“Bir kayıp insanımızla ilgili hatıralarım: Zühtü Mehmet Emirali...”

Sevgül Uludağ

Ulus IRKAD

1961-62 yıllarında Baf’ın Gonia (Konia veya Konya) karma mahallesinde kiracı olarak kalmıştık. O günlerde Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk komşularımız vardı. O mahallede bir sorun çıktığını da duymadım, görmedim. Aksine milliyetçi Kıbrıslırumlar da vardı orada, pek tabii milliyetçi Kıbrıslıtürkler de... Yanı başımızda komşumuz birlikte oynadığımız  Hristagi’yi, hemen dip komşumuz Yunanistanlı Yula teyzeyi, daha ileride Nuri Sılay ailesini ve de Komşularımız-Konya mahalesinin ilk başlarında Adataşlarla, Müesser ablanın Özikiz ailesini küçük oğlu Eren’i,  ikiz oğlularını, kızlarıyla  damadı Kenan İnatçı ve çocuklarını da unutamam. Gerçi İnatçıların çocukları bizden küçüktüler. Kardeşim Hamza onlarla akrandı. Gene evlerinde oturduğumuz Göksel abla (Kombos), akrabaları Makinist Fehmi dayı ve ailesini, çocuklarını, daha ilerilerde Kamil Polis ve ailesini de unutmadım. Hemen karşımızda da Kıbrıslırum Çelebolar ailesi vardı ki, Çelebolar da en milliyetçi bilinen ailelerden biriydi ama bizlerle sorunları olmadı. Babama da anneme de devamlı saygı gösteriyorlardı. O mahalleden kaçışımız ise kardeşimiz Hamza’nın biraz ayaklandıktan sonra Çelebo’nun havuzuna gitmesi ve bu kaçışları engelleyemememiz olmuştu. Zavallı ihtiyar baba Çelebo, her türlü önlemi almasına rağmen kardeşimiz Hamza, fırsatı bulur bulmaz o havuzda alırdı soluğunu. Sonuçta bunu engelleyemeyeceğimize karar vererek Mutallo’daki Sinanlar’ın evine taşındık.

BİR KAYIP İNSANIMIZ: ZÜHTÜ...

Zühtü’yü orada tanıdım. Benim hatırımda Zühtü’nün hafif felçli olması kaldı ki, Sevgül arkadaşın ropörtajında, kardeşi Sema ablanın da verdiği bilgilerde (Nenem ve dedemin Baf’taki komşusuydu, kocası Coşku abi de dünürümüzdü; Coşkun abinin ablası büyük dayımla evliydi) sadece yarı felç olması, yürümekte güçlük çekmesine rağmen gene de kendisine çağrılan evlerde odun keserek birşeyler kazanması ve kendisine yeterli olmasıydı zavallı Zühtü’nün. Aradan kaybolmasının ardından şimdi 60-61 sene geçti ama ben gene de yüz hatlarını, hafif felçli halini hatırlar gibiyim.  Hatırımda tek kollu kaldı ki Sema ablanın verdiği bilgilerde felçli olduğu ortaya çıktı. Aradan bu kadar uzun sene geçince insan bazı ayrıntıları unutuyor muhakkak…

Zühtü, engelli ama güçlü kuvvetliydi. Tek koluyla tüm ağır işleri yapardı. Tabii kendisinin peşinden koşup onu sinirlendirmeye çalışan çocuklar da vardı bizim gibi.

“Zühtü, Zühtü!” diye peşinden koşup onu sinirlendirmekte ve onu usandırınca da eline koskoca bir taş alıp bizi etrafından savmasını da hatırlıyorum Zühtü’nün. Adamı pes ettiriyorduk. Çocukluk işte... Bir de o yaşlarda, 6-7 yaşlarındaydım, böyle insanları sinirlendirip peşimizden koşturtmak da ayrı bir çocuk eğlencesi olurdu. Keşke yapmasaydık ama o yaşlarda insan düşünemezdi.

“Zühtü, Zühtü!”

 diye dakikalarca peşinden koşup onu usandırıp sinilendirdiğimizde, öfkelenir, yüzü ciddileşir ve bu şekilde kendisiyle alay edilmesinden hoşlanmazdı zavallı. Bu arada komşular kapıya çıkar ve;

“Aysel Hanım, Müesser Hanım, Hatice Hanım sizin çocuklar gene Zühtü’yü incitiyor!” diye seslenirlerdi.

