Siz bakmayın zaman zaman onların da ‘barış’ istermiş gibi göründüklerine…
Konjonktüreldir.
Dönemseldir.
Çıkarsaldır.
İçten değildir.
Laf oladır.
Dillerinin altındaki bakla başkadır.
Fırsatı buluncaya kadardır.
Bulur bulmaz da başlarlar yaygaraya…
Vatan, millet, toprak, egemenlik…
Hele bayrak!..
***
Ne de güzel bir ‘örtü’dür o bayrak!..
Her bayrak kutsaldır elbette, saygındır.
Arkasına saklanmamak kaydıyla…
Yaptıklarınızı gizlemek için kullanmamak kaydıyla…
Tam da bu değil midir çoğu zaman yapılan?
Neler görmedi ki bu toplum ‘milli’ söylemlerin ustalarından?
Her ne hikmetse kimi ‘çok milliciler’in kasası doldu hep…
Göçmen halk bir tarlayı göremezken, azı mı oturdu dönüm dönüm arsaların üstüne?
‘Ganimet’e konanlar en önde karşı çıktılar bu ülkede barışa, yakınlaşmaya…
***
Şimdi yine ayakta kimileri…
“Çözüm isteriz amma”cılar…
Her dönem aynı edebiyat, aynı tiyatro, aynı film…
Kah ‘toprak’ fetişizmi, kah ‘egemenlik’ söylemi, kah ‘güvenlik’, kah ‘garanti’, kah ‘asker’, kah ‘mülkiyet’…
İncirin çöpü, üzümün sapı…
Oynamaya niyeti olmayan gelin gibi, ya ‘yer’i dar bizimkilerin, ya da ‘yen’i…
Hep gerekçe, hep mazeret…
Şimdi de tutturmuşlar ‘heyette temsiliyet’…
Bugünün bahanesi de bu demek…
***
Bu ada üzerinde yaşayan herkesin su gibi, ekmek gibi ihtiyacı var barışa…
İnsanların birbirini sevebileceği, çoluk çocuğuna “Kaçıp gidin, kurtulun” deme ihtiyacı hissetmeyeceği…
İş bulabileceği, karnını doyurabileceği…
-Günü gelince- huzur içinde toprağın altına girebileceği…
Bu topraklar ‘barış’a susadı.
Kalıcı barışa…
İnsanca yaşama…
‘Onlar’a rağmen…
Bir gün mutlaka…