Dün sabah kuaförde bir diyaloğa tanık oldum. Saçını yaptıran Kıbrıs kökenli genç kadın TC kökenli kuaförle sohbet ediyor. Kuaför soruyor ‘’Nasıl geçti hafta sonu?’’ Genç kadın cevap veriyor ‘’Vasilya’da nenemin köyüne gittik.’’ Kuaför ‘’Orası neresi?’’ diyor. Genç kadın ‘’Hani deniz kenarında Karşıyaka var ya...’’ ‘’Evet biliyorum’’ diyor kuaför. ‘’Onun dağ tarafında da bir köy var. İşte orası Vasilya...’’
Şoklarımı yaşıyorum. Dayanamayıp kıza soruyorum. ‘’Siz nerelisiniz?’’ ‘’Nenem Vasilyalı, babam Karşıyakalı’’ diyor. ‘’ Nenem dağ tarafında oturuyor, oraya Vasilya diyor, babam aşağıda deniz kenarında oturuyor oraya Karşıyaka diyor.’’
Genç kadına aslında ikisinin de aynı köy olduğunu, birinin köyün 1974 öncesi adı, diğerinin ise 74 sonrası bizlerin koyduğu isim olduğunu anlatıyorum. Ama inanın konu da bana dert oluyor. Biz bu kadar mı kendi ülkemizi tanımıyoruz. Tarihimizi bilmiyoruz; hem de bu minicik adada...
Ve işte bu nedenledir ki eski bir yazım olsa da aşağıdaki yazıyı sizlerle yeniden paylaşmaya karar veriyorum. Kim bilir burnumuzun dibindeki Vasilya’yı bilmeyen bir nesil Lefkara’yı nasıl bilecek? Bu adanın tarihine damga vurmuş o muhteşem tarih ve kültür zengini köyü...
LEFKARA...
Babam hep “Bu ada bir bütün olarak güzeldir” der. Gezdikçe ve yeterince tanımadığım adanın öteki yüzünü de tanıdıkça, öyle çok hak veriyorum ki ona…
Trodos’ta çam kokusu, Karpaz’da deniz, Baf’ta badem macunu, Mesarya’da sini gatmeri, Lefkara’da Leanordo Da Vinci işi danteller ve Galatya (Mehmetcik)’da ipek kozası…
Ben öneriyorum; bir sabah uyandığınızda ‘’hadi gidelim’’ deyip yanınıza bir de gönül dostu alıp Lefkara köyünün yolunu tutun. Eğer henüz gitmemişseniz iddia ediyorum ki; büyüleyici güzellikte bir gün geçireceksiniz keşfederken memleketimizin öteki yüzündeki bu dünya markası olmuş beldeyi... Keşfederken Lefkara’nın tarihini ve kültürünü mis gibi kendiniz kokacaksınız her an her yerde… Leonardo Da Vinci ta 1400’lerde kalkıp İtalya’dan gelmiş ve bir görüşte vurulduğu o muhteşem el işi göz nuru nakışları alıp Milan Katedraline götürmüş… Leonardo Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” adlı tablosunun kenarlarında Lefkara işi motifleri vardır.
Hiç kuşkusuz Kıbrıs’ın dantelleri ve nakışları meşhurdur. Bir zamanlar o bir yastıkta kocanacak evliliklerin kutsal yastık kenarlarına işlenen danteller, nakışlar. Gelin evine gidecek evladiyelik çeyizler… Bu tür el işleri bu adaya Venediklilerle gelmiş aslında ve daha sonra bu adanın el işleriyle de birleşip, harmanlanıp kendine özgü motifler ve tarzlar oluşmuş...
İşte Lefkara işi de, bu motiflerden biri ve adını da Lefkara köyünden aldı. Lefkara köyünü dünyaya tanıtan o harikulade güzel nakışlar olsa da, Lefkara aslında tarihiyle, evleriyle efsaneleriyle ve zengin kültürüyle Kıbrıs’ın en yoğun dokularından birine sahip… Dağın içinde, kendileri de aynen nakış gibi iki şirin köy… Aşağı Lefkara ve Yukarı Lefkara… Larnaka ilçesine bağlı, 1974’den önce sinesinde Türklerin de yaşadığı, kendine özgü karakteri ve özellikleri olan bir köy…
Köyün girişinde sizi el işleriyle dolu nakış nakış dükkanlar karşılar… Manzara, sanki her tarafa örtüler serilmiş sıcacık bir eve “Hoş geldin” der gibi.
Bu özel köyün ruhunu hissetmek için üç-dört saatlik bir kaçamak yetecektir. Buram buram Lefkara saracak her yanınızı… Sizi bilmem ama ben bu kadar nakışların arasında kendimi hep o masumiyet çağında hissederim nedense… Yıllarca beklediği yârine nihayet kavuşan, beklerken de el emeği göz nuru işlerle yuvasını bir sanat eserini şekillendirir gibi şekillendiren, en güzel nakışları yâriyle birlikte baş kocayacağı yastığın kenarlarına işleyen masumiyet döneminin saf kızlarını anarım hep… O nakışların büyüsünden midir nedir, bilmem ama, o dönemde evlilikler henüz sınıfta kalmamıştı.
Eşle kavga dahi edilse yatak terk edilmezdi. Önce yastıklar mı ayrıldı, yoksa yastıkların kenarlarına işlenen nakışlar mı tükendi bilemem!.. Ama acı gerçek şu ki, artık masumiyet çağı son demlerini yaşamakta...
Lefkara’yla hiç alakası olmasa da bu yazılanların, ben nakışların arasında hep takılırım işte o bir zamanların masumiyet dönemi kenarı nakışlı upuzun tek yastıklarına… Emek emek işlenen aşklarına… Yâri olmazsa yaşayamayacak yüreklere sahip sevgililere…
Hiç kuşkusuz, Lefkara işi nakışlardan başka güzellikler de var bu köyde… Daracık taş sokaklar, beyaz taştan iç bahçeli, iki katlı baştan çıkarıcı evler… Bu tür evler Lefkara’da Osmanlı döneminde yapılmaya başlanmış. İçi çiçek ve meyve ağacı dolu yüzyıllık yapılar. Evleri, dokusu, ruhu ve tarihi hep korunmuş nostaljik bir kasaba burası…
Tarihte bir düş yolculuğuna çıkmış gibi dolaşırken sokaklarda, birden bire bir müze çıkar karşınıza… Lefkara Mumya Müzesi… E Lefkara’yı keşfe gelmişseniz eğer, ille ki dalacaksınız içeriye. İşte o zaman, zamanda yolculuk düşten gerçeğe dönüşecek. Kıbrıs’taki kültüre ve tarihe dair ne varsa, mumdan insanlarla canlandırılmış bu müzede… Ekmek fırını karşısında ter döken ninelerimizin zamanı, paluze kazanı başında sucuk yapımı, kahve ve tavla partilerimiz… Geline ve damada düğünde para takma, yorgan işleme, ayakkabı yapım dükkanları ve bir zamanların bu adaya dair neyi varsa…
Yine bu müzede tanık olacaksınız bu adadaki tarihte yolculukta Rum’un ve Türkün tarihi farklı algılamasına… Osmanlı’dan, İngiliz’e ve 1974’e kadar yaşanan tarihte her KıbrıslıTürk’ü sinir eden tarihi yansıtma şekli… Kıbrıs sorunu bir duvar gibi çarpacak işte bu tarihte yolculuk müzesinde de suratınıza… Düş yolculuğumuzdan uyansanız da “Ne yapalım, bu da bizim adamızın gerçeği işte” deyip devam edeceksiniz Lefkara’yı keşfe…
Kalan armağan ömrünüzde, eğer henüz çıkmamışsanız; Kıbrıs’a armağan bu özel köye, bir yolculuğa çıkın diyorum… Günlük sorunları üç-dört saatliğine unutup zamanda yolculuğa çıkar gibi keşfedin bu güzel köyü… Yanınızda sevdiğiniz olmayabilir, hatta olsa da sizinle gelmeyebilir… O gelmese de özel bir dostla, ama mutlaka sevgiyle çıkın Lefkara’nın kalbine yolculuğa…