Bir dostların acısına... Bir de öpmeye, sevdiklerimizi...

O dönem hiç penceresi olmayan ve gün ışığı görmeyen odama kapandığım bir akşamüzeriydi. Herhalde, dört seneyi geçmiştir. Çok hızlı akıyor zaman ve insana “dün gibi” gelen nice yaşanmışlık, bir bakıyorsunuz ki meğerse çok daha eski. Ömür bu

 

 

O dönem hiç penceresi olmayan ve gün ışığı görmeyen odama kapandığım bir akşamüzeriydi.

Herhalde, dört seneyi geçmiştir.

Çok hızlı akıyor zaman ve insana “dün gibi” gelen nice yaşanmışlık, bir bakıyorsunuz ki meğerse çok daha eski.

Ömür bu giden, farkında mıyız acaba?

 

***

 

Birer birer sesleniyor, “iyi bir akşam” dileğiyle uğurluyorduk gazeteci arkadaşları...

Az sonra tüm ağırlığı ile yine gün çökecekti üzerimize ve “son sayfa da tamam” diyerek, derin bir nefes alacaktık.

Öyle de olmuştu.

Herkesi göndermiştim, bir tek, sayfaların ağır işçileri kalmıştı, bilgisayar başında...

 

***

 

Tam çıkmaya hazırlanırken, telefon çaldı,

Dr. Okan’dı.

“Kaza var” dedi, “Fuar’ın tam karşısında, araba ezim ezim...”

Ne “acımasız” bir meslektir ki, “kaza var” diyen sese, hiç tereddüt etmeden gelen ilk sorumuz “ölü var mı” olurdu genelde..

“Kesin var... Bir araç, ötekinin üzerinde çünkü ve alttaki tamamen ezildi...”

Bir telefon daha az sonra...

Bir daha...

Ve bir daha...

Hepsi anlatıyordu, gördüğü felaketi...

 

***

 

Sokağa inecek, arabaya binecek, “felakete” doğru gidecektim ki, son telefon Dilek’ten geldi bu kez, Çetereisi’nden...

“Ceyda” dedi, “Panik yapma, durumu ciddi ama yaşıyor...”

Sonrası, akıp gitti....

Sonrası terdi, panikti, gerginlikti, yalvarmaydı, beklemeydi, geceydi, gün doğumuydu, umuttu...

 

***

 

Ceyda...

Kız kardeşim...  Dün doğum yaptı...

Bir kızı oldu, kendi gibi yaşama gülen..

Henüz vücudunun dört bir yanında “çiviler” dururken, “çivi çiviyi söktü” hep bizim hayatımızda...

Ve başımız, bir dostların acısına eğildi.

Bir de sevdiklerimiz için konduracağımız, bir mutlu öpücüğe...

Başka da eğilmedi.

 

 

 

 

 

 


 

Derviş Küçük salvoları

 

Siyasetin “tepesindeki” ayrışma, artık, gün yüzüne çıkmaktan çekinmiyor!..

Öyle anlaşılıyor ki, KÜÇÜK HÜKÜMETİ son bir senesine girdi...

Ne ilginç değil mi?

Son UBP Kurultayı’nda, sırf Ahmet Kaşif başkan olmasın diye, Eroğlu da “Küçük”e sarılmış.

Oysa şimdi..

Yanında yalnızca birkaç milletvekili ve belediye başkanı kalan İrsen Küçük’e son uyarılarını yapıyor Eroğlu.

Üstelik de kamuoyu önünde...

“Salvolar” karşılıklı geliyor.

·        Eroğlu diyor ki, “Hükümet zamanında tedbir almadı.”

·        İrsen Küçük de diyor ki, “Eroğlu Başbakan olduğu dönemde ekonomik programı uygulamadı.”

Şimdi, objektif bir yorum yapacak olursak, ‘Küçük’ Başbakan haklı.

Eroğlu “Saray”ı hayal ederek, “ekonomik tedbir” işine hiç bulaşmamıştı...

Testiyi İRSEN KÜÇÜK’ün başına kırdı!..

Ama İrsen Küçük de “gaf üzerine gaf” yaptı, hükümeti toplumdan tamamen kopardı, memleketi yüzüne gözüne bulaştırdı.

Olay yurttaşa oldu!.

 


 

İnsan olmak

 

Dipkarpaz'daki cenaze, hepimize mesajdı.

Bir ömrü, ekmeğini topraktan çıkararak ve hayvancılıkla törpüleyen Mihayilis Hayili, gözlerini yumarken dünyaya, "Bunu iyi düşününüz" dedi.

Kıbrıs ülkesinde kaderimizin ortak olduğunu anlattı.

Dipkarpaz’da önceki gün hayatını kaybeden Kıbrıslı Rum Mihayilis Hayili, önce imamdan helallik aldı, sonra kiliseye taşındı cenazesi.

Eşi Andriana Hayili, "Kıbrıslı Türklerle hep kardeş gibi yaşadı" dedi…

Ve son arzusu, kuzeye gömülmekti…

Türkçe ya da Rumca dilleri ne olursa olsun, dini inançları fark etmeden, tüm dostları buluştular cenazede.

Tek ortak paydaları vardı, "insan" olmak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri