BİR ‘‘DELİ’’ DOKTOR ve ‘‘KIBRIS HASTALIĞI’’…

Kadı, Osman Nuri Efendi’yi ‘‘Kıbrıs Hastalığı’’na gark edenler, ‘‘Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’’i de ‘parasını sokağa atan bir Deli Doktor’ haline getirerek, doğduğuna değilse de, Avrupa ülkelerinden birinde kalmayıp Kıbrıs’a döndüğüne pişman etmişlerdi…

TARİHİMİZDEN SİLÜETLER…

(Bülent FEVZİOĞLU)

 

İngiliz yönetiminin ada üzerinde 92 yıl sürecek olan hükümranlığı, Lefkoşa burçlarına bayrağını çektiği 12 Temmuz 1878 günü başlar… 

Ve ilk attıkları önemli adımlarından biri, kendi çocuklarının eğitimleri için acil olan okullarını açmak olur…

Tarihsel varlığını bugün de koruyan İngiliz Okulu’nun ilk yıllardaki Müdürü, Canon Newham’dır.

Newham; İngiliz yönetiminin adadaki varlığı üzerinden bir yıl geçmeden henüz, 1879’da hazırladığı raporunda Kıbrıslı Türklerin okul eğitimleri üzerine şöyle yazar:

‘‘Müslüman okullarının tatminkâr olduğunu söylemek, imkânsızdır…

Lefkoşa’daki 15 İslâm okulundan 8’i Kur’an ezberletmekten başka hiçbir şey yapmamaktadır. Sadece biri, okuyup yazmayı öğretebilecek durumdadır.

Çocukların çoğu, küçük yaşta aileleri ile birlikte çalışmak üzere okuldan ayrılırlar.

Bunun sonucu, çocukların pek çoğu ta baştan eğitime başlayamaz ve asla Türkçe okuyup yazmayı da, öğrenemez…’’

Bu raporun yazılmasından üç yıl sonra ise İngiliz ilk nüfus sayımını (4 Nisan 1881) gerçekleştirirken, sayımın, ada genelindeki dini gruplara göre dağılımını da şöyle kaydeder:

 

Müslim:   46,389

Ortodoks: 136,629

Katolik:   1,920

Maronit: 212

Ermeni:   154

Anglikan:   691

Musevi:   69

Çingene: 20

 

Özetle, 136 yıl önce bu ada nüfusunun ‘Cem-an’ toplamı, 186 bin 84 kişiden ibaret…

İngiliz’in ikinci nüfus sayımı on yıl sonra, 1891’de yapılır.

İlk sayımda 46,389 olan adalı ‘Müslim’ cemaat ikinci sayımda 48 bin 44’e ulaşırken, gayri Müslimlerin toplam varlığı da 161,247’ye yükselir…

Geçen yıllar içerisinde ‘‘gayri Müslim’’ler okul üzerine yeni okullarını açarlarken, şimdilerde bedensel olarak aramızda bulunmayan (d. 10.1.1941 – ö. 9.5.2014) eğitimci ve sosyolog Ali Nesim ise o yılların değerlendirmesini yaparken, şöyle yazar:

‘‘Gerçek şudur ki, Türklerin Kıbrıs’ta güçlü bir eğitim örgütü olmadığı ve eğitimin amaç ile faydaları tam olarak bilinmediği için, önceleri eğitime gereken önem verilmedi.

Okullarda ‘dini bütün’ adam yetiştirmek ve az çok birkaç süre ezberlemek yeterli sayılıyordu.

Diğer taraftan okullar, çocuklar için bir işkence yuvası şeklinde idi ve ‘Hoca’ bir öğretici olmak yerine, ‘korkulan, ceza veren bir yaratık’ olarak belleklerde yer etmişti…’’

Peki…

Hiç mi fikri - zikri açık, ufku geniş, düşünen, yaratıcı olan ve geliştiren ve dönüştüren ve yenileştiren bir ‘Allah’ın kulu’ çıkmadı mı bu adalı Türkler için?

Elbette çıktı…

Çıktı çıkmasına da, bugün gibi o yıllarda da yine ‘fırsatçılıklarına, avantacılıklarına ve çıkarlarına’ dokunulan ‘bir avuç zümre’ o ‘aydın’ ve o ‘güzel’ insanları hiç yaşatmadılar ki bu topraklarda…

Yaşatılmayanlardan biri, Kadı, ‘‘Osman Nuri Efendi’’ idi örneğin…

Kıbrıs’ta, ilk ‘Kız Lisesi’ni hayata katandır meselâ o…

Meselâ; İngiliz yanlısı Evkaf’çıların fitne ve fesat ile ikiye böldüğü Lefkoşa gençliğini ‘‘Hürriyet ve Terakki Kulübü’’ adı altında bir araya getiren ve barıştıran da o idi meselâ, Şeriye Mahkemesi’ni yenileyen de…

Ne oldu sonra?

Git gide dokundukça birilerinin çıkarlarına, feryat-ı figan istemezüüük! oldu ol malûm ağalar! tarafından te İstanbul’a…

Ve alındı Kıbrıs’taki görevinden…

Geçmiş yüz yılımız içerisinde önemli bir aydınımız olarak kendisi de başlı başına bir yazı konusu olan, merhum, Fadıl Niyazi Korkut, bir anısını şöyle aktarır:

‘‘1911’de, birkaç arkadaşımla birlikte İstanbul’a gitmiştim.

Orada bulunduğumuz sırada, Osman Nuri Efendi’nin hasta olduğunu işittik ve kendisini evinde ziyaret ettik. Yatakta yatıyordu.

‘‘Geçmiş olsun’’ dedik, rahatsızlığının ne olduğunu sorduk.

- ‘‘Kıbrıs Hastalığı’’ dedi.

O zaman henüz çocuk denecek bir yaşta olduğumuz için, acaba, ‘‘Halep Çıbanı’’ gibi bir de ‘‘Kıbrıs Hastalığı’’ mı var? diye düşündük ve ‘‘Kıbrıs hastalığı nasıl bir hastalıktır?’’ dedik. ‘‘Anlatayım’’ dedi ve anlattı:

- ‘‘Lefkoşa’da, Şeriye Mahkemesi’nin alt katında akşam namazını kılıyordum, tam secdede iken Dubaracı Ali Bey, arkasına bir takım kalabalık katarak mahkemenin önüne geldi ve en galiz küfürleri savurmaya başladı.

Daha secdeden kalkmadan, midemin üstüne bir ağırlık çöktü.

Bu ağırlık hâlâ orada duruyor ve hiçbir şey yiyemiyorum…’’

Düşünebiliyor musunuz?

1900’lerin başında ‘‘İlk Kız Okulu’’nu açan ve kızlarımızın da 120 sene evvelden okumasını hedefleyen ve teşvik eden ‘aydın’ bir insan, nasıl da ‘Hasta’ edilerek atıldı buralardan…

Devam ediyoruz:

Kadı, Osman Nuri Efendi’nin ‘midesi üstüne bir ağırlık çökerterek’ Kıbrıs’tan uzaklaştırdığımız(!) günlerde, adaya, bu topraklarda doğan ‘‘Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’’ gelir.

Bakın ne diyor:

‘‘Çocuk yaştan beri vücudumun her zerresi millet ve vatanımın nimet ve lütuflarıyla oluşup olgunlaşmıştır. İlkin Beyrut Lisesi ile Askeri Tıbbıye’de öğrenim gördüm.

Almanya ve Gülhane’de stajımı tamamladıktan sonra açılan sınavı kazanarak Askeri Tıbbıye’nin iç hastalıkları ve çocuk hastalıkları bölümlerinin yardımcı öğretmenliğine atandım. Daha sonra da görevime ek olarak Mekteb-i Feyz’de Fevzi Paşa Hazretleri’nin iç hastalıkları yardımcılığı ile polikliniğe alındım. Adliye Bakanlığı Sağlık Kurulu Üyeliği’ne de atanmıştım.

Avrupa’nın çoğu başkentleriyle hastanelerini gezip görerek bilgi ve görgümü artırdıktan sonra sırf millete, vatana hizmet verebilmek amacıyla doğduğum yer olan Kıbrıs’a geçtim.’’

Bunca bilgili, birikimli, donanımlı te 1900’lerin başından ‘Avrupa görmüş’ bir insanımızın yurtdışında kalması çok mu zordu? Kalmadı ama… ‘doğduğum yer olan Kıbrıs’a geçtim’ diyor…

Peki ya sonra? Özetliyorum:

* Eczacımız yoktu o yıllarda, eczane açtı, yardımcı buldu, ilaç yapımını öğretti.

* Hastanemiz yoktu; kız kardeşi ile birlikte kiraladığı konağın bir bölümünde kendileri otururken, diğer bölümünü yatılı hastalar için, hastane yaptı…

* Uzak köylerden gelen hastaların tedavi sürelerince hijyenik olmayan hanlarda kalmamaları için, onlara temiz koşullarda ‘Konukevi’ açtı…

* Fakirlerin ve köylülerin ucuz yemek yiyebilmeleri için ‘‘Afiyethane’’ (mutfak) açtı…

* Hastalıkların önüne geçebilmek ve uyarıcı olmak için, küçük boyutlu sağlık broşürleri bastırıp dağıttı…

* İşsizlik, eğitimsizlik, kumar yaygındı… ‘‘Osmanlı Gece Mektebi’’ni açtı…

* Matbaa kurdu, ‘‘İslâm’’ gazetesini yayınlamaya başladı…

* Gençlerimizin meslek sahibi olmaları için büyük ve bahçeli bir başka konak kiraladı ve meslek okulu açtı…

* ‘Tek dil ile olmaz’ dedi; Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Rumca ve Fransızca dil sınıfları açtı…

* Kendi yayınları ile birlikte, Lefkoşa’da ‘‘İslâm Kütüphanesi’’ni hayata kattı…

* Aletlerini satın aldı, gençleri toparladı ve ‘‘Osmanlı Hürriyet Bando - Muzikası’’nı oluşturdu…

Daha neler yapmadı ki… Hepsini…

Ama hepsini kuruşuna varıncaya değin kendi cebinden ödeyerek…

 

*     *    

Dergide, bana ayrılan bu sayfalarda sınırımı doldurdum.

Sonra ne mi oldu?

Kadı, Osman Nuri Efendi’yi ‘‘Kıbrıs Hastalığı’’na gark edenler, ‘‘Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’’i de ‘parasını sokağa atan bir Deli Doktor’ haline getirerek, doğduğuna değilse de, Avrupa ülkelerinden birinde kalmayıp Kıbrıs’a döndüğüne pişman etmişlerdi…

Araştırmacı yazar Harid Fedai, onun için şöyle yazar:

- ‘‘1907 yılında İstanbul’a gitmek üzere adadan ayrılırken, hem üç bin altın liradan olmuş hem de sinirleri iflas etmişti. İkincisinin, bir hekim için ne demek olduğunu takdirlerinize bırakıyorum…’’

Ve son bir cümle…

Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim her şeyi geride bırakıp Lefkoşa’dan ayrılırken, ol malûm zümreler çocuklara para vermiş ve ‘‘Deli Doktor’’un arabasının arkasına gizlice… tangır tungur tenekeler bağlatmışlardı…  

   Sosyal yaşam tarihimizden her iki silüete de, rahmetle…

Dergiler Haberleri