Bir Kıbrıslı Ermeni kadın: Nuritsa Nacaryan… 9

Sevgül Uludağ

Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği yetkililerinden Alev Tuğberk’in Nuritsa Nacaryan’la röportajının devamı şöyle:

NURİTSA NACARYAN: O da nışannısını almış, İngiltere’ye gitmiş. Bir müddet sonra kız mektup yazmış ki “Mama hamileyim, gel yanıma…”
Hanım bırakmış, gitmiş.  Sene geçmiş… Ordan mektup yazmış hanımı, “Ya evi satan, parayı bize yollan kızına, ya toprağı kızın üstüne yapan yoksa ben geri gelmeyecem…”
Adam mecbur olmuş, 5 bin liraya evi bu çavuşa vermiş. Çavuş da “Yedi bin lira” demiş, kar alacakmış… O vakıt ben gitmişim ora… Toprağı çavuş almış…
Ben de dedim ki “Bak”, “yarısını satarsan, satabilirsan, yarısını almaya evet derik…
Adamcağız bir iki gün sonra geldi, dedi ki “Bankada bir arkadaşım var Andrea isminde” dedi, “iki oğlu var…” Onlarda oğlan cehiz götürür kıza… “Onun lüzumu yoktur, malı mülkü de vardır” dedi, “amma sizin halınızı gördüm, dedi ki ben bir yardım edecem, alacam, söz ver ki satacan bunu benim adıma dedi o arkadaşım” dedi. Yanındaki tarlayı alacak yani… O da aldı… Yedi bin liraya aldı o yanımızdaki tarlayı… Böylelikle biz bu evin sahıbı olduk…
Toprak getirdik, böyle sokakta görsek bir ev yıkılmış, “Aman getir bizim ora dök” derdik… Ettik bir bahca…
Şimdi de yandaki adam yalvarıyor, “Ver burayı böyle büyük apartman yapayım…”
“Yok” dedim. “ben öldükten sonra evlatlarım nestersa yapsın” dedim ama evlat mı galdı? İşte böyle hayatımız…

SORU: Rumca’yı nasıl öğrendiniz?
NURİTSA NACARYAN:
Burda… Gonudan gomşudan alıştık. Ev sahibinden alıştık, ev sahibinin çocuklarından alıştık. Türkçe ana lisan… Bak, otoda bile Türkçe’dir benim radyom. Türkçe kullanırız. Eğer derlersa da Rumca’da falan fıstık ya da havadisleri almak için o saatta açarım. Kızımnan Ermenice konuşuruk. Güveyim İngilizdir…

SORU: 1963’ten sonra göç edenler oldu… Onlarla ilişkiniz sürdü mü?
NURİTSA NACARYAN:
Evet, gelirler, giderler… Ermeniler daima beraberdirler. Her nere de gitse…

SORU: Siz Lefkoşalısınız… Larnaka’da yaşayanları tanıyor muydunuz?
NURİTSA NACARYAN:
Hiç tanımazıdık. Ne Leymosun’da, ne Larnaka’da… Leymosun’da mamamın yeğeni varıdı, onlar da gittiler Amerika’ya falan – şimdi Limasol’dan birini sorsan, bir iki kişi tanırım – Lefkoşa’ya gelirler, giderler, ya kulüpte, ya kilisede görüşürüm. Tanırık, taşınışırız, hepsini tanırız. Ama hususi bir ilişki değil, tanırık…

SORU: Bir kumaşçıdan bahsettiler…
NURİTSA NACARYAN:
Mardiros. Onosağoros’ta düğmeci Diran varıdı, onun kardeşidir. Öldü… O da çok güzel, pahalı kumaşlar getirirdi.

SORU: Burda konuştuğunuz Ermenice’yle Londra’da konuşulan Ermenice aynıdır…
NURİTSA NACARYAN:
Aynıdır… Yalnız Ermenistan’daki Ermeniceynen bizim Ermenice biraz farklıdır. Anlarık, konuşuruk… Onlar Rusça’nın etkisindedirler… Çünkü biz nasıl burda Rumlar’ın Rumcasını biliyoruk, nasıl ki ben Türkiyeli ananın Türkçesini biliyorum öyle ki Ermenistan’ın Ermenicesi Rus aksanlı oluyor. Onun için bize biraz farklı gelir.

SORU: Son bir soru: Bugünkü Nuritsa Hanım çok sevdiğimiz, çok saydığımız, yaşayan tarihin bir tanığı – kimliğinizin oluşmasındaki faktörler, bütün bu yaşanmışlıklar, nasıl etkiledi sizi, nasıl bir kimlik oluşturdunuz böyle? Nasıl tanımlarsınız bugünkü Nuritsa Hanım’ı?
NURİTSA NACARYAN:
Sana nasıl deyim Alev? Bir çiçek eken, o çiçeğin toprağına gübresini, suyunu vaktında, ilaçlarını verin ki ne kadar ilgilenirsen o çiçeğnen, o çiçek o gadar mesut, güzel hem çiçeğini açar, hem gösterişi güzel olur. Benim ömrümde onsekiz yaşıma gadar annemin babamın evindeydim, ne yaşadıysam onu bilirim ki çok tatlıydı. Babam yumurtayı pişiriridi, kırar temizleridi, “Yeyin” deridi… Yoğurdu getiriridi, “Gızım, südü için, yoğurdu yeyin, herkeşin çocukları ağlar, bulamaz, siz buluyorsunuz yani…” derdi…
Onsekizden sonra ben nışannandım, evlendim, o vakıttan belli acıyınan böyüdüm… Ve acı, acılı denen okulu bitirdim… O beni yetiştirdi. Bilmem anlatabildim mi sana… Her düşüşte bir kakış var, kalkma vardır. Her olan vakada, eyi ve kötü, o seni yetiştiriyor. Benim işlerim, bilgim, davranışım, oluşum, bütün ömrümün içinde çektiklerim öğretti bana…Ne okul, ne şu, ne bu, acılar bişirdi beni… Fakat gene de çok şükür Allah’a, hiç beni bırakmadı… Kuran’da bile yazıyor kaç yerde, “Ben seni yalnız bırakmayacam” diyor. Kuran’ın içinde kaç yerlerde yazar… Hiç yalınız hissetmem kendimi. Allah daima beraberdir bana… Beniminandır…
Şimdi diyelim bura gelecem, trafik çok, otolar çok filan… Hiç evden çıkarkan düşünmem acaba otoyu parkedecek bir yer var mı falan… Gelirim, ya biri çıkar yer açılır, daima, daima… Onun için derim ki ben çok şükür çok talihliyim. Çok talihliyim… Ve mesudum… Bir de Allah’ın en iyi hediyesi bir insan için, bir kulu için, eyi arkadaş vermesidir. Benim bütün arkadaşlarım eyidir… Daima eyi adam gelir garşıma… Şöyle biri gelmez ki bir boks vurayım ya bir cimcik yapayım! Öyle ki çok mesudum… Halımdan çok memnunum… Hiç gaybedecek birşeyim yok, arkadaş gaybetmeyim, ona dikkat ederim, başka hiçbir şey… Hiçbirinden bir şey de beklemem… Ya birine bir Kleenex verdim, o da bana bir şey verecek, katiyen… Ve daima açık olurum, diyeceğimi derim, biter o iş… O gadar…