Sırtı güneş, alnı ayaz, elleri sızı, gözleri hüzün tutmuş ve on altı senedir sokaklara sığınmış kömür karası adam bir samimiyet testi olarak düştü önümüze…
Bir mahkeme avlusunda o derin bakışlarının ardından merhamet ve öfkeyle döküldü satırlar. Meğerse sokaktaki yabancıyı herkes tanıyormuş. Yine de sokaktaymış, yine de yalnız. On altı senedir hem de. Kimseler kalacak yer önermemiş örneğin… Üzerinde yatması için "karton" vermişler, soğuktan korunması için palto ve yırtık, pırtık sözler saklamışlar bugüne… Bir yuvası olmamış.
On altı yıllık sefaletin ardından “tutuklanınca” gündeme gelmiş.
Tutuklamasalardı açlıktan ölecekti muhtemelen sokakta… Unutulmuş bir köşede, iki büklüm kıvranmış, paltosuna sarılı bulacaklardı cesedini muhtemelen… Kim bilir nerede… O zaman ardından hüzünlü satırlar yazılacak, katiller sorgulanacak, yaşadığımız düzene veryansınlar yükselecekti. Unutulacaktı ardından, mahallenin delisi gözüyle anılan bir yenisi gündeme gelene kadar…
***
Tam on altı senedir bu garibin rehabilitasyonu, beslenmesi, kapsamlı sağlık kontrolü, bir iş ya da eve kavuşması için aynı hassasiyet gösterilseydi keşke… O kadar varlıklı insan var… O kadar oda, birlik, dernek… O kadar maaş, ek mesai… O kadar baron, patron, galeri…
Tutuklanmasa yine sokakta olacak ve takdir edilecekti, "kimseden para istemiyor", “dilenmiyor", “sesini yükseltmiyor…”
İnsanların huzurunu kaçırmadığı sürece sorun olmazdı; açlığı, yalnızlığı, çaresizliği, evsizliği ve bahtsızlığıyla yaşayabilirdi.
O gösterişli arabalarla yanından geçer, o pahalı gözlüklerin ardından adımlarını izler, sefahat hayatlarımızdan başımızı kaldırdıkça “bu arap da senelerdir yürür, durur bu yolları” derdik. Patronaj düzeni içerisinde sağlama alınmış hayatlardan merhamet sesleri çoğaltarak, tutuklanmasa ya da ölmese, görmezden gelirdik.
Kimi zaman görmek de görmezden gelmektir, hayatı değiştirecek hiçbir eyleminiz yoksa eğer…
***
Kiminin Osman kiminin Abubakar dediği 44 yaşındaki bu siyahi delikanlının ne kadar çok sevildiğini, önemsendiğini, takdir edildiğini tutuklanınca anladık.
Beş bin sekiz yüz yedi gündür kaçak yaşarken değil…
Sokakta değil mahkemede gördüğümüzde anladık acısını, hüznünü, yalnızlığını…
***
“Tutuklandı” diye sevinelim mi?
Elbette hayır!
Ama en azından bir samimiyet testinde daha sınıfta kaldığımızı görelim…
Uzaktan sevmek, uzaktan acımak, uzaktan bakmak, uzaktan dertlenmekle olmuyor.
Sosyal medya kolaycılığı hayatı iyileştirmiyor.
***
Bir yabancının - hele de on altı yıldır kaçak yaşıyorsa - tutuklanmasına mı kızmalıyız yoksa bu insana onca yıldır sahip çıkmayan, korumayan, farkına varmayan topluma mı düzene mi?
Bir başka utanç durumu da şu…
On altı senedir “kaçak” yaşayan bir insanı görmeyen polisimiz kendini hiç mi sorgulamıyor?
Sabah akşam yanlış park cezası yazmakla meşgul zabıta sistemimiz kendinde hiç mi kusur aramıyor?
***
Sırtı güneş, alnı ayaz, elleri sızı, gözleri hüzün tutmuş ve on altı senedir sokaklara sığınmış kömür karası adam halen ne olduğunu anlamadan bakıyor.
Umarım sıcak bir yatağı ve yemeği vardır şimdi…
Bir de yastığı…
Başını yasladığında huzurla uyuyacağı…
Müzakere senaryoları
İlk kez Özdil Nami'den duymuştum bu görüşü...
Annan Planı referandumunun 20'nci yıl dönümünde, eski bir müzakereci ve siyaset insanı olarak, Kıbrıs çıkmazına dair somut bir öneri yapmıştı.
1- 3 AY MÜZAKERE
Müzakere masasına kaldığımız yerden oturalım ve bunun üç ay gibi bir zaman tahdidi olsun.
2- HAKEMLİK
Üç aylık müzakere sonunda uzlaşma sağlanamayan noktalar için “hakemlik” devreye girsin ve çözüm belgesini tamamlasın.
3- REFERANDUM
Referanduma gidilsin ama bunun sonucunun da bir bedeli olsun...
İşte “ilk kez duydum” dediğim asıl öneri burada ortaya çıktı.
Referandum belgesine “evet” gibi “hayır”ın da sonuçları yazılacak ve her iki toplum için çözüm planını reddetmenin bedelleri olacak.
Kıbrıs Türk tarafı "evet", Kıbrıs Rum tarafı "hayır" derse...
Kıbrıs Türk tarafı kendi federe ( ya da ayrı ) devleti çatısı altında Avrupa Birliği üyeliğine kavuşacak.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de bu devleti tanıyacak.
Kıbrıs Rum tarafı "evet", Kıbrıs Türk tarafı "hayır" derse...
Toprak, mülkiyet, güvenlik gibi konularda Kıbrıs Rum tarafının talepleri yerine getirilecek.
***
Örneğin;
Kıbrıs Türk tarafı "evet", Kıbrıs Rum tarafı "hayır" derse...
Kıbrıs Türk tarafı kendi federe devleti ( ya da ayrı devlet ) çatısı altında Avrupa Birliği üyeliğine kavuşacak.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de bu devleti tanıyacak.
Kıbrıs Rum tarafı "evet", Kıbrıs Türk tarafı "hayır" derse...
Toprak, mülkiyet, güvenlik gibi konularda Kıbrıs Rum tarafının talepleri yerine getirilecek.
***
Cyprus Mail dün Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs dosyası üzerinde çalıştığı taslak iddiasıyla kimi senaryolar gündeme getirdi.
Bu taslak Özdil Nami’nin yaklaşımlarına benziyor.
Özüyle:
“Müzakereler yeniden başarısızlığa uğrarsa buna sebep olan taraf bedelini ödeyecek.”
Ya da…
“Müzakerelere olumlu katkı sağlayan toplum bunun karşılığında ödüllendirilecek.”
Cyprus Mail’e göre:
Kıbrıs müzakereleri Kıbrıs Rum tarafı yüzünden başarısızlığa uğrarsa “3-D” formülü, Kıbrıs Türk tarafı yüzünden başarısızlığa uğrarsa “3-T” formülü uygulanacak.
“3-D” Kıbrıslı Türkler için “Doğrudan Ticaret, Doğrudan Uçuşlar ve Doğrudan Temaslar”ın başlaması anlamına geliyor.
“3-T” ise Kıbrıs Cumhuriyeti’ne “Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık, Tek Uluslararası Kişilik” güvencesi…
Tamam da asıl soru şu…
Her iki taraf “evet” derse ne olacak?