Ya da müdürlük, yöneticilik…
Emekli olduğunuz zaman da “müdür” ya da “amir” gibi ayrıcalıklı oluyorsunuz.
Halbuki emeklilik sürecinde ne bir sorumluluğunuz var, ne de özel bir rolünüz!
Eşitsiniz tüm emekliler olarak…
Sigortadan emekliyseniz.
Hele de hep özel sektörde çalışmış ve yatırımlarınız asgari ücret üzerinden yapılmışsa…
Çalışma yaşamındaki o büyük eşitsizlik, emeklilik boyunca da sürüyor.
***
Paranız yoksa sağlık hizmeti almanız da çok zor…
İlaç meselesine gelince…
Tam bir “eziyet” üzerine kurulmuş sistem…
Hele de yaşlıysanız…
Ya evlatlarınız sefil olacak ya da bürokrasi sizi öldürecek…
Bakım mı dediniz?
Yerel yönetimler yetişmeye çalışıyor kimi bakım hizmetlerine, o kadar…
Çoğunlukla muhtaçsınız!
***
Hele “bakıcı” meselesi tam bir rezillik…
Çoğu ailede bu yüzden paramparça oluyor çocuklar…
Bakıcının maaşı bir dert, bulması başka…
“Bakıcı bıraktı kaçtı” sözlerine fazlaca aşina tüm aileler…
Hastaneye düşmüşseniz yine öyle, ya paranız olacak birisi size bakabilsin diye ya da yedi evladınız.
Özel “ajanslar” var bunun için!
Aslında “çeteler” demek gerekiyor.
Kendi kendini devlet olarak ilan eden yapı yıllardır bu utancı izliyor.
* (Fotoğraf: Engin Arca)
Nasıl anlarız?
“Bir devletin sosyal olup olmadığı sosyal koruma harcamalarına bakılarak anlaşılabilir” diyor Ufuk Karadeniz…
Şu bilgiyi de veriyor…
“KKTC İstatistik Kurumu henüz Avrupa Bütünleştirilmiş Sosyal Koruma İstatistikleri (ESSPROS - European System Of Integrated Social Protection Statistics) yöntemini kullanarak sosyal koruma harcamaları üretmiyor gibi gözüküyor. Üretilmeyen istatistiklerden kalkarak nasıl bir çalışma yapılabilir bilmiyorum.”
Sevgili Ufuk, sanırım asıl soru şu: “Bir devletin, devlet olup olmadığını nasıl anlarız?”
Ellerinden kaçıranlar ne oldu?
Yıllardır, defalarca, cezaevinden “firar” edenleri duyduk, yazdık, okuduk.
Çoğunlukla yakalandılar.
Yine kaçtı, başkaları…
Hatta bir seferinde, firariler, kendi kendilerine geri dönmüş, teslim olmuştu.
İyi de…
Bu mahkumları “ellerinden kaçıranlar” ne oldu, hiç duydunuz mu?