Sözünü tutmadın yine!..
Kızgınım sana…
Oysa ‘söz’ demiştin, kaçıncı defa…
Gelecektin.
Ve ağaçlar başımıza konfeti gibi yaprak dökecekti.
Kuşlar en güzel şarkılarını söyleyeceklerdi hep bir ağızdan…
Sonsuza dek sürecekmiş gibi bir mutluluk hissi dolacaktı kalplerimize…
Seni bekledim, Godot’yu bekler gibi…
Gökten düşecek tek damla yağmurun yolunu gözleyen kurak çöller gibi…
Gelmedin ama sen…
* * *
Bak, bir Eylül daha geçti, sensiz…
Hani derler ya, ‘sensizliğin acısını sen nereden bileceksin’ diye…
Sen hiç ‘sensiz kalmadın’ ya, ondan!..
Empati yapmalıydın oysa, anlamalıydın.
Gözlere bakınca anlarmış insan gerçek duyguyu…
Bak, gör işte!..
Ama gelmedin ki bakasın.
Görünmedin ki göresin.
Ulaşmadın ki duyasın.
İstemedin ki hissedesin.
Yoksa istedin mi?
* * *
Her Eylül’de hüzün çöker insana…
Her yerde böyle mi dünyanın acaba?
Yoksa bizim dünyamız mı böyle?
Yani buraları…
Hani senin uğramadığın, gelmediğin, ışığını esirgediğin yerler…
Yaprakları sararır ya ağaçların güzde…
Kaçar gider ya göçmen kuşlar…
Güneş artık daha az ısıtır olur ya kanımızı…
Daha erken kararır ya hava…
Ve geç ağarır ya tan yeli…
Bu olsa gerek sonbaharın, Eylül’ün hüzün sebebi…
Yoksa ne farkı var ki diğer 30’luk, 31’lik aylardan?
Şubat belki garip, kısalığından…
Eylül değil ama…
* * *
Bugün gidiyor işte o da…
Tarih geri sarmayacak.
Bir daha bugün yaşanmayacak.
Ne de bu son Eylül…
‘Son Eylül’ dediysem, ‘yaşanmış’ son Eylül…
Yoksa daha niceleri var, yaşanacak…
Sen gelmedin ya bu Eylül de…
Canın sağ olsun!..
Gelirsin bir gün belki…
Kim kalacak geriye, belli olmasa da…
Kalanlar bekleyecek ama, azalsa da, umutla…