Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği yetkililerinden Alev Tuğberk’in Nuritsa Nacaryan’la röportajının devamı şöyle:
NURİTSA NACARYAN: Ermeniler’in bir şeyi vardır, bir zayıflığı vardır. Daima ister ki kilisenin, okulun yanında olsunlar, etrafında olsunlar. Bu bizim içimizin bir huyudur. “Ben” dedim, “alayım kızı gideyim…” Viktorya Sokağı da uzundur, gördünüz… “Ben kiliseye gidersam ve çıkarsam ve endaksi yani tamam diye elimi şöyle sallarsam, alın iki oğlanı da gelin” dedim. Hiç olmazsa teyzemler biraz rahat eder yani…
Gittim, Viktorya Sokağı’nın yarı yoluna geldim, baktım ki variller konmuş, bırakmıyorlar kilise tarafına geçelim.
Orda bir ev var, iki kapısı var. Bir odayı dükkan diye icar vermişler, arada kapı var, geçen. Bir seki varıdı orda, kapıyı vurdum, hanımın biri, Türkçe “Kim o? Kim o?” dedi. Dedim “Hanım ben Ermeniyim, kiliseye gidecem” dedim. “Bilirim” dedi hanım. Orda Köroğluyanlar otururdu, Ermeniler – ondan “Bilirim” dedi hanım. Onlar da dünürdürler bize. Ordan bilirim oranın bitişik olduğunu, iki kapısı olduğunu.
“Ne var” dedim, “bırak beni şurdan gireyim, kiliseye gidecem…”
“Kimdir?” dedi.
“Ben hem beş yaşında çocuğum” dedim.
“Çapık gir” dedi.
Hemen açtı kapıyı, giremiyorum! O bir sekiye adımımı atamıyorum… Ağlıyorum… Çocuk ağlar, ben ağlarım – dizlerim dutuldu, giremiyorum… Anca kapıyı duttum şöyle, çocuğu soktum, sonra da ben girdim, obir taraftan çıktım. “Aman” dedi, “olmaya ki burdan bir daha geçecen…”
“Hayır ama bak” dedim, “bir kiliseye gidecem, kocamınan iki oğlum da gelecek, lütfen onlara da aç, aile beraber olsun” dedim.
Çok eyiydi, bak bunu da yapan Türküdü… Şimdi ben inkar edeyim? Yapamam. Açtı, bizi bıraktı. Gittim kiliseye, Ermeniler böyle garınca yuvası gibi toplanmış, hiç ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Anca papaz çıktı, dedi ki, “Bak o ki mümkünü vardır, hısımları vardır, evleri vardır” dedi, “Hristiyan tarafında” dedi – o vakıt anladık ki Baf kapısından ötede Rumlar varımış… “Çünkü bu gidişe bakarsak” dedi, “bütün Ermeniler toplanacak, bu kilise havlısı da yetişmez, yer yok, yurt yok… Daha iyisi mi çok ehali olmadan gidin…” dedi. Aklıma Melkonyan geldi. Melkonyan’ın bekçisi Ermeni Garabet isminde biriydi Adalyan, babama hısım düşermiş, çok alakamız yoktu ama kendi de yalınızıdı. Dedim ki “Hade gidelim Melkonyan’a, Garabet’in yanına” dedim. Orda iki odası varıdı. Galktık ora geldik. Ora geldik ki hiçbiri yok. Garabet ordaydı. “Aman Garabet böyle böyle oldu…”
Gardaşıma telefon ettik, “Aman ne olur gel, aileni al gel…”
O da ailesini aldı geldi Melkonyan’a.
Kardeşim HQ’da çalışırdı, İngiliz şeyinde – telefon etti ki gelemiyecek, “Böyle böyle, yollar kapalı, evimizden çıktık Melkonyan’dayık…”
Ben de Red Cross’a (Kızılhaç) – hem üyesiydim, hem de “bazaar”larda falan yardım ederdim… Onlara telefon ettim, “Aman, aman, Melkonyan’a geldik, Ermeniler doldu!” Halbuki öyle dolu da değildi. “Yem yiyecek yok, çor çocuk çok…” Okullar da kapalıydı o vakıt. “Hiçbir şeyimiz yok… Lütfen eğer pattaniya getirebilirseniz, camp bed…”
Hemen Red Cross “three tons lorry” derler, büyük kamyonları camp bed (kampet), pattaniya doldurdu, gönderdi.
“Yalnız sen mesul olacan” dedi. “Sonunda bize bütün bunları teslim edecen…”
“Aman ver” dedim…
Bu defa gelen gelene, gelen gelene, hepsine verdik, imzaladılar… Ev tuttular sonra, herkes aldı beraber gittiler, ne Red Cross sordu, ne de bir şey… Herkes geldi çünkü beraber olacayık. Melkonyan büyüktü, odalar boş.
Melkonyan’ın hastanesi varıdı, ayrı, Melkonyan’dan epeyi ötede. O nörs da Beyrutlu’ydu. O da bıraktı, kaçtı gitti…
Ermeniler’in lideri Kilbiyan’ıdı. Rahmetlik oldu. Berç Kilbiyan. O beni çağırdı, dedi ki “Nurits” dedi… Ha ben, bunu da deyim ki hem terzilik ederdim, hem de hastaneye ebelik dersi almaya giderdim. Öyle ki evlerin içine iğne salardım, ederdim… 62’de… Çünkü o vakıt Ermenistan’dan davetname geldi, kim gelirse beleş Ermenistan’a… Beleş gidileceğdi.
Pazartesi devam edecek…