Koskoca kış tam da geride kalıyordu ve bu seneyi ‘yatak-döşek’ durumu olmadan geçirdiğimi zannediyordum ki, o çıkageldi.
“Selam” dedi.
Aleyküm selam, haliyle…
“Buyurun.”
Buyuracaksa bana mı soracakmış!
Yediği bulleze bak.
Mikrobun da, virüsün de ahlakı bozuldu artık.
Mikrop mikropluğunu bilmiyor.
“Ben mikrop değil, virüsüm. Lütfen doğru konuşalım” dedi.
Tepem attı, “Neyse yapacağın mikropluk yap da fazla konuşma” dedim.
Dedim ve sonra yattım.
Yatış o yatış…
**
Grip kapıya geldi mi, yapılacak bir şey vardır mutlaka…
“Doktora gidersen bir haftada, gitmezsen 7 günde geçer” sözü bilimsel bakımdan tam anlamıyla gerçek değilse de, melun virüsün yine de vücutta bir ‘giriş-gelişme-sonuç’ sürecini takip ettiği kesin.
Belki her hastalıkta öyledir ama en çok gribal virüsler önce yokluyor, el-ense çekiyor, sonra hamle yapıp kündeye getiriyor ve eğer yeterince dirençle karşılaşmazsa mutlaka ‘tuş’ ediyor.
Bu sefer de öyle oldu.
Perşembe geldi, yokladı.
‘Kıbrıs usulü’ tedbirler aldım, virüsü daha ilk adımda ‘yenilgi’ye mahkum edecek sinsi planlar yaptım.
Hain, ertesi sabah etraftan başka ‘çapulcu’ virüsler topladı, tankını-topunu kalenin önüne sıraladı. Birkaç ‘nev-i şahsına münhasır’ savunma taktiğiyle karşı koydum.
Lakin Cuma akşamı egemen toprakların bir kısmı ‘düşman’ eline geçmiş, müttefik kuvvetler ‘acil’ koduyla ‘medikal çareler’ aramaya başlamış, takviye olarak akyuvarların yanına kimyasal ve biyolojik destek atışları yapılmış, ancak gece karanlığının da bastırmasıyla kente arka burçlardan ve binbir hileyle giren ‘itilaf güçleri’bir saatten sonra ‘teslim ol’ çağrısı yapmıştı.
Göndere çekilen beyaz renkli bayrak, mağlubiyetin sembolü gibiydi.
**
Tıp biliminde yanına çeşitli rakamlar da eklenerek H ve N harfleriyle sembolize edilen influenza, yani grip virüsü insanı esir aldıktan sonra yapacak çok da bir şey yok aslında…
Elbette iyi beslenmek, iyi ısınmak, dinlenmek, bol sıvı almak, yaşa ve sağlık durumuna göre ilaç gerekirse onları takviye etmek gerekli.
Ancak tüm bunları yapsanız da terk-i diyar için vücudu, makul bir zamana ihtiyaç duyuyor zat-ı virüsünüz…
“Selam” derken ve kırk senelik eviymiş gibi vücudunuza ‘selamsız bandosu’ gibi giriş yapan viral canlı, aynı aceleciliği ve çat-kapı tavrını ‘çıkış’ sahnesinde göstermiyor. Tam tersine, ‘aheste çek kürekleri’ modunda, öylesine yavaş, öylesine mehtap meraklısı ki mübarek!..
**
Lakin sorun değil. Gelmişse eğer grip, ‘ah-vah’ çekseniz de para etmiyor madem, keyfini çıkarmak lazım onun da…
Bardağın dolu tarafından bakmak gerek.
Hatta içinize girip sizi aksırtan, öksürten, ateşlendiren, etlerinizi ve eklem yerlerinizi halsizleştiren, salya-sümük çektiren ve ahlatan ve vahlatan, nefesinizi kestiren ve iştahınızı kesen ve yediğinizin tadını kaçıran ve bezdiren, bıktıran o gözle görülmez canlılara inat, bu halden keyif almaya çalışın.
Cumartesi sabahtan itibaren böyle yaptım ben…
Hiç aldırmadan ‘viral kardeş’in tahripkar çabalarına, bindim bir ‘halı’ya ve uçmaya başladım. Önce İstanbul’a vardım bir hamle… Gemiye binip Kardeniz kıyısına çıktım Rusya’nın… Bir de baktım Nazım da orada!..
Başladık şiir tadında bir tura, Can Dündar eşliğinde… Kah Varna’dan baktık, ‘Memed’e çağırdı Nazım, kah Moskova’da ‘karlı kayın ormanı’nı izledik yüksek bir tepeden.
Onlar Viyana’ya giderlerken vedalaştık trende, ben Lübnan’a kırdım rotayı, sözleşmiştik Baldassare’la, ‘Yüzüncü Ad’ı bulmaya… Amin Maalouf’un himayelerinde çıktık Anadolu yolculuğuna, salgınlar, yangınlar, savaşlar, korsanlar, yankesiciler derken, ver elini İstanbul, sonra İzmir. Sonra bir gemiyle Sisam, derken İtalya, Fransa ve İngiltere… Hatta arada flash-back’le Kıbrıs…
‘Tanrı’nın bilinmeyen adı’nın peşinde sürüklenirken dünyanın bir ucundan diğerine, 1600’lü yılların dünyasında, aşkın sürükleyiciliği ve gücünün de en az dinler kadar hükmettiğine tanıklık ediyoruz o muazzam yolculukta…
Satırlar arasında devam ederken seyahat, aklınızdan çıkıveriyor zaten grip virüsü… Ve o da ilgisizlikten muzdarip, kendi ‘iş’ini yapıyor sinsi sinsi girdiği yerde…
Velhasıl işe de yarıyor işte: Çoktandır böylesine uzun bir yolculuğa çıkmamıştım, sağolsun.
İki günde gezmediğim yer kalmadı oysa!..
Gezdim ve geldim.
Tekrardan selamlar…
(*) Başlıkta hata yoktur. İkinci kelime ‘garip’ değil, ‘grip’tir. Yolculuk belki ‘garip’tir ama konu ‘grip’tir.