Zühtü Mehmet Emirali

ODUNLARIMIZI PARÇALAMIŞTI...

O zamanlar herkes yıkanmak için odun semaveri dediğimiz suyu ısındıran odunlar yakardı evlerde. Rahmetli babam epey odun toplamıştı. Anneme, Zühtü mahalleden geçerse ona çağırıp odunları baltasıyla kırdırmasını söylemişti. Babamız sabahları, öğretmen olduğu için okula giderdi. Hatırlıyorum, Zühtü bir gün bütün gün evimize misafir olmuş, odunlarımızı parçalamış ve pek de fazla olmayan bir cep ücreti almıştı. Kimbilir, belki de bu verilen ücret Zühtü’nün bazı ihtiyaçlarını karşılıyordu. Çoğu zaman onu kahve içerken Yusuf Dayı’nın hemen ilerimizdeki kahvehanesinde görürdük. Felçli vücuduna rağmen sağlam yapılıydı. Palabıyıkları onun ciddiyetine ciddiyet katardı. Sessizdi. Ekmek parası kazanmaktan başka bir uğraşı yoktu ama işte biz yaramaz çocukların hışmına da uğruyordu. Gene de çevremizin vazgeçilemeyenlerinden olmuştu Zühtü. Dellal Katil, Lambasuyucu Hasan Dayı her gün gördüğümüz insanlardandı ve Zühtü de onlardan biriydi.

ZÜHTÜ ANİDEN KAYBOLDU...

Sonra savaş veya toplumlararası çarpışmalar çıktı. Zühtü ansızın kayboldu ortalıktan. Bir daha onu hiç göremedik. Nereye gitmişti? Neredeydi inanın merak ettim ama soramadım bir türlü. Belki de köyüne gitmişti, diye düşünmüştüm.

1970’li yılların başlarında Baf Mücahit Merkezi, “Baf’taki Kayıp Kıbrıslı Türkler” diye bir fotoğraf sergisi açmıştı. 14 veya 15 yaşındaydım. O sergi sırasında Zühtü’nün o temiz ve saf yüzünü gördüm bir fotoğrafta. Sergide nöbetçi olan ve de şimdilerde artık rahmete kavuşan eski furbolculardan Remzi Arap adlı abimize sordum; o fotoğraf Zühtü’ye ait mi diye.

“Evet, 1963-64 çatışmalarının ilk günlerinde kayboldu Zühtü, o çatışmalardan sonra ondan hiç haber alamadık” dedi. Zühtü’nün kayıp olduğunu o gün öğrendim. İçime bir acıma ve kalp sızısı girmedi değil. Gerçekten biz Zühtü’yü Mutallo’da çok rahatsız etmiştik. Onu çok sinirlendirmiştik. Bir vijdan azabı duydum Zühtü için.

YAŞASAYDI AF DİLEYECEKTİM...

Eğer yaşasaydı, ondan af dileyecek ve bizi affatmesini isteyecektim. O, saf, felçli ama sağlam, dürüst ve namuslu, saf, temiz kalpli bir Baflıydı. Onun o kayboluş hikayesi beni hem duygulandırdı hem de vicdanımı çok rahatsız etti.

Herneredeyse ondan af diliyorum. Umarım beni şimdi duyuyordur. Seni rahatsız ettiğimizden dolayı bizi affet Sevgili Zühtü. Kayboluşun inan çok acı olmuştu.

Bizi ne olur affet…


KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“Ermu Sokağı’nda dükkanlar nasıl ortaya çıkmıştı?...”

Ermu Sokağı... Foto CVAR

Kostas ve Rita Severis Vakfı CVAR’ın bloğunda Ermu Sokağı’nın nasıl ortaya çıktığına dair bilgileri, okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. CVAR’ın internet sayfasında Ermu Sokağı’yla ilgili yazılanlar özetle şöyle:

***  1882 yılında Lefkoşa’ya ilk sokak lambaları takılmıştı, 1903 yılında ise elektrik Lefkoşa’ya geldiğinde öncelikle Hükümet Konağı aydınlatılmıştı... 1888 yılında Lefkoşalılar’ın katkılarıyla ilk yangın söndürme arabasına kavuşacaktı başkent. Sonra bir yetimhane ve fakirhane kurulacaktı. İngilizler bu dönem at yarışları tesis edeceklerdi... Kıbrıslıtürkler Bayram kutlamalarında at sırtında, rengarenk giysileri içinde cirit oyunu oynamaktaydılar...

***  1890 yılında dereyatağına dut ve efgalipto ağaçları ekilecekti... Belediye yetkilileri sokakları iyileştirmeye konsantre olmuştu... Bu amaçla geçtiği yerleri sulayan bir araba ile bir silindir satın alacaktı belediye... 1893 yılında Tüm Kıbrıs Cimnasiyosu inşa edilecek, Faneromeni Kızlar Okulu’na da yeni bir bölüm inşa edilecekti...

***  Hristodulos Severis, Lefkoşa’nın seçilmiş ilk belediye başkanı olacaktı... Belediye ofisi ise Hariklia Argiridis’in evinde oluşturulacaktı. Belediyeye ait iki araba haftada bir defa kentin çöplerini topluyordu... Ancak tüm çabalara karşın, Kanlıdere’nin kuru dereyatağına halkın çöp atma alışkanlığının önüne geçilemiyordu... Açık bir kanalizasyon gibiydi dereyatağı ve ölü hayvanlarla doluydu, bu da korkunç bir kokuya neden oluyordu...

Ermu Sokağı'nın bölünmesinden bir fotoğraf...

***  O zaman Belediye Meclisi bir karar alarak masrafları kendine ait olmak üzere dereyatağını dolduran şahıslara, doldurmuş oldukları alan üstünde bir dükkan inşa etme izni verileceğini duyurdu. Ermu Sokağı böyle ortaya çıkacaktı...

***  Kanlıdere, Baf Kapısı’ndan giriyor, Mağusa Kapısı’ndan çıkıyordu çok eskilerde... Ortaçağ döneminde, Venedikliler, Osmanlılar’ın adaya saldırıp işgal edeceğini anlayınca, Kanlıdere’nin Lefkoşa’nın savunmasında bir handikap olduğuna karar vererek, derenin yönünü değiştirmişler ve dereyi kentin ortasından dışına doğru yönlendirmişlerdi... Osmanlı döneminde ise bu dereyatağı kuruyacaktı...

***  Lefkoşalılar bu kuru dereyatağını çöp atmak için kullanıyordu... Tüm çöplerinin yanısıra ölü hayvanları ve kullanmadıkları öte beriyi de dereyatağına atıyorlardı, böylece dereyatağı pis kokuların ve salgınların kaynağına dönüşmüştü...

***  İngilizlerin adaya gelmesiyle birlikte, bu dereyatağı kabul edilemez bir görüntü olarak addedilmeye başlanacaktı. Adanın yeni hakimleri, bunu temizlemeye karar verdiler. Şirolar kurumuş dereyatağına girerek çöpleri boşaltarak burayı temizlediler. Ancak Lefkoşalılar’ın böyle şeyler umurunda olmadığı için kısa sürede dereyatağı gene çöplerle dolmuştu...

***  Nihayetinde 1883 yılında Lefkoşa’nın ilk belediye başkanı olarak Hristodulos Severis seçilince bu soruna nihai bir çözüm bulmak istedi. Parlak bir fikri vardı. Lefkoşalılar’a şu öneriyi yaptı: Her kim toprak satın alıp da dereyatağını doldurursa, doldurduğu bölümün koçanı kendisine verilecekti ücretsiz olarak, bunu belediye başkanı bizzat imzalayacaktı.

***  Böylece insanlar toprak satın alarak dereyatağını dolduracaklar ve doldurdukları dereyatağı parçasının üstüne dükkanlar ve evler inşa etmeye başlayacaklardı... Böylece yavaş yavaş yeni bir sokak ortaya çıkmıştı, bir zamanlar kentin ortasından geçmiş olan dereyatağı doldurularak... Nihayetinde bu sokağa Manifatura Sokağı denmişti ancak nihayetinde sokağın adı “Ermu Sokağı” olacak ve pek çok dükkanın olduğu bir sokak olacaktı bu...

(CVAR’dan derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).