Mustafa Yaşın
mustafayashin@gmail.com
Bir devlet yetkilisi bir ustaya, “Eski zamanlarda,” demiş, “bir adamın bir kaz yavrusu varmış ve onu bir şişede saklarmış; civciv bir süre sonra büyümeye başlamış ve onu şişeden çıkaramaz olmuşlar. Şimdi, mesele şu; ne şişe kırılacak, ne de civcive bir zarar gelecek. Ey usta, o zavallı kuş oradan nasıl çıkacak?”
Yukarıdaki soru varlığımızın bir parçası olan akılla, mantıkla cevaplanması mümkün olmayan bir sorudur. Bu tür sorulara Zen öğretisinde Koan denir. D.T Suzuki (2019) der ki bu gibi sorular veya diyaloglar yalnızca sezgilerle, zihnin algı kalıplarının aralanmasıyla anlaşılabilir. Suzuki’ye göre zihnin yanıltıcı düşünceleri tamamen yok olduğu zaman da eşsiz aydınlanma yaşantısının kapısı aralanır. Zen öğretisinde denir ki bir koanın anlamını idrak ettiğinizde; Buda Şakyamuni, Tozan, Rinzai, Joshu gibi büyük ustaların gördüğü gibi görecek, onların işittiği gibi işitecek, yolda sevinç içinde onlarla birlikte yürüyeceksiniz.
Aydınlanma kapısını aralamak hepimizin varoluşsal görevi ve sorumluluğudur. Bana insan neden vardır diye sorsalar, kısa yoldan cevabım: “aydınlanma kapısının yaşantısını aralasın diye…” olurdu. Ancak bu kapının yaşantısını aralamak için ortaya ne kadar çaba koyarız? Şu anda yaşadığımız yaşantılarla ve yaptığımız davranışlarla kapıyı aralar mıyız yoksa daha da sıkı sıkıya kapatır mıyız?
Varoluşsal görevimizi yerine getirmek için bu gibi sorular bireyin kendisine sorması gereken sorulardır. Fakat birçoğumuz bu soruları yeterince sormaz, hatta bu soruların varlığından bile haberdar değildir. İşte en temelde suçumuz budur. Bu sebepten şu an zihnimizde, etrafımızda, ülkemizde, dünyamızda ve evrenimizde yaşanan kötülüklerden biz de sorumluyuz. Nasıl yani diyebilirsiniz. Örneğin, “ben sevgi dolu bir insan olarak, savaşlardan sorumlu muyum?” diye sorabilirsiniz. Bu soruya cevabım da: “hem evet hem de hayır” olurdu. Fakat nasıl? İşte nasıl sorusunun cevabı da yukarıdaki akılla ve mantıkla cevaplanması mümkün olmayan soruda belki de bulunabilir. Burada yanlış anlaşılmayı önlemek için açıkça ifade edilmelidir ki akıl ve sezgi birbirine zıt yetiler değildir. Aksine onlar birbirini tamamