Bir Kıbrıslı Ermeni kadın: Nuritsa Nacaryan… 3

Sevgül Uludağ

Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği yetkililerinden Alev Tuğberk’in Nuritsa Nacaryan’la röportajının devamı şöyle:

SORU: Yani sizce dil yakınlığından dolayı…
NURİTSA NACARYAN:
Evet, dil yakınlığından dolayı, çünkü bilmezler. Ben dokuz yaşına kadar Sarayönü’nde ordaydık…

SORU: Sarayönü’nde doğdunuz…
NURİTSA NACARYAN:
Evet ve Sarayönü’nün orda Hacıyango derler, bir kahve varıdı böyle köşe başında, yanında Samancıyanlar varıdı, Ermeni aile, onun yanında biz. Bizden sonra gene büyük havlı bir şey vardı, içi bütün Ermeni doluydu. Dört-beş familya varıdı orda… Boyaciyan varıdı, Keşişyan varıdı, Annik Kalustyan varıdı, başka üç-dört daha Ermeni aileler varıdı. Onların evinin karşısında Berçgil varıdı, Yeramiyan.

Onların ailesi, büyük bahçe, bilmem ne… Onların karşısında American Academy varıdı. Yanında Ermeni Protestanların kilisesi varıdı. Sonra Viktorya Sokağı’na gelirdik, köşe başında Zartaryanlar otururdu. Karşısında Arabahmet Camisi varıdı. O sokak da Kamuran Aziz’nan başlardı, eczanesi varıdı. Köşe içinde Kuyumciyan Sirvart, Sylvia’nın annesi varıdı. Kuyumciyanlar, Taşçiyanlar, Keheyanlar, Bekaryanlar, ne bileyim hep yanyana bütün Ermeni’ydi, Viktorya Sokağı’nda da bütün Ermeni’ydi…

SORU: Nasıldı hayatınız o günlerde?
NURİTSA NACARYAN:
Çocukluk, cahillik… Dokuz yaşımda olduğumda, Köşklüçiftlik’ten toprak almışlar annemler… Ev yaptırdık orda. Dokuz yaşından sonra 63’e kadar biz ordaydık bizim evimizde. Çok iyi, paşa gibi yaşarıdık… Babam-annem işlerleridi. Kazanırlarıdı. Okula gelir gideridik, ne asfaltıdı yollar, ne bir şey ama çok mesutuduk…

Ondan sonra ben terziliğe başladım. Azniv… 15 yaşındaydım. Okulu bitirdim – Azniv Nigogosyan – çıkınca okuldan Azniv Nigogosyan’a gittim. O da Fransa’dan diploma almışıdı. Çok eyi bir terziydi, baş terziydi. Bir senede diploma verirdi, dokuz ayda ben diplomamı aldım zatı! Öyle makas alsam elime, “Gork, gork! Biraz gorkuynan kes!” deridi. Terziliği sevmez idim amma… Bir gün, kızkardeşim benden üç yaş böyüğüdü, bir yere gideceğidim, neydi… Eteğimin düğmesi yoğudu… Kızkardeşime “Hade şunu dik” dedim! “Dikemem, vaktım yok” falan dedi. Yengem geldi, dayımın hanımı, “Nurits” dedi, “bak, sen alışmasan” dedi, “terziliği, her vakıt böyle yarıbuçuk işlerin olacak…”

Onun için terziliğe gittim, alıştım.
Ordan diplomamı aldım, eve gitmeden burda Makridromo’da (Uzun Yol – Ledra Street) Maison Jenny dükkan varıdı, bilirsanız… Yahudi bir adam varıdı, hanımı da Almanıdı… Bunlar o Maison Jenny dükkanını açtılardı o vakıt… Bu oluyor 1948, 1947’de belki de… Ben velesbit sürer idim o vakıt, gençlik ha! Doğrudan ora gittim, dedim ki “Excuse me” dedim, “terziye lüzumunuz var mı?” dedim. O da dedi ki “Terziye lüzumumuz yok, satıcıya lüzumumuz var…”

“Onu da yaparım” dedim!
O gün aldılar beni işe, dokuz Kıbrıs Lirası aylığınan… Orda işe girdim, başladım çalışmaya… İki ay sonra ondört lira ettiler, o kadar memnundular. Orda çalışırkan zatı nışanlandım. Sonra çıktık, evlendik… İşte ev-bark oldu. Eşim tornocuydu… Çok eyi usta tornocuydu… İki oğlum oldu, bir kızım oldu. Çok mesududuk… Eyiydik, eyi günler geçirdik çok şükür.

Ben American Academy’yi çok istiyordum – eniştem de – annemin yeğeninin kocası – oranın başkanlarındanıdı. Beleş bile, ödemesiz gireceğdim. Amma eski zaman, eski kafalı deyim… Annemin hiçbir hakkı yoğudu aileye, evet yapalım, evet gidelim, evet alalım demeye… Dayım diyeceğidi bize evet ya yok… Ben nışanlandığımda da bile dayım evet dedi de oldu. Biraz da annem fazla istediydi çünkü eyi aileydiler.
O vakıt annem dedi ki “American Academy’ye istiyor” dedi.

Apel de dedi, Apel enişte – bu Goethe Enstitüsü’nün karşısında bir ev var ya hani yandı, onun sahibiydi…
Dayım dedi ki “Uuu bahalıdır American Academy, aristokrat yerlere yollamak istiyon…”
Apel eniştem “Beleş, parasız” dedi.
Dayım “Hele cevabını ben size sonra derim” dedi. Bir-iki gün sonra geldi, orda dedi ki “Hayır gitmeyecek American Academy’ye” dedi.

“Niye?”
American Academy’nin şimdiye kadar orda bir alçak duvarı vardır. Bir evinan beraber. O evde bir hanım otururmuş. Rum… Yunanistan’dan gelme mi ne…
Dedi ki “Ora” dedi “bilmem ne yeridir” dedi. “Duvardan kızlar atlıyormuş Olga’nın ora” dedi. Olga’ymış ismi kadının. “Şerefsiz bir yerdir” dedi. “Gitmeyecek” dedi, bırakmadı beni American Academy’ye gideyim… Amma ben o gadar isteridim alışayım edeyim, çok okurudum… O vakıt terziliğe de başladım. Başlayınca Amerikan, İngiliz ve Alman müsteşarlıklarına terzilik yaparıdım… Bütün herşeylerini ben dikeridim… O vakıt cahtettim, istedim, Goethe Enstitüsü’ne yazıldım, ora gider gelirdim. “Aman” deridim, “Mrs. Törek” derdim elçinin hanımına, “vaktım da yok, okulum var, gidip gelemiyorum” filan… “Ne gadar gidersen o gadar eyidir” deridi. İşte böyle…

Bura geldikten sonra da Rumca’yı alıştık. Okulda verilleridi bize Rumca dersi amma hocamız Maronit idi, biraz da sözünü geçiren biriydi böyle, he derse he, yok derse yok… Biz de cahil çocuklar… 13-14 yaşında, 12 yaşında… Deliliğe vururuduk, bilmem ne, alışamadık. Sonra Türkçe konuşuruduk evde de. Benim anam, mamam, kızkardeşim üç yaşında Melkonyan’a gitmiş – üç yaşında almazlardı amma öksüzhaneydi o vakıt. Babam da orda işleridi. Ora gitmiş. Sonra üç sene sonra ben doğmuşum. O vakıt ki kızkardeşim Melkonyan’da alışmış Ermenice, mamam o vakıt ondan başlamış Ermenice alışsın… Sonra ben de geldikten sonra Ermenice’yi böyle alıştık. Ama ana dili gibi Türkçe’yi biliriz çünkü çocukluktan… Şimdi de kızarsak evde ya bir şey, hemen Türkçe konuşuruz…

Devam edecek…