Bir Flanörün Gezi Rehberi

Bir Flanörün Gezi Rehberi


Özgür İpek
ozguripek1@gmail.com

Alman düşünür Martin Heidegger imzalı metinlere göz atmış olanlar, filozofun yapıtını ortaya koyarken öne sürdüğü Die Geworfenheit – des Daseins in die Welt – (orada varlığın dünyaya fırlatılmışlığı) meselesinden haberdardırlar. İnsanın başlangıcına dayanan bir fırlatılmışlık halidir bu… Kutsal metinlere bakılarak, insanın kovulduğu günde aranabilir referans noktaları. Bu kavramla esas anlatılmak istenen şey bireysel varlığın, Tanrı tarafından cennetten kovulması, bir şekilde tard edilmesi, başka bir ifadeyle de, insanın dünyaya kendi istenci dışında fırlatılması durumudur (Sarı, 2012: 287).

Şu halde insanın yolculuğu, onun fırlatılmışlığıyla özdeştir denilebilir. Yani insanın belirsizliğin doğasına yönelen yolculuğu, onu daha başlangıçtan itibaren kuşatmış durumdadır. Yol ve yolculuk, insanın fırlatılmışlığıyla başlar dedikten sonra, ona anlam atfeden, hatta yolculuğu bizzat düşünceyle ardından da yaşamanın kendisiyle özdeşleştiren bir kavramdan, flanörlükten de söz etmek gerekir. Walter Benjamin’in uzun bir süre boyunca üzerinde çalıştığı ve öldüğü için tamamlayamadığı projesi Pasajlar’ın temel motiflerinden biri olan Flanörlük mefhumu, modernizmle birlikte değişen dönüşen hayatı, anlama, anlamlandırma çabalarının esaslı argümanlarından birisidir. Walter Benjamin’in intihar ederek yarım bıraktığı Pasajlar’da detaylı bir biçimde ele alınan kavram, gezgin bir düşünürü, şehri, hayatı, insanları, iş bölümlerini gözlemleyen bir karakteri imlemektedir.

Yolda olmak, yoldayken düşünmek kabilinden bir anlama karşılık gelir flanörlük. Hayat seyredilesi bir gösteri olarak algılanır: İnsanlar, mekanlar, olaylar… her şey bu gösterinin incelikli parçalarına dönüşür. Flanörün yaşayışı, tümüyle bu gözlemci karakter üzerine kuruludur, modernizmin dayattığı hayatın kasvetinden kurtulmayı ise kaçışına, Deleuze felsefesinden ödünç alınabilecek bir kavrama, “kaçış çizgileri”ne borçludur.

Gözlemcilik dışında başka bir işle uğraşmadığı için, başka bir deyişle bir üretim veya disiplin aygıtına sabitlenmediğinden dolayı da, kentteki meslekleri, toplumsal tipleri izlemeyi bir nevi meslek olarak icra eder. Bu anlamda flanörü kentin içinde yaşayan ama kendini kentten soyutlayan aykırı bir birey olarak karakterize etmek mümkündür. O, kalabalıklar içerisinde salınıp duran, ama çevresini kaplayan insan yoğunluğuyla hiçbir alakası olmayan kişidir (Akay, 2000: 126).

Flanör, yabancılaşmış, mesafeli bakışıyla ait olmadığı topluma dahil olmuştur. Shield’in üzerinde durduğu gibi bir flanör, şehir yaşamının incelikli zevklerini gözlemler, sokağa sirayet etmiş hakikatin peşine düşer. Bağlanmayı, bir işe, aygıta tabi olmayı reddeder... Flanör, asla belirli bir yere ait değildir. Yaşamı görsel tesadüflerle örülüdür, öykü anlatmaktan hoşlanır. Kentin sokaklarında telaşsız bir şekilde yürür, bir yere yetişmek türünden bir kaygısı yoktur (Çabuklu, 2004: 10).

Walter Benjamin’in, sanatını yaşamıyla birleştiren Fransız şair Charles Baudelaire’den aldığı kavram, başka bir şekilde olmayı beceremediği için flanör olan bir karakterden ziyade bizatihi böylesi bir hayatı, oluşu seçen, tercih eden bir kimliği işaret etmektedir. Bahsettiğimiz gibi onu ayrıksı, özgül kılan unsur, sürekli olarak yaptığı gözlemlerdir. Gelgelelim bu gözlemleyiş boş bir bakma uğraşı da değildir. Flanör onu özel yapan gözlemlerini doğrudan düşünce akışıyla bir araya getirir, hatta o gözlemlerken düşünür, düşüncelerini dolaşıma sokar (Doğan, 2012: 102-3). Kendi hayatını, karakterini yaptığı bu gözlemler üzerinden kurar. Bu anlamda onun gözlemleri ne kadar sebepsizce yapılmış olursa olsun, bir arayışa, yaşamı anlamlandırma çabasına tekabül eder. İşin özü flanörü karakterize etmek adına yolda olmanın kendisini, çıkılan yolculuğa düşünce katma faaliyetini ve gözlemler üzerinden bir yaşam kurgusu gerçekleştirmek fikrini ortaya koymak gerekir. Bu anlamda flanörün temel gayesini yol ve düşünceyi bir araya getirmek, harmanlamak olarak nitelendirmek mümkündür. Bu karakteri, yola çıkan, yaşamı gözlemleyen düşünce adamını pek çok edebi, sanatsal eser de dünyalarına katmıştır üstelik. Yolların sonsuz güzelliğini ve yol görgüsü edinmiş düşüncenin erdemlerini yücelten, Decameron, Bin Bir Gece Masalları, Jack Keourac eserleri ve şüphesiz Beatnik edebiyatın öteki yapıtları, hep yolları mesken tutan öyküleri, karakterleriyle ön plana çıkmaktadır (Köse, 2012: 74). Wim Wenders’in yolculuk hikayeleri, Ömer Kavur filmleri de yine yolculuklarla çevrili metinler üzerine kuruludur.

Flanörün yolculuğu, varoluşun amacına yönelen bir arayışı, kudretli bir düşünme faaliyetini ihtiva eder. Salt gezmek, dolaşmak değil, düşünceyi akış halinde dolaşıma sokmaktır söz konusu olan. Düşünceyle var olmak, düşünce olmak ve başka düşüncelerin incelikli doğalarına dokunuşlarda bulunarak yeni düşünce akış şebekelerinin harekete geçmesine zemin hazırlamak. Nietzsche’nin evsizliğini en büyük erdemi olarak görmesi gibi bir yere sabitlenip durmaz flanörler, hayat kurguları mütemadiyen hareket halinde olma düşüncesi üzerine kuruludur.

Jack Keourac’ın sinemaya da Walter Salles tarafından aktarılan eseri On The Road’da olduğu gibi, koca bir ülke, yaşamı keşfetme adına baştanbaşa kat edilir. Baudelaire’in şiirlerine yansıttığı gibi, sadece parıltılı hayatlar değil, arka planda kalan insanlar, yoksullar, evsizler, fahişeler gözlemlenir. Kentin büyülü yaşamından ziyadesiyle uzakta olan mekanlar, arka sokaklar gözlemcinin bakışına mazhar olur. Bakış, kimi zaman Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanında olduğu gibi, sevgiyi, idealize ettiği kadını arayıp duran bir karakterin gözlerine tutsak olur, akar gider yaşamın içerisine. Kimi zamansa Jean Genet gibi bir kalemin eliyle, suçluların, hırsızların, eşcinsellerin, pis nezarethanelerin, loş mekanların dünyası sürülür önümüze.

Honore de Balzac flanör karakterini tarif ederken, “delilleri havada kaparak yakalayan bir dedektif gibi, şehrin tekinsizliği içinde vazgeçilmez bir kahramandır” der. Edgar Allen Poe’nun flanörü ise, kalabalıkların içerisinde uzun süreler boyunca dolaşan, asosyal bir kahraman olarak dikkat çekmektedir (Akt. Tandaçgüneş, 2012: 117-8). Yeniden sinema penceresinden baktığımızda 68 kuşağının anıt filmlerinden Easy Rider’ın karakterleri gibi motorları üzerinde yolları arşınlayan bir avuç genç ve cesur hayalperestin dünyasına şahit oluruz bazen. Kimi zaman Wim Wenders gibi tüm filmografisini yolculuk temasına adayan bir sinemacının hikayelerinde buluruz kendimizi, kimi zamansa kendisi bizzat flanör olan bir yönetmen Jim Jarmusch’un gezinen kamerasından Permanent Vacation, Dead Man gibi filmler aracılığıyla arayışlara, yolculuklara tanıklık ederiz.

 

-------------------------------------------

Kaynakça

AKAY, Ali (2000). Minör Politika, İstanbul: Bağlam Yayınları.
BENJAMIN, Walter (2009). Pasajlar, Çev: Ahmet Cemal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
ÇABUKLU, Yaşar (2004). Gözlemden Tüketmeye: Aylaklık, Virgül Edebiyat Eleştiri Dergisi içerisinde, sayı 70, Şubat 2004, İstanbul.
ER, Erol Sadık (2012). Felsefi Nomadlik: Düşüncenin Yersizyurtsuzluğuna Dair Deleuze’cü Bir Çerçeveleme, Flanör Düşünce içerisinde, ed. Hüseyin Köse, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
KÖSE, Hüseyin (2012). Hüseyin Köse ile Flanör Düşünce Üzerine, Söy. Nazlı Berivan Ak, Kitapçı Kültür Sanat ve Kitap Tanıtım Dergisi içerisinde, İstanbul.
SARI, Ahmet (2012). Flanörün Edebi Etiyolojisi, Flanör Düşünce içerisinde, ed. Hüseyin Köse, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
TANDAÇGÜNEŞ, Nilnur (2012). Kent Kültüründe Modernizm ve Sonrası: “Gözlemleyen Özne” Olarak Flanörü Yeniden Okumak, Flanör Düşünce içerisinde, ed. Hüseyin Köse, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Dergiler Haberleri