17 Ekim 2009 tarihinde “Eğreti Adlar” başlıklı bir makalem yayınlamıştı bu sayfalardan. Konu; 1960’lı yıllarda Kıbrıslı Türklerin yaşamlarını sürdürdükleri bazı köy-kasaba isimlerinin “Türkçeleştirme” çalışmasıydı. O günlerde bunun mantığını çözmek için çaba harcamaya gerek yoktu. “Türk isen Türkçeleşmiş bir yerleşim yerinde yaşamalısın”. Bundan ötesi ve bence en önemli “neden”; yer isimlerinin gelenekselleşmiş haline darbeyi vurarak “Türk kimliğiyle” özleştirme niyeti.
NTV Tarih Dergisi’nin 8. sayısında konuyla ilgili bir habere rastlamıştın o günlerde, size kısaca yeniden hatırlatayım: Söz konusu “Türkçeleştirme” çalışmaları aynı yıl Türkiye’de de başlatılmış meğer. Nasıl bir tesadüfse! Kültürel zenginliğiyle hiçbir devletin boy ölçüşemeyeceği Türkiye’de aynı hataların yapılmış olduğu bugün tarihçiler, araştırmacılar tarafından ortaya konuluyor. Necdet Sakaoğlu’nun NTVTarih dergisinin 8. sayısında kaleme aldığı konuyla ilgili bir alıntı yapalım:
“...1960 sonrasında özellikle köy ölçekli birçok yerleşime, yanlış, gereksiz, eğreti yeni adlar yapıştırıldığı doğrudur. Halkın, belediye meclislerinin, köy ihtiyar heyetlerinin başvuruları sonucu adları değiştirilenler yanında, birkaç adını birarada yaşatan yerleşim yerleri de vardır...Toponomide bu adlar, “yerleşim adları” ve “özellik adları” olarak iki genel sınıflama içinde ele alınır. Yerleşim adları; insanların yaşadığı ya da yaşamış olduğu köy, kent gibi birimleri gösterir ve genellikle o yerin ilk kurulduğu dönemden kalmadır. Özellik adları ise; bir yerin doğal ya da fiziksel özelliklerini gösteren hidronim (su özelliklerine ilişkin adlar) (Yeşilırmak gibi ea), oronim (yeryüzü yükseltilerine ilişkin adlar) (Ağırdağ gibi ea) ve doğal bitki örtüsü özelliklerine ilişkin adlar olarak ayrılır...”
1960’ta gerçekleştirilen nüfus sayımında ada’da 630 köyün bulunduğu, bunlardan 126’sının saf Türk köyü, 110’nun da karma olduğu bilgisini, rahmetli Hasan Fehmi beyin kitabından alarak yolumuza devam ettiğimizde, 1960 yılından itibaren birçok köy ismi “Rumcadır” düşüncesiyle değiştirilirken, bu “top yekün”lük içerisinde, kültürel mirası belgeleyen yer adları da “Türkçeleştirilmişti”.
Necdet Sakaoğlu’nun yazısında şunu da vurguluyordu:
“...Bize büsbütün yabancı veya anlamsız gelen kimi köy adları Hititçe, Urartuca kökenlidir. Bunları değiştirmek şöyle dursun titizlikle yaşatmalıyız...”
Bu ada’da “Rumcadır” inancıyla değiştirdiğimiz köy isimlerini düşünürken diğer yandan; bu ada’dan gelip geçmiş medeniyetlerin bıraktıkları kültürel mirası da aklınızın bir yanına koyuverin. Birçok farklı medeniyetin zaman süreci içerisinde yönettikleri bu ada’nın meskun yerleri, kendi lisanlarında adlandırılırken, bulunduğu coğrafya ve doğal özellikleriyle, o meskun bölgeyi kuran kişinin adıyla da örtüşmekteydi. Yani sosyo-kültürel bir yanı vardı. Ama biz ne yaptık, isimlerin geçmişi-kaynağı hiç düşünülmeden katlettik. Ve kültürel geçmişimiz diye bilinen bu gelenek, bu birikim, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1571 yılından bu yana yüzyıllarca yönettiği bu Ada’da birçok isim korunurken, bizler kafamıza göre takılarak isimleri “Türkçeleştirdik”. Kraldan kıralcı olduk vesselam.
Hasan Fehmi bey bakın kitabında ne demiş bu konuyla ilgili:
“... (Kıbrıs’ta) köylerin çoğu İ.Ö.10. yüzyıldan sonra Frenk ve Latinler tarafından kurulduğundan hâlâ onların verdiği adlarla tanınmaktadırlar. Rumların verdiği isimler ise Ortodoks dini etkisi altında “aziz” anlamına gelen “Ayos” ve onun kısaltılmışı olan, köy isimlerinin önüne konan “Ay...” ile başlar: “Aynikola” gibi. (Aziz Nikola ea)...”
Bu konudaki örnekleri tekrarlamak istemiyorum. Bana bugün bu yazıyı yazdıran “kampanya”dan bahsedip yazımızı toparlayalım.
NTVTarih dergisinin bu ayki nüshasında bir “kampanya” başlatıldı. “İSMİNİ UNUTMA” ana başlık altında alt başlık olarak da “Tarihî-coğrafî yer adlarımıza sahip çıkalım” yer almaktadır. Yazıdan bazı alıntılar yapalım:
“...aynı yer için eskilerin başka, yenilerin başka isimler kullandıkları bu daimi geçiş dönemleri(nde)...bitmek bilmeyen değişimin belki de en vahim sonucu, insanların yaşadıkları yerlerin hikayeleriyle bağlarını kopartması, böylece toplumsal hafızanın zayıflaması. Çünkü her yerin bir ismi vardır, her ismin bir hikayesi. İsimlerin hikayesi, biraz da yerlerin hikayesidir. Ve tarih, en geniş anlamıyla hikayelerden oluşur...”
Ve yazının sonunda herkesi aklında kalan sokak isimlerinden yerleşim isimlerine kadar bildiklerini, hatırladıklarını bu dergiye yazmaları için davet ediyor. Amaç; bu konuda bir data oluşturmak. İşte böylesine bir duyarlılık ve kültüre sahip çıkış.
Güney’de dolaşanlarınız, oradan göç edenler bilir; sokak isimleri; 1974’de bıraktığımız gibi Rumca-Türkçe olarak duvarlarda yer almaktadır. İster Rum politikası deyin ister şu ya da bu. Bunlara dokunulmadığı sürece toplumsal hafızamızın bu yönü hep canlı kalacaktır.