BİR DÖNEMİN ve YAŞAM ÖYKÜSÜ

Kimileri, sayıları her zaman çok, çok az olan kimileri, yaşamı pekiştirerek ölür

 

 

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin

BİR DÖNEMİN ve YAŞAM ÖYKÜSÜ

Kimileri, sayıları her zaman çok, çok az olan kimileri, yaşamı pekiştirerek ölür… Adına “ölüm” denen o kaçınılmaz sonu, son olmaktan çıkarıp, neredeyse yaşamın bir kilometre taşına, bir “sonra”ya uzanan ve artık hiçbir yazgının el uzatamayacağı bir köprüye dönüştürerek…

İşte, Onay Fadıl Demirciler, bunlardan biri…

13 Haziran 1936’da ‘merhaba’ dediği yaşamdan – 19 Haziran 1994’te, “58. Doğum Günü”nden bir hafta sonra hayata veda etmiş. Bir bilim insanı, bir eğitimci, bir politikacı ve DAÜ’nün kuruluşunda ona, “DAÜ’nün Kurucusu” kimliğini kazandıran, TMT içinde önemli görevler yapan – İngiltere ve Amerika Üniversitelerinden diplomalı, “Makine Mühendisi” olan Onay Fadıl Demirciler’in, tüm hayatıyla ilgili “Onun kurduğu dünyayı bütün boyutlarıyla anlatan bir kitap” yayınlandı geçtiğimiz günlerde:

“Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin – Bir Dönemin ve Bir Yaşamın Öyküsü” adıyla…

TOPLUM ve İNSAN GERÇEĞİ…

“Onay Fadıl Demirciler Eğitim ve Bilim Vakfı Yayınları”nda çıkan, (285) sayfalık kitabın yazarları: Ahmet Tolgay ve Filiz Besim…

Öncelikle, her iki yazarımızı da yürekten kutluyorum… Konusuna yakışacak şekilde – duygusal bir boşalım yerine – bu sınırı aşarak, onun kaybının yarattığı acıdan silkinerek… Onun kişiliği, donanımı ve yaptıkları / yarattıkları / özlemleri ve başarılarıyla kurduğu dünyanın kapısını aralamışlar bize…

Bu toplumun değerli üretken ve yaratıcı her ferdine yapılması gerekeni… Toplum ve insan gerçeğimizi iyice öğrenip, önce onlara sonra da kendimize, yaratıcılarımıza gereken sevgi ve saygıyı duymamız için… Çünkü,

Bir insanı sevmenin, ona saygı duymanın ilk koşuludur bu…

Bu yüzden, sadece duygusal değil… Öznel yaklaşımlarla sınırlı değil, bilimsel bir metotla hazırlanmış…ve, Onay Fadıl Demirciler’in, bir aydın, bilimsel bir gözlemci olarak, Kıbrıslı Türk Toplumunun içerisindeki yerini… güçlü kişilik ve tanıklıklara yaslanarak çiziyorlar…

Ahmet Tolgay’ın, bu konuyla ilgili ikinci çalışması bu…

Onay Fadıl Demirciler’in ölümünden sonra, ailenin kurduğu, Onay F. Demirciler Eğitim ve Bilim Vakfı, 1997’de, Demircilerin üçüncü ölüm yıldönümünde A. Tolgay’ın, “Kıbrıs Çarmıhtan inerken” adlı romanını da yayınlamış.

KİTABIN İÇERİĞİ…

Kitap (9) bölümden oluşuyor. Bölümleri ve kapsadıkları ‘bazı’ başlıklara bakalım:

1-   ÖZGEÇMİŞ.

·        Bir yaşam Öyküsüne Yolculuk

·        Farabi Sokaktaki Yaşama Dair

·        TMT ve Kırıkkale

·        İleri teknoloji Enstitüsü

2-   ONU EŞİ ANLATIYOR

3-   ÖZEL SEKRETERLER

4-   KARDEŞİ ANLATIYOR

·        Sayman Demirciler

·        Kim bu “Murat Murat?”

·        Anılardaki Soylu Kişilik

5-   ONU TANIYANLAR

·        Onay Bey Büstü ve Dr. Halil Güven

·        En az Eleştirilen İskan Bakanı

·        Paha Biçilmez Bilezik

·        Kıbrıs Türk Basınına Hizmet

6-   YOL ARKADAŞLARI

·        Söz, Prof. Ayhan Bilsel’de

·        “Enstitüyü Üniversite yapacağız…”

·        Doç. Dr. Dağbaşı’nın Kaleminden

·        Doç. Dr. Erbil Akbil: “Onay Bey Işığı Görebilendi.”

·        Prof. Dr. Hasan Ali Bıçak konuşuyor

·        1979… Haspolat

·        Beyaz Volkswagenli Adam.

·        Enstitüden Üniversiteye

·        Esprileriyle Demirciler

·        Yüksek Öğretimde Bir Milat

·        YTE’den DAÜ’ye Geçişi Dr. Ahmet Aker’den Dinliyoruz…

·        DAÜ’ÜN OLUŞUMU: Prof. Dr. Erzat Erdil’den.

·        YTE’li İş Adamı: Dr. Ahmet Gürtuna

7-   DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

·        Bugünün DAÜ’sü

·        Doğu Akdeniz’in İncisi

·        Son söz

8. Onay Fadıl Demirciler’in, 19 Haziran 1994’de vefatından sonra gazetelerde çıkan yazılar

9. Onay Fadıl Demirciler’in, 1 Ekim 2004’de DAÜ’de, Büstünün Dikilmesinden sonra gazetelerde çıkan yazılar…

SON DEĞİNİLER…

Özellikle de son dönemlerde boşluğu – yokluğu daha bir hissedilen “Toplumsal Belleğimize”, böylesi bir artı tanıklık armağan ettikleri için hem “Onay Fadıl Demirciler Eğitim ve Bilim Vakfına…” hem de, böylesi zor bir görevi gerçek bir başarı ile toplumsal belleğimize sunan,her iki yazarımıza – Ahmet Tolgay ve Filiz Besim’e - bir kez daha tüm toplum adına – özellikle de “gençlerimiz adına” – onlara bir örnek yaşam oluşturması nedeniyle – toplumumuz adına da çok teşekkür ederim…

Bu tür çalışmalar toplumumuzda daha sık yapılmalı… Daha çok yazılmalı… Değil mi ki, bizim için, bir görev bir gereksinim bu… Bunu adım adım gerçekleştirip artırdığımız gün ‘yazınsal ve düşünsel ortamımız’ gelişip zenginleşecektir.

Bugün, bütün ilişkiler temelinden sarsılmış, umutları / hayalleri yok edilmiş bir toplumun bu tür umut verici çalışmalara ihtiyaç var; ama, sadece maddi varlıkları buna yeten ailelerce değil, toplumun saygısını ve sevgisini hak eden kişilerin de ayni şekilde ebedileştirilmelerini gönül çok arzu ediyor; çünkü, onlar toplumun saygı anıtıdırlar… Ve, bu görev Devlet ve Yerel Yönetimlere düşüyor…

***

Son söz olarak…

Belli ki, “çok yönlü bir aydın”ın, güzel bir örneği olmaya özen gösterdi Onay F. Demirciler. Belli ki, tüm yaşamı boyunca koşup durdu… Bu toplumdaki tüketimin içindeki “tükenmeyi” de hissetti bana göre… O yüzden erken öldü…

Çağımızın içinde bir rastlantıdır dost ve enerji doluluk…

Hele hele de her şeyin tekdüzeleştiği dönemlerde “pedagojik enerjinin önemi” daha bir artar.

Hem üniversite hem siyaset ve sanat boyutunda… Her alanda aynı anda ve aralarındaki farklarla…

Belli ki ayrışık bir var olmanın adamıydı o…

Bu kitap okunmalı… Okundukça artacak, ‘artı ve eksileri’ tartışılmalı…

***

Yazamadan edemeyeceğim bir konu da: Böylesi bir eserin basımında neden gereken özenin gösterilmemesi…

Kitap, olması gerekenden çok daha küçük boyutta… Özensiz ve okunamayacak kadar küçümen harflerle ve kağıdının kalitesi düşük ebatı ise boyutsuz…

Diğer bir eksiklik ise her iki yazarın da, “Öz geçmişlerinin” bulunmayışı; ki bu da büyük eksikliktir. (Kitabın kapağındaki O.F. Demircilerin portesinden sonra daha ilk sayfayı açarkenden aynı portrenin tekrarı da (+) bir ekleme olmuyor.

Hayat dolu bir insanı o kadar koyu ve karamsar bir “ön ve arka kapak”ta vermek de gerekli miydi?

 

 

 


 

RÜZGARA YAZILANLAR

(305)

Yakınlarıma rastlaştığımda, gençlere daha da ötesi bazen hiç tanımadıklarıma sorular sorarım – özellikle de – gündeme - gündemdeki sıkıntılara dair… Dikkat ediyorum son dönemde “karamsarlık” inanılmayacak kadar ağırlaşmış…

Ama, bunu fark etmesi ve bıçağı ilikte daha çok oynatmamaları gerekenler… Özellikle de siyaset meydanında at koşturanları, ‘aceleci ve baş eğici’ akıl tutulmalarına ve teslimiyete sevk etmemeli…

Kimse ama hiç kimse, demokratik siyasi yapımızın zemininin kay(dırıl)masına, izin vermemeli…

Ancak, yıllardır yaptığımız özveri ve geleceğe dair planlarımız, pırıl pırıl hayallerimizin kabuk bağlamasına kendi ellerimizle izin vermemeliyiz…

***

Tüm bunlar + daha + daha da ötesini aklımızı başımıza toplayıp da yerli yerine oturttuğumuzda… Boş umutlar ya da umutsuzluklarla birbirimizi – özellikle de – yöneticilerimizin toplumu hiçe + kendi kulu saydığı durumları noktaladıkları zaman… geleceğimizi… yeniden kendi ellerimizle  kurmaya başlayacağız…

Ancak, “kötünün adını” yalansız dolansız koyduğumuzda – ki, artık ve kesinlikle şart oldu – “iyiyi” gerçekten tarif edebileceğiz…

Yeter ki, umutsuzluğun ve karamsarlığın ürettiği “psikolojik kayıtsızlık” ve tutukluğu yenebilelim…

Yeter ki, “gemisini kurtaran kaptan” ideolojisinin, toplumumuzun hücrelerine kadar yayılışına set çekebilelim…

Evet… Demokrasi… çünkü,

Demokrasi, yalancı iyimserliklerin, tüccar işi umutların naif hayallerin düzeni olamaz… Korkacak bir şey yok! Paranoya ve şiddete teslim olmazsak…

İnsanların karamsarlığı, gecenin en karanlık anını işaret edecektir…

Yani, sabaha en yakın anı!..

(306)

Dün bir arkadaşla yukarıdakilere benzer konuları tartışıyorduk… “Bu toplum aptal” deyince, dayanamadım, ‘aptal toplum yoktur aslında, aptallaştırılmış toplumlar vardır” dedim.

Kimler tarafından yapıldığını da birlikte bulduk: Toplumları aptallaştıranlar arasında, art niyetli ve beceriksiz politikacıları medyadan yayılan çelişkili mesajları, dincilerin vaazlarını, önyargılı aydınların yazıp çizdiklerini vb. “Bunlara, askeri ve sivil otoriteleri de eklemeliyiz” dedi arkadaşım… Ekledik… Böylece de, karşımıza almadık kimse bırakmadık!

Konuyu daha açmayı teklif edince, onu da yaptık… Arkadaşım, sahtekarlığın, aptallıktan daha vahim olduğunu ama aptallıktan ayrı düşünülemeyeceğini… bunların iç içe olduğunu ekledi.

Yani, sahtekarlar, var olabilmelerini aptallara mı borçludurlar? diye sorunca da şu yanıtı aldım:

-          Bazı aptallar, aptallık olarak damgalanmalarının nedenini, dürüstlüklerinde arayıp, sözde “mecburen” sahtekarlığa başvurur… Ne yazık ki bunların çoğu eninde sonunda bindikleri daldan tepe üstü düşüp, sahtekarlıklarının hiç de akıllıca türden olmadığını anlamaya mahkumdurlar…

... Yani, bizde akıllı sahtekarlar yok mudur?

-          Olmaz olur mu; ama, bunlar geçekten de akıllı oldukları için, çevirdikleri dolapları toplum olarak anlayamayız… Biz, Türkiye’den gelen filan sanatçının eti, ötekinin budu ile etkilenirken… Onlar, bizim hayal edemeyeceğimiz yerlerde, bıyık altından gülümseyerek, çarklarını döndürmeyi sürdürüyorlar.

***

… Yani sence, ‘akıllı toplumlar, akıllı sahtekarlarla da baş edebilen toplumlardır” mı demek istiyorsun?

-          Evet, tam da kendisi… Ama, akıllı toplumların, ‘akıllı ve dürüst” yol göstericileri vardır; daha doğrusu, akıllı toplumlar, her kafadan bir sesin çıktığı kargaşa ortamlarında, kime kulak vereceklerini bilirler… Ör: bir örnek vereyim ve sen de bu örnekteki “aptallık – sahtekarlık” diyalektiğini çözmeye çalış…

“KDV oranları biliyorsun, yürürlüğe konalı epey oldu; ama, vatandaş, fiş istemeyip, küçük bir indirime razı… Satıcılar da, yüksek KDV’li malları, düşük KDV’li gibi yazarak, kazançlı çıkacaklarını hesaplamasalar, bu uygulama bu hale gelebilir miydi!..

Dengesiz gelir dağılımını, gülünç ama o kadarı dahi uygulanmayan asgari ücreti, toplanmayan gelir vergilerini de… aynı küçük hesaplara bağlayabilir; karşısında da aynı tepkisizliği gösterebilirsiniz…

Unutmadan… “Akıllı toplumlar, tepki göstermesini de bilen toplumlardır…”

 

(307)

Her defasında… her ölen bir sanatçının vb. arkasından onca törensel  olguları hep yadırgayarak, içim yanarak izlerim…

Hep düşünür ve üzülürüm… Bunların yerine, o ölenin anısına, “bir orman, bir park oluşturulamaz mı” diye… çünkü ve eğer bakarsak, yani, duygularımızda samimiysek, o fidanlar asırlar boyu yaşar…

Güzel bir yaratıcılık ve erdem değil mi bu!..

Çocuklar gelsin, koşup oynasın, dallarına salıncaklar kursun… Birbirini çok sevenler elele gelsin, kuşların şarkıları sevdalarına yansısın…

Ve, sevginin yansıttığı ışık… Size ninni olsun, masal olsun, dua olsun, sevgi olsun… Ormanınıza bahar olsun…

 

(308)

Hade gelin Mahmut Derviş’in dizeleriyle bitirelim. (Ben bu dizeleri okurken, hüznün, acının, ölümün gölgelerini izliyorum…)

“Arap Ahmet diren!

Kuşatma altında gezeceğiz

Ulaşıncaya dek kıyısına

Ekmeğin ve dalgaların…

Öleceğiz düşü uğruna

Bu yurdun

Ve bekleyen yaseminlerin…”

 

 


 

PARANTEZ

24. IŞIK KİTABEVİ FUARINA DAİR…

Eksiklikleri olabilir ama bir fuarı 24 yıl aksamadan açmak – açabilmek yine de büyük başarı… K.T.Mühendis ve Mimar Odaları Lokali’nde ilk açılışını çok iyi anımsıyorum. Daha sonra, Gençlik Merkezi’nde (Kızılbaş Kilisesi’nde) yer aldı ve sürüyor…

Uzun yıllar sürmesini de dilerim… O daracık mekana binlerce kitabın sıkışması bir sürü olumsuzluğa neden olsa da… Ve, bizzat Nahide’nin de dile getirdiği kuşkusuz eksiklikleri de var; ama soyunduğu iş tek bir ‘merkezin’ üstesinden  kolay kolay gelebileceği bir olgu değil; ama, her yıl, bir adım ileriye gitmeyi hedeflemeli. Yine de, Işık Kitabevi’ne “teşekkür” borçluyuz… Konferans, söyleşi, panel, müzik ve binlerce kitapla buluşturduğu için bizi…

Kolay bir iş değil ama keşke bir öneri defteri, sunulan bildirileri kitaplaştırmak vb. yapsa…

Benim takdir ettiğim bir yanı da, her yıl bir “Onur Ödülü” vermesi.

***

Önümüzdeki yıllarda Kıbrıs Türk Toplumu’nun Kültür Toparlanmasını konu alan çalışma, araştırma ve ödüller yer alması dileği ve yürekten teşekkürlerimizle…

 

 

 


TEKZİP

Geçen sayımızda, Yrd. Doç. Dr. Tufan Erhürman’ın Savcı Yardımcısı Merhum Mehmet Şefik anısına düzenlenen yarışmayı kazandığı konusunda yaptığım hata için yazarından özür diler, T. Erhürman’ın yarışmacı değil, Mehmet Şefik’i anma gününde konuşmacı olduğu gerçeğinin altını çizerim.

N.C. 

    

Arşiv Haberleri