“Bir dolap olsun annemizden hatıra kalsın bize…”

Sevgül Uludağ

Ayyannililer (Aydın) Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Cemal Dermuş’un çok değerli yardımlarıyla, bir Kıbrıslırum okurumuzun  Ayyanni’de bulduğu ve muhafaza ettiği, kapısının içinde çocukların doğum tarihlerinin kurşunkalemle yazılı olduğu dolabın sahiplerini bulduk… Buna göre, bu dolabın sahibi “Sinekçi Halil” olarak bilinen Halil Mustafa ile değerli eşi Fatma Süleyman imiş… Onların çok değerli evladı Aysel Aksu hanımla dün telefonda konuştuk ve bu habere çok sevinip çok duygulandığını söyledi bize, “Bir dolap olsun annemizden hatıra kalsın bize” dedi…

 

“BAĞLARIMIZ, BAHÇEMİZ, HAYVANLARIMIZ VARDI…”

Aysel Aksu, Aysel Halil Mustafa’nın evlendikten sonra kullanmakta olduğu adı… Halil Mustafa ve Fatma Süleyman’ın kızı… Yedi kardeş imişler fakat ablaları Selma vefat etmiş… En büyük kardeşleri Selma imiş… İkinci Altan, sonra Aysel, sonra halen Lisi’de (Akdoğan) yaşayan Süleyman dünyaya gelmiş. Ardından Yıldıray, Şerife ve en küçükleri de Sevcan… Aysel hanım Omorfo’da yaşıyor, bir kızkardeşleri Yeşilyurt’ta, bazı kardeşleri ise Bostancı’da (Zodya) hayatlarını sürdürüyor.

Aile aslında Ayyannili değil, Baf’ın Malunda köyünden imiş… Aysel hanımın anlattığına göre 1953 yılında deprem olunca, Malunda’dan Ayyanni’ye göç etmiş ailesi… “Üç oda bir barakada yaşamaya başladıydık, biz eklediydik odaları… Sonra arsa aldık, ev yaptık, ablamı, abimi orada evlendirdik” diye anlatıyor Aysel Hanım…

Ona dolabı soruyoruz… Dolabı, Malunda’dan Ayyanni’ye göç ettikleri zaman birlikte getirmişler…

“O zaman çocuğudum, dolabı kimin yaptığını bilemem” diye anlatıyor… “Ama en az 80 senelik bir dolaptır… İşlemeliydi, çekmeceleri vardı” diyor.

Aysel hanım şöyle anlatıyor:

“Babam rahmetlik, doğan çocuklarının isimlerini, doğum tarihlerini, dolabın iç kapağına yazardı… Babam sinekçiydi, sinekçilik yapardı. Malunda’da da, Ayyanni’de da, bunda da sinekçilik yapardı.

Ayyanni’de bahçemiz vardı, bağlarımız vardı Ayyanni’de… Hayvanlarımız vardı, koyunlarımız, keçilerimiz… Hepsini geldi, bazı Kıbrıslırumlar aldı… Mandıradan alıp gittiler… Bir akriya (çapa makinesi) vardı, bağları sürerlerdi bu akriyayla… Benzin varıdı… Bir ev dolusu buğday varıdı… Akriyayı alıp gittiler, buğdayı ateşe verdiler… Yetişti babam, aldı lastiği, suladı buğdayı, eledi da un yaptı annem ve bundan bize ekmek yaptı…

Ayyanni Türk köyüydü, karma bir köy değildi… Rumca bilmem ben mesela… Ama mesela babam bilirdi çünkü babam sinekçiydi, sinekçiler derede falan buluşurlardı…

Harp günü geldiler, öldürdüler, torba geydirdiler başlarına bazı köylülerimizin Rumlar… Biz gorkudan gaçtık ve sonradan geldik köye… Kamyonu çektiler bizim köye bazı Kıbrıslırumlar – bunlar herhalde civar köylerden, Salamyu, Arminu, oralardandı… Bizim buğdayları yüklediler kamyona, kalanı da ateşe verdiler… Bereket babam yetişip söndürdü yangını…

Bir Cemil dayı vardı, bize seslendi, “Gelin da Rumlar kaçtı” diye… Ve döndüydük köye… Bir ay falan kaldıydık köyde… Tam ne kadar kaldık, hatırlamam ama… Bir ay-iki ay kaldık, damların üstünde yatırdık Ayyanni’ye geri döndüğümüzde… İngilizler da vardı, kamp kurdulardı, korurlardı bizi… Biz da gizli yollardan kaçtık Ayyanni’den yavaş yavaş… Geydiğimiz elbiseynan kaçtık, o da dağlarda parçalandı, hiçbir şey alamadık yanımıza kaçarken, hiçbir şey getiremedik bu tarafa…

Sonra Ayyanni’den kaçtık, Ayyanni’den Paramal’a kadar yayan yürüyerek gittik, sırtımızdaki entariynan kaçtık, son kafileye, son uçağa yetiştik Paramal’da… En son kafile biz olduk… Bize “Aman çocuklar şanslısınız, son uçağa yetiştiniz” dediydiler… Te gidelim urubalarımız yırtıldıydı, muza olduyduk… Orada bize verdiler, elbise da, herşey verdiler orada… Uçakla Türkiye’ye gittiydik, oradan da kuzeye geldiydik. Bir kardeşim esir olduydu, o esirlikten kurtulunca Bostancı’ya (Zodya) gelip bir ev tuttuydu… Biz bu eve gelip yerleştiydik ve iki ay kadar yalnız kaldıydık, ta annem ve babam gelsin… Onlar köyde kaldıydı, Ayyanni’de ve sonra geldiydiler… İngilizler, anlaşma üzerine getirdiydiler onları…

Ayyannililer’in kimsi dağdaydı, kimisi Rum’la geçtiler kuzeye…

Dolabın bir Rum okurunuz tarafından bulunduğu ve saklandığı ve bize iade etmek istediğini öğreninca, çok duygulandık.

Rumlar herşeyimizi aldılar, hayvanlarımızı, malımızı, arabalarımızı… Bir dolap olsun hatıra annemizden kalsın bize…

Keşke da olmasaydı bu hal, o yerimizde kalsaydık…

Biz gördük, yeter artık, çocuklarımız görmesin…

Size çok teşekkür ederim bu konuyla ilgilendiğiniz için…”

Biz de Aysel hanıma, bizimle bu dolabın ve ailesinin öyküsünü paylaştığı için çok teşekkür ederiz…

Cemal Dermuş’a da sonsuz teşekkürler – onun sayesinde, Aysel hanıma ulaşabildik…

Şimdi de dolabı Aysel hanıma nasıl ulaştırabileceğimizi düşünüp bunu planlamamız gerekiyor… Umarız, değerli okurlarımızın yardımlarıyla bunu da başaracağız ve dolap, ailesine kavuşacak…


Uluslararası Af Örgütü: “Karabağ’da sivil bölgelere bombalama acilen durdurulmalı!”

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Kriz Müdahale Birimindeki uzmanlar, Azerbaycan ve Ermenistan çatışmaları sırasında kaydedilen mevcut kanıtları inceledi.

Örgütün yayınladığı rapora göre kanıtlar, son günlerde uluslararası insancıl hukuk ihlal edilerek kullanılan balistik füzelerin ve hedef hassasiyeti olmadığı bilinen topçu roketlerinin sivillerin ölmesine, yaralanmasına ve geniş kapsamlı hasara yol açtığını gösteriyor.

Özellikle, son günlerde Ermenistan tarafının kullandığı topçu mermileriyle defalarca hedef alınan Azerbaycan'ın Gence şehri ile Ermenistan'ın kontrol ettiği Dağlık Karabağ bölgesinde sivillerin öldürüldüğü ve sivil yapılara ağır hasar verildiği bildirildi.

 

"Savaş hukukuna saygı gösterilmiyor"

Uluslararası Af Örgütü Doğu Avrupa ve Orta Asya Direktör Vekili Denis Krivosheev, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Sivillerin yaşadığı mahallelerde balistik füzelerin ve diğer geniş alan etkili patlayıcı silahların kullanıldığına ilişkin kanıtlar, insan hayatı ve savaş hukukuna hiçbir şekilde saygı gösterilmediğine işaret ediyor."

"Sorumsuzca gerçekleştirilen saldırıların insanların hayatını mahvettiği ve evleri enkaza çevirdiği bir ortamda siviller de öldürülmeye, yaralanmaya ve evsiz bırakılmaya devam ediyor."

"Hastanelerin ve okulların hasar gördüğü, yollar ve haberleşme ağları gibi diğer türde sivil altyapıya zarar verildiği bildirilirken, fotoğraf ve video kanıtları da bu silahların yol açabileceği korkunç hasarı ortaya koyuyor" diyen Krivosheev, sözlerini şöyle sonlandırdı:

"Bir kez daha, çatışmanın tüm taraflarını, sivilleri korumaya öncelik vermeye ve uluslararası insancıl hukuka saygı göstermeyeçağırıyoruz. Sivillerin yaşadığı bölgelerde bu tür silahların ve silah sistemlerinin kullanılmasına derhal son verilmeli."

 

"Misket bombaları kullanılmış olabilir"

Uzmanların Azerbaycan'ın bölgede yasaklı misket bombaları kullanmış olabileceğini tespit etmesi üzerine Uluslararası Af Örgütü, bu silahların kullanılmaması konusunda uyarıda bulundu.

Azerbaycan, misket bombalarını Ermenistan tarafının kullandığını öne sürdü; ancak Uluslararası Af Örgütü henüz bu iddiaları doğrulayamadı.

Uluslararası Af Örgütü hem Azerbaycan'ı hem de Ermenistan'ı bu silahları yasaklayan uluslararası bir sözleşme olan Misket Bombalarının Yasaklanması Sözleşmesini imzalamaya çağırıyor.

 

ARKA PLAN

27 Eylül'de Azerbaycan, Ermenistan ve Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Ermenistan destekli güçler arasında şiddetli çatışmalar başladı.

Son haftalarda, çatışmalara son verilmesine yönelik arabuluculuk girişimlerine rağmen iki tarafın da top ve füze ateşlerini karşılıklı olarak sürdürmesi nedeniyle binlerce sivil yerinden edildi.

(BİANET.ORG – 22.10.2020)


“Savaş, medya ve kayıplar…”

Gelinen aşamada hem siviller, hem de gencecik askerler hayatını kaybediyor. Bir kez daha söylemek gerek: Ermenistan ve Azerbaycan halkları savaşmaya yazgılı değildir. Çözüm mutlaka müzakere masasında bulunmalı, iki halk birlikte yaşamanın imkân ve şartlarını yaratmalıdır.

Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmalar, daha doğrusu buna savaş demek lazım, iki ateşkes anlaşmasına rağmen bir türlü işlemiyor. Taraflar her ateşkes anlaşması sonrası birbirlerini ateşkesi bozmakla suçlarken, can kayıpları da ne yazık ki artıyor.

Türkiye ve medyası açısından en önemli mesele, savaşta iki tarafın bulunduğu gerçeğinin gözardı edilerek, tüm gelişmelerin tek yanlı olarak sunulması.

Denecektir ki “Hükümet zaten kayıtsız şartsız Azerbaycan tarafında iken medyadan ne beklenebilir?” Bu elbette var olan manzarayı tarif ediyor ancak bu bilinçli, hesaplanmış politika, Ermenistan’ın ve “Ermeniler”in gazetelerde ve televizyonlarda sabah akşam düşmanlaştırılması sonucunu doğuruyor. Bunun ne kadar tehlikeli bir yol olduğunu söylemekten dilimizde tüy bitti.

Geride bıraktığımız hafta da böyle oldu. Bilhassa sivillere yönelik saldırılar elbette kınanmalıdır. 16 Ekim akşamı Gence’ye yönelik olarak düzenlenen, sivillerin hayatını kaybettiği saldırı da hiç kuşkusuz bu çerçevededir. Ancak medya bu saldırılara yer verirken Ermenistan topraklarında da sivillerin hedef altında olduğunu, can kayıpları yaşandığını görmezden geliyor. Hâl böyle olunca Türkiye kamuoyu sürekli “Ermenistan yine sivilleri vurdu” yönündeki haber bombardımanıyla şekilleniyor.

Bu atmosferin Türkiyeli Ermeni toplumunu ne kadar boğduğunu da söylemekten dilimizde tüy bitti. Ancak tüm bu uyarılar “Ermeni vatandaşlarımıza ilişkin bir mesele yok” açıklamalarıyla karşılanıyor. Oysa atmosfer ve bilhassa sosyal medya hiç de öyle söylemiyor.

Sadece barış isteyen, ateşkes isteyen, “İnsanlar ölmesin” diyenler eleştiri ve hakaret yağmuruna tutuluyor. HDP milletvekili Garo Paylan’ın gerek ilanlarla, gerek yazılarla ve sosyal medya aracılığıyla hedef gösterilmesi, ne yazık ki bir mesele olarak gündeme gelmiyor. Üstelik, yeni öğrendiğimiz bir gelişmeye göre Paylan’ın kendi hakkında çıkan o malum ilanla ilgili yaptığı suç duyurusu hakkında takipsizlik kararı verilmiş. Hatırlanacaktır, ASAM adlı kuruluş, iki hafta kadar önce iktidar yanlısı gazetelere ilan vererek Garo Paylan’ı “ihanet içinde olmak”la suçlamıştı. Bu bir hedef gösterme değilse daha ne hedef göstermedir, onu da bilemiyoruz artık.

Savaşa gelecek olursak... Ateşkes anlaşmaları ne yazık ki işlemiyor. Öyle görünüyor ki, Azerbaycan yönetimi kamuoyunu tatmin edecek bir kazanım elde etmeden çatışmalar sona ermeyecek. Tablo bu.

Savaşın başından beri bu çatışmaları Ermenistan’ın başlatmış olmasının gayet mantıksız olduğunu söyledik. Bunu sadece ben değil, süreci yakından izleyen uluslararası gözlemciler de söylüyordu. Türkiye medyası gerek Ermenistan’ın açıklamalarına, gerek bu gözlemcilerin analizlerine yer vermese de süreç de kendi mantığı içinde işliyor. Ve bu aslında ateşkesin nasıl bozulduğunu da bize anlatıyor.

Gelinen noktada Azerbaycan’ın bazı kazanımlar elde ettiği anlaşılıyor. Ve öyle görünüyor ki Azerbaycan bu kazanımları artırmadan masaya oturmayacak. Bu da çok yakın bir ateşkesin biraz zor olduğunu gösteriyor. Umarım yanılırım.

Ancak bu tablo bizi başka bir noktaya da götürüyor. Ermenistan tarafında askerî kayıplar 800’e ulaştı. Azerbaycan resmî sayı açıklamasa da bir o kadar kaybın da Azerbaycan ordusunda olduğunu varsayabiliriz.

Cenaze ve esir değişimi amacıyla anlaşmaya varılan bu ateşkes işlemediği için, öyle anlaşılıyor ki cesetler hâlâ muharebe meydanında.

Öte yandan, Ermenistan, Türkiye’nin savaşa büyük bir kampanyayla katılmasına ve Türkiye kamuoyundaki havaya da bakarak, yaşadığı topraklardaki varlığının bir kez daha tehdit altında olduğunu düşünüyor. Bu da Ermenistan açısından savaşı sürdürmek için teşvik edici bir durum oluyor.

Her ne olursa olsun, gelinen aşamada hem siviller, hem de gencecik askerler hayatını kaybediyor. Bir kez daha söylemek gerek: Ermenistan ve Azerbaycan halkları savaşmaya yazgılı değildir. Çözüm mutlaka müzakere masasında bulunmalı, iki halk birlikte yaşamanın imkân ve şartlarını yaratmalıdır. Her iki tarafın da kendini güvence içinde hissedeceği bir çözüm şarttır. Başka bir çare yok.

Ve bu kadar insan ölürken kimse savaş çığırtkanlığı yapmamalıdır. Bu topraklar buna doydu artık.

(AGOS - Yetvart Danzikyan – 22.10.2020)

DEVAM EDECEK