Bir eleştiri ve yine Kıbrıs sorunu

Mete Tümerkan’ın “CTP Nereye Gidiyor” başlıklı gerçekten seviyeli eleştirisel yazısı, beni bu hafta yine Kıbrıs sorunu ile ilgili yazmaya sevk etti. Şimdi, gerçekten bir “sona mı gidiyoruz?”. Burada cevabın niyete bağlı olara

 


 

Mete Tümerkan’ın “CTP Nereye Gidiyor” başlıklı gerçekten seviyeli eleştirisel yazısı, beni bu hafta yine Kıbrıs sorunu ile ilgili yazmaya sevk etti. Şimdi, gerçekten bir “sona mı gidiyoruz?”. Burada cevabın niyete bağlı olarak değiştiğini söyleyebilirsiniz. Ama bir gerçeği değiştirmek olanaksızdır. Bir uluslararası sorunu, bir toplumsal sorunu, taraf veya olayın aktörlerinin kabul edebileceği bir sonuca bağlamazsanız, sizin niyetiniz ne isterse olsun o sorun çözülmez. Başka biçim ve yansıma ile ve özündeki çelişkiyi farklılaştırarak değil çoğaltarak sürer gider. Sorun ancak çözümle biter.

 Bu ise yalnızca bugünkü çelişkiyi sonlandırır. Esas son ise antlaşma sonrası, tarafların ve onların demokratik güçlerinin, bu anlaşılan sonucu ilerletmeleri ve yaşam geçirmeleri kararlılığı, cesareti ve yeteneği ile bağlantılı bir olgudur. Çünkü 1960’da bir antlaşmaydı, ancak tarafların demokratik güçleri bunu, savunma, ilerletme, yetenek ve niyetlerinde zafiyeti olduğu için bu ilerleyemedi. Özündeki çelişkiyi yeniden üretenlerin yol açtığı çatışma kültürü ile buraya ve bugüne geldik.


BAN Kİ MOON KAPIYI GINDIRIK BIRAKTI

İşte bu yüzden New York’ta bir 3. Zirve’ye gidiş öncesi ve BM Genel Sekreteri’nin çözüm umudu için uluslararası görüşmeyi de zikretmesi ve “mekik” diplomasi metodunun sürece, dahil edilmesi, çözüm kapısını yeniden Gındırık bıraktı. Bu, “bizlere” karşın oldu. Çünkü kuzeyde Eroğlu ile güneyde Hristofyas’ın, Cenevre sonrası ikinci zirveye giderken performanslarının iyi olmadığı zaten açıktı...

Peki, Eroğlu ile Hristofyas’ın performansları iyi değildir de, onların çözüme doğru motive edilmesini sağlayacak olan, Türkçe ve Rumca konuşan çözüm isteyenlerin performansı yerinde mi? Hayır.

Bakın, 1986 da ve 2002-2004’te bunu yaşadık. 1986’da şartlar öyle gerektirdiği için arzulamamasına karşın, Denktaş’ın performansı, Perez De Cuellar belgesinin pozitif gelişmesine katkı sağlamıştı. O dönemde ayak sürçen ve pozitif katkıyı azaltan güneydeki Kibrianu olmuştu. İşte o dönemde CTP başta olmak üzere TKP ve diğer siyasi güçler, pek çok sivil toplum örgütü, arzusu olmamasına karşın Denktaş’ı eleştirileriyle, önerileriyle ve ona cesaret veren tavırlarla çözüme teşvik etmişlerdi.

 Hatırlarım UBP’ye karşın, o belgeyi bir broşür haline getiren, tüm adada baskılara karşın halka dağıtan, ne olduğunu anlatan kampanyalar yapmıştı CTP. Toprakta, açık açık, 29+ formülüne bağlı olarak, toprak tavizi verilecek yerlerde dahi, bunu anlatmaya çalışmıştık. Başarılı olduğumuza inanıyorum. Ancak Denktaş’a karşın, UBP liderliği yine de o dönem, “tek karış toprak verilemez, çakıl taşı bile vermeyiz” edebiyatı yapmış ve New York’tan Denktaş dahi onlara, “beni arkamdan vuruyorlar” diye sitem de yapmıştı.

Annan Planı döneminde Denktaş’ın performansı hiçte iyi değildi. Ancak Glafkos Klerides’in performansı çok iyi idi.. Denktaş’a karşın kuzeye de, CTP, TKP, YKP ve Sosyalist Parti’nin ve bir dönemde, BKP’nin Ticaret Odası’nın, sendikaların sivil toplumun, yani BMBP’nin performansı, çok çok iyi idi. Bu performans, Denktaş’a karşın, çok dinamik bir sürecin gelişmesine katkı sağlamıştı. Ancak o dönem, Glafkos Kleridis’in performansının çözüm sürecinde iyi olmasına karşın, maalesef başta AKEL olmak üzere, toplumsal muhalefetin performansı ise güneyde iyi değildi.

Klerides’in iyi performansı, onlara AB üyeliğini kazandırdı, Denktaş’ın iyi olmayan performansı ise bize bunu kayıp ettirdi. Toplumsal muhalefetin iyi olan performansı ise çözüm getirmemesine karşın, bugün Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğan’ın da açıkça ifade ettiği, en nihayetinde Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Eroğlu’nun da BM Genel Sekreteri’ne yolladığı mektupta da vurguladığı gibi, Kıbrıs Türk halkına, bugün hâlâ süren evrensel bir değer kazandırdığı da açıktır.


3. ZİRVE’YE GİDERKEN DURUM NE?

 Güneyde: Sayın Hristofyas, bugün, güneyde, gerçekten çözüm istemeyen güçlerin, ağır baskısı altındadır. Yanında müttefikleri azaldı. DİKO, EDEK, EVREKO, gibi partilerin saldırıları doruğa çıktı.. Maalesef DİSİ Başkanı Anastasiadis bugün 2002-2003 döneminde Klerides’e karşı, AKEL’in, iç politik kaygılarla içine girdiği yanlışlığın tekrarını, Hristofyas’a karşı gösteriyor. Çözüme içtenlikle inandığını 2004’te her şeye karşın “evet” diyerek gösteren bir siyasi lidere, bence bu, çokta uygun düşmeyen, bir yaklaşımdır. Seçim hesapları ile bu olaya yaklaşıyor. Ancak belirtmeden geçemeyeceğim. Kuzey’de de çözüm isteyen belli güçler de Hristofyas’ın 2004 ve sonrasında, Talat’ın başkan seçilmesinden sonra da, izlediği yanlış tavır nedeni ile, ona, şimdi “oh olsun” yaklaşımı görünümü içindedirler. Bu gün, iş işten geçtikten sonra, dün esirgedikleri, “hatalı idin” eleştirilerini, bugün yapmaya çalışıyorlar. Sanki Hristofyas etrafında, güneyde oluşturulan kuşatılmışlık yetmezmiş gibi, bu zamanda yapılıyor.

İşte bu ortam, 3. Zirve’ye giderken, hem güneyden, hem de kuzeyden, çözüm için eleştiri ve önerilerle teşvik görmesi gereken bir siyasi lidere, cesaret veremeyecek, siyasi-psikolojik ortamı besliyor. Kuşku olmasın, bu çözüm istemeyen güçler, bunlara, sevinmekten başka bir şeye yapmaz…


Kuzeyde:
Bir kere Sayın Eroğlu’nu, kendi otomobili yerine, bir arkadaşının, bir dostunun, bir tanıdığının sahibi olduğu arabayı kullanan kişiye benzetirim. Çünkü insan, kendi sahibi olduğu arabayı daha rahat kullanır. Ancak tanıdığın sahip olduğu arabayı kullanırken, rahat değildir. Manevra yaparken de ve hız istenirken de rahat hareket edemez. Endişeli olur. “Aman kaza yapmayayım” korkusu içinde olur. İşte sahip olduğu görüşler nedeni ile “Talat’ın” bıraktığı yerden devam ederken, Eroğlu, bu yüzden; manevrada, hızda ve dikkatte arzulanan noktaya ulaşamıyor.

Ancak Sayın Eroğlu, Denktaş’tan ve Talat’tan daha şanslıdır. Çünkü Denktaş, tarihi ve ideolojik yapısı ile soğuk savaş döneminin de politik yapılanmasıyla, sola karşı katı, çözüm olgusuna dönük kapalı ve tüm toplumu bir mühendis gibi şekillendirme niyeti nedeni ile de her zaman önemli ve ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Onun, öyle yalnız sol veya barış isteyenlerin muhalefeti olmadı. Sağın, mesela UBP’nin de kendine dönük sergilediği ciddi bir muhalefetin hedefi oldu.

Talat ise çözüm isteyen tüm kesimlerin desteğine karşın, devletin içinde olan başta asker ve diğer kesimler olmak üzere, kuşku duyulan ve etkisiz kılınması gereken unsur olarak görüldü. Aynı zamanda başta UBP olmak üzere sağ siyasi güçlerin sürekli hedefi oldu.

Eroğlu ise seçildikten sonra seçim öncesi söyledikleri nedeni ile DP başta olmak üzere, Denktaş’ın doğrudan hedefi olmadı. Yani Eroğlu’nun, “ayni milli dava “ söylemine sahip olmalarına karşın, onlara yani Denktaşlara karşı yaptığını, onlar, ona yapmadı. “Talat’ın bıraktığı yerden devam edeceğim” demesine karşın, hedef alınmadı onlar tarafından. CTP; TDP ve diğer çözüm isteyen kesimler ise  “Türkiye çözümü, Eroğlu’na imzalattıracak” söyleminin sağladığı ortamın, halkta, yol açtığı beklentinin sıkıntısını yaşadı. Aynı zamanda da “ Talat’ın bıraktığı yerden devam edeceğim” söylemi ve tavrı nedeni ile maalesef konuya dikkat, sol muhalefetinde odağından uzaklaştı. Ayrıca topluma taşınan ve medya ile de beslenen bir yaklaşımla, “Artık, Kıbrıs Türkleri çözümden ilgisini geri çekti, mesele artık, ekonomik meseleleridir” masalının, konu üzerinde yol açtığı uyku hali nedeni ile de başta sendikalar, Ticaret Odası ve diğer sivil toplum örgütlerinin de bu hapı yutmalarıyla, çözüm konusunda, Eroğlu hepten takipsiz kaldı. Bu şekli ile gerçekten Denktaş ve Talat’tan daha şanslıdır.


ANCAK BU ŞANSINI DEĞERLENDİREBİLDİ Mİ?

 Bence hayır: Egemenlik konusunda getirdiği ve kendi tezine de özde hiçbir şey katmayan. Yalnızca “zinde çözümsüzlük güçlerinin” ağzına bir parmak bal çalmak için yapılan, fakat üzerinde görüştüğü ve dünya indinde değer bulan zemindeki konumumuzu kuşku ile yaralayan yaklaşımı öne çıkarttı. Ayrıca çapraz oy meselesinde, ideolojik ve siyasi tutuculuğu nedeni ile “Yönetim ve Güç Paylaşımı” görüşmelerinde Talat’la, Hristofyas’ın yakınlaştığı, ama kuzeydeki seçimler nedeni ile Hristofyas’ın çok büyük yanlışlık yaparak imzalamadığı hususları, bu yüzden Eroğlu ısrar edip bağlamadığı için, tümünü de açıkta bıraktı. Ona bu ortamda yeni manevra alanları açtı.

Bence Eroğlu’nun 2. Zirve’den dolayı eleştirilmesi gereken en önemli nokta, Ban Ki Moon’un üzerinde yakınlaşma sağlanamadı diye zikrettiği konulardan olan, “Yönetim ve Güç Paylaşımı”nı açıkta bırakmasıdır. Bu göz ardı edilmemeli.

Dolayısı ile şimdi 3. Zirve’ye giderken en büyük eleştiri ve öneriler eşliğinde de teşvik edilmesi gereken husus da budur. Ayrıca, Sayın Hristofyas’ın da teşvik edilip cesaretlendirilmesi gereken nokta da budur. Çünkü şimdi DİKO ve EDEK’ın onu en fazla caydırmaya çalıştıkları nokta budur. Bu yüzden Anastasiadis’e de büyük görev düşer. Bize ise düşen, en büyük görev, bu aktörlerin tümünü, bu noktayı bağlamak için teşvik etmek, siyasi ve toplumsal duyarlılığı bu konuda geliştirmektir.


Ayrıca toprak başlığı:
Elbette ki en son görüşülecektir.. Ama toprak konusunu Sayın Eroğlu’nun uluslararası görüşmeye bırakmak niyeti ve tavrı; yani “toprağı verecekse, Türkiye versin” olgusuna meseleyi getirmek amacı, onun yanlışının bir diğer noktasıdır... Çünkü bu, hem güney liderliğine Kıbrıs Türk halkının kendini yönetemediği argümanına güç katıyor. Hem de görüşmelerdeki esaslı pek çok başlık konu ve noktanın, “Yönetim ve Güç Paylaşımı” dahil belli bir sonuca gelmesine de engel oluyor.

En sona bırakılacak toprak başlığı, ama uluslararası konferansa konunun taşınacağı ve orada ele alınacağı ifade edilirse, o zaman Güney ve Hristofyas, niye sizinle diğer başlıkların tümünde ve “Yönetim Güç Paylaşımı”nda, esaslı ve özlü bir al-vere girsin? Hristofyas’tan da bu beklenemez.

İşte 3. Zirve’ye giderken meselelere en azından bakış bu. Yoksa antlaşmayı “aman Eroğlu imzalamasın” diye bir düşünce bizde olamaz. Çünkü CTP, Denktaş iş başında iken ona, “gidecen görüşecen ve biz de sana çözüm için al-ver sürecinde destek olacağız” diyen ve tüm karşıtlığına karşın, onu buna teşvik eden bir harekettir. Mete, bence bunu göz ardı etmemelidir… Ne yani, 2002’de Denktaş, Kopenhag’a gideydi ve imzalayaydı, o imzaladı diye, bunu biz desteklemeyecek miydik? Aksine ona, “git” diyen bizdik. Eroğlun’u da Yeşilırmak’a, bananalara bakmaya gitti diye eleştiren de bizdik. Kimse unutmasın, lütfen, Denktaş’la New York’a giden ve referandum olgusunu gündeme getiren antlaşmayı da imzalayan bizdik. Bu yüzden CTP’nin ne dününde ne bugününde, Kıbrıs sorununa bakışı şahsileştiren bir anlayış olmadı ve olamaz da.

Ancak bir gerçek vardır. Eroğlu, Cumhurbaşkanlığı’nda arzulanan performansı hâlâ gösteremedi. İç siyasete fazla müdahil oluyor. Mete ve diğer herkeste bu eleştirileri yapmalıdır. Ama çözüm için de tüm muhalifleri de, onu, eleştirileri ve önerileri ile teşvik edip cesaretlendirecek, yanlıştan açık tartışma ile caydıracak, bir performansı da maalesef bu dönemde yeterince gösteremedi. Sendikaların, sivil toplumun, Kıbrıs sorununa dönük ilgiyi de 19 Nisan 2010’dan, Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra düşürttüğü de bir gerçektir... Basın ve köşe yazarlarının bir kısmı da buna katkı yaptı. Umutsuzluğu teşvik etmeyi, CTP’ye muhalefet etmenin hâlâ aracı sananlar var…

Şimdi bence, 3. Zirveye giderken yapılması gereken, Eroğlunun yanlışlarını göz ardı etmeden, ama birinci sıraya da almadan. Ancak, “Yönetim ve Güç Paylaşımı” başta olmak üzere, onun uluslararası konferansa taşımaya kalktığı “Toprak” başlığı meselesinin de en sonda olmak üzere, ancak konunun öncelikle Kıbrıs’ta ele alınması görüşü ile bu iki aylık süreçte, Cumhurbaşkanı’nın, eleştiri, öneri ve sağduyu temelinde cesaretlendirilmesi ve açık tartışma ile halka mal edilerek, yapıcı bir yaklaşımı ile teşvik edilip sürecin geliştirilmesi gerekir. Talat ve Hristofyas’ın üzerinde yakınlaştıkları konuları, imza aşamasına taşıyacak teşvikleri, halkla bütünleşerek sağlamaya çalışmak öncelik olmalıdır...

Aynı zamanda güneyde Hristofyas’a karşı kurulan tuzağın etkisiz kalması için, başta DİSİ olmak üzere, güneyin siyasi ve barışçı güçleri ile diyalog kurmak. Bugün, “Klerides’i 2003 başında götürmek kime yaradı ki” sorusunun açıkça, herkes tarafından düşünülmesini sağlayıp esasın çözüm olduğu, iç siyasetle elde edilecek her makamın, geçici olduğu anlayışını işlemek olduğu açıktır.

Kuzeyde, Eroğlu’nu hem eleştirilerle, hem de önerilerle teşvik etmek gerekiyor. Ama aynı zamanda da Hristofyasın zorluklarından da sevinç değil çözüm için cesaretlendirecek tavırlar geliştirmek gerekiyor. 3. Zirve’ye dönük liderlerin performansını etkileyecek olan ise iki toplumun, barış güçlerinin çözüm konusunda geliştirecekleri performansları olacaktır…..

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri