Greve katılan ancak eylem için sokağa inmeyen çok insan var....
Bu sayı, ne yazık ki artıyor son dönemlerde, giderek.
Kimileri, “grev” ya da “eylem” zamanlarını “tatil”den sayıyor.
Ve unutuyor, gerçek gücün “örgütlülük, birlikte hareket etmek, kitlesel güç” olduğunu.
Bu acı gerçeği konuşmayarak, kendimizi aldatıyoruz aslında.
Eğer bir iş yerlerinde “grev” varsa, bu “mücadele” içindir...
Mücadele için sokaktan kaçanlar, canları yandı mı, en fazla bağıranlar oluyor sonrasında...
Ve kimileri hâlâ anlamıyor ki, “tek başına kurtuluş” olamaz asla...
***
Yine de Meclis önündeki kalabalık iyiydi.
Ama “ruh” eksikti.
Doğrusu eylem yerinden “mutsuz” ayrıldım... Ve pekçok insan aynı soruyu yöneltti birbirine: “Niye geldik biz buraya!..”
***
Temel sıkıntı, insanlar artık “değiştirebileceğine” inanmıyor.
Öylesine bir “kabulleniş” var ki, “Birileri bizim dışımızda karar veriyor ve kimsenin bizi dinlediği yok” yönünde...
Evet, doğru, bu ülke “topluma rağmen” yönetiliyor.
Hatta “topluma karşı” !..
Ve aslında bir demokrasi ayıbıdır bu.
Böyle olunca da giderek silikleşiyor “toplumsal irade”...
Ve “ruhsuz” bir kabalık, daha eylem başlamadan, çözülmeye başlıyor.
Bir diğer sorun, eylemlerin, mücadeleyi sahiplenen bir sürükleyicisi, lideri olmaması...
Dağınıklık hakim.
Ve en acısı bezginlik, tükenmişlik, umutsuzluk.
En fazla da “dayatmacılara” yarıyor bu durum ve hükümete...
O nedenle önce “inanmak” gerekiyor mücadeleye... Ve başkaldırmak, “topluma rağmen” yönetim erkine...
Ama gerçek anlamda başkaldırmak...
“Yok oluşa” karşı eskisinden çok daha fazla inanmak gerekiyor, halkın gücüne....
***
Başka şans var mı, mücadele etmek dışında.
Bu mücadelede kalabalık yetmiyor, “ruh” da gerekiyor, “liderlik” de...
Ve umut... Ve kararlılık.
Ve sonuç almak mutlaka...
Evet, inanmalıyız, değiştirebileceğimize...
Meclis, “toplumundan” korunuyor!
Dikenli teller, bu adada ta ellili yıllardan beri var.
İlk, Birleşmiş Milletler çekmişti sanırım.
“Toplumlar arası çatışmalara” karşı...
Sonra..
Askeri bölgelerde gördük...
Ve yine barikatlarda...
Son birkaç senedir MECLİS önünde var dikenli teller, Meclis’i, “toplumuna” karşı koruyor!..
Bir başka topluma değil...
Kendi toplumuna karşı...
Meclis, “kayıtsız şartsız” iradesini aldığı toplumundan “dikenli tel” ile saklanıyor, gizleniyor, korunuyor..
Böylesi şartlarda ülke yönetenler, hangi yasayı isterlerse geçirsinler, hiç mi utanmıyorlar...
Ve barikatlar, “Kuzey Kıbrıs içinde” yükseliyor şimdi mavi mavi...
Tam teçhizat ‘Robokop” kılıklı çevik timler, zırhlı araçlar... Tanklar eksik şimdilik...
Eğer bir Meclis, kendi toplumundan korunuyorsa “zırhla, barikatla, dikenli telle, tam teçhizat”la hangi gelecekten söz edebiliriz ki!?
Sevgili Erol (Uysal) dünkü eylemde fotoğrafımı çekmiş, göndermiş!..
Niye yayınladım...
HÜKÜMET, basının “can güvenliğini” ne kadar önemsiyor (!) görmeniz için!..
EKSİK OLMASINLAR !!!
Dandik !
Başbakan Küçük, Türkiye’deki BDP Milletvekili’ne öfkelenmiş!..
Hemen yanıt verdi, hem de yazılı.
“KKTC’yi dandik cumhuriyete çevirdiniz” demişti, BDP’li vekil, öğrencileri sınır dışı kararının yöntemi karşısında...
Küçük, bu açıklamalar için “mesnetsiz, seviyesiz, devleti aşağılayıcı hakaret içeren” yorumunu yaptı, “cesur” bir çıkışla!..
Sayın Küçük!..
Peki, basın önünde maaşınız sorgulanırken “cesaretiniz” neredeydi acaba?
Ya da bu ülke insanına “besleme” dendiği zaman...
BDP milletvekiline karşı gösterdiğiniz cesareti, bir AKP’li vekile karşı da gösterir miydiniz?
Doğrusu çok “dandik” bir cesurluk oldu bu!.. Dişiniz kimi keserse ...