Bir gazetecinin öldürülüşü ve çete devlet!

Cenk Mutluyakalı

Bir gazeteci öldürülüyor ve devletin içinden mafya çıkıyor.
Başbakan’dan Polis Müdürü’ne Başsavcı’dan onlarca yargıca tümünün “suç örgütü” gibi çalıştığı görülüyor.
İnsanlar kendilerini yönettiğini ya da koruduğunu iddia edenlere güvenmiyor.
Üstelik tüm bunlar bize de hiç yabancı gelmiyor!

***
Slovakya’da vergi yolsuzluklarının peşine düşen genç gazeteci Ján Kuciak ve nişanlısının katledilmesinin ardından bir ülke ayağa kalkmıştı.

Gazeteciler Birliği ile Avrupa Birliği Bilgi Merkezi’nin ortak etkinliğinde “Gazetecinin Öldürülüşü” (The Killing of a Journalist) belgesini izlerken sarsıldık.
Kimi anlarda çürümenin, yozlaşmanın, kirlenmenin boyutu anlatılırken, kendimizi bulduk içinde…

Bir gazetecinin öldürülüşü ülkeyi ters yüz etti. Çünkü halk ayağa kalktı. Sessiz kalmadı olup, bitene… Kabullenmedi…. Kendi konfor alanının derdine düşmedi. Yolsuzluk belgeleri basına sızdırıldı. Pek çok insan bedel ödedi.  
“Bir gazeteciye yapılan saldırı hepimize yapılmıştır” diyerek başladı eylemler… Önce 20 bin kişi indi sokağa, ardından 60 bin…. Katiller ortaya çıktı, birer birer... Mafyanın teslim aldığı üst düzey döküldü. 

Gerçi günün sonunda kimi insanlar yine o yolsuz iktidara yöneldi, “belki çalıyor, çırpıyorlardı ama işler de yürüyordu” diyerek… 

Cinayetin davası sürüyor halen!

***
Genç gazeteci evinde öldürüldüğünde, masanın üzerindeki bilgisayarında yolsuzluk dosyaları üzerine çalışıyor, sevgilisi de birkaç ay sonraki düğünü için gelinlik bakıyordu.
 
“Hakikatin peşinde…
Dürüstlükle…”
Bizim mesleğimize dair en değerli iki kavram bunlar sanırım…
Ya da böyle olmalı…

En önemlisi de toplumsal bir talep olmalı, dürüstlük, eşitlik, adaleti arayan…
Bunun bedelini canıyla ödemek zorunda kalmadan kimseler…


Ne hayatlar yaşandı

“İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.”
O zaman şunu sormak gerekiyor, “hepsi bu mu?”
Çünkü unutuyoruz çoğunu…

İnsan genelde en büyük acıları hatırlıyor, en derin hayal kırıklıklarını, “bir daha eskisi gibi olmadı” dedirten değişimleri, sarsıcı aşkları, kabuk tutmayan yaraları, delice sevinçleri, doğumları anımsıyor ve kayıpları, düğünleri ve cenazeleri…

Hatırladıklarımızsa yalnızca hayat, Gabriel Garcia Marquez haklı olabilir!

***
Öksüz Atlar Ülkesinden içimize köpüren edebiyat, asıl hayatın kuşaktan kuşağa aktarılanlar olduğunu gösteriyor.

Başaran Düzgün imzalı esere ister roman deyiniz, ister hatırat, usta işi!
Trodos dağlarından süzülen suların Fasli’nin doğusundan ovaya inerek, Poli’nin yanından denize akması gibi içimizi ıslattı onca duygu.

“Müslüman kızlarını Araplara, küçük çocuklarını zengin konaklarına satan adalılar, genç erkeklerini de paralı asker olarak İngiliz’e kiralamaya başlamıştı.”

“Ne hayatlar yaşandı” dedik, yakınımızda gizlenmiş tarihi anımsarken…

***
"Alın bu orfanoyu (öksüz) temizleyin, arka odada yatsın, zıbarsın, kapıyı kilitlemeyi unutmayın."
Başaran Düzgün, babasının -roman gibi- hayatını hem sürükleyici bir kurgu hem de edebi bir ustalıkla anlatıyor.
Öksüz bir çocuğun yaşadığı yoksunluktan, bir toplumun yoksulluğuna, hesapsız aşklardan milliyetçi hırslara, cambazların oyunundan dünya savaşına kadar “Öksüz Atlar Ülkesinde” kesişiyor nefesler.
En sonunda kendine varıyor yazar!

İnsanın “yazdığı” oluyor bazen hayat…
Hele de sıradan insanların olağanüstü hikayelerini tarihe not düştüğün zaman…



İyi bir iş, iyi bir maaşa harcanan ömürler!

İnsan, işinde iyi bir pozisyon ya da maaş için karakterinden ne kadar ödün verebilir?

Bu sorunun yanıtını bulmak zor değil!
Sağa, sola bakınız biraz, yeter.

***
Uluslararası bir şirketin satış müdürü olmak isteyen ve sınavda son aşamaya kalan dört aday sıra dışı bir mülakata çağrılır.
Masa başında dört aday vardır ancak hiçbir yetkili yoktur.
Ya da içlerinden biri aslında şirket yöneticisidir.

Odaya gönderilen zarflar içinde talimatlar ve görevler vardır. 
“Grönholm Metodu” bu!
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın sahnelediği son oyun.

Oyun!
Oyun içinde oyun!
Oyun da oyunculuklar da harika!

Statü ya da maaş peşinde bencilleşen, amaca ulaşmak için insanlığını unutan, rekabetin acımasızlığında çirkinleşen, yalanın ya da samimiyetsizliğin girdabında kaybolan insanın öyküsü… Ya da büyük sermayenin hem emeği hem de duyguları nasıl sömürdüğünün çarpıcı bir kesiti…

***
İspanyol yazar Jordi Galceran’un son derece zeki ve yaratıcı hikayesini, Hakan Elmasoğlu başarıyla sahneye taşımış. Keyifli bir oyun, aşırılıktan uzak, sade ve doğal… Ritmi iyi, gerilimi ölçülü, finali çarpıcı… Birce Birsel Çağlar, Ali Şaşkara, Diren Özdoğal ve Nazım Bayraktaroğlu’nun oyunculuğu gerçekten de etkileyici…

Oyun, belki Avrupa’nın önemli metropollerindeki başka bir dünyayı anlatıyor. Hem uzak bize aslında, hem de yakın… Kıbrıs’ın kuzeyinde, hele de özel bir şirkette, müdürlük için hiç kimse böylesine paralamaz kendini… Uluslararası şirketimiz de yok ya… Kamu görevinde bir mülakat olsa… Ah nasıl da “insanlık” pahasına yürür süreç… Nasıl da torpiller yarışır, insanlar yerine…

***
Sermaye ya da iktidarın, insan emeğini ve ruhunu epeyce sömürdüğü bir düzende; temiz yüzlü maskelerin ardına gizlenmiş samimiyetsiz, bencil, yüzsüz onca insan beliriyor gözümde, oyundan eve doğru giderken…


3’üncü oyunu beklerken

Tiyatroyu önemsediğim ve toplumları dönüşme potansiyeline inandığım için tekrar da olsa yazacağım.
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın 60’ıncı yılını kutlamaya hazırlandığı bir dönemde, bu sezon için 3’üncü oyununu sahnelemeye hazırlandığını öğrendim.
Kutlarım!
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları ve Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, iki profesyonel ödenekli tiyatromuz olarak daha fazla üretmelidir.

“Albay Kuş” oyununu en son mayısta sahnelemişti, geçtiğimiz yıl… Yeni bir yetişkin oyunu için 9 ay beklemek, seyirciye de haksızlık, kuruma da…  Evet, biliyorum, sezon çocuk oyunu ile açıldı ama aynı oyuncular değil…

Yıllardır salon, sahne, özerk yönetim, altyapı gibi sorunları gündeme getirsek de unutulmasın, 
adanın güneyi dahil Avrupa ülkelerinin çoğunda “kadrolu sanatçı” gibi bir tanım yoktur; sözleşmeler oyunların sahnelendiği döneme göre yapılır, yalnızca.. Bunun temel sebebi sanatı “rutin”e hapsetmeden, sanatçının üretimi ve özgürlüğünü teşvik etmektir.

Yeni oyunu heyecanla bekliyoruz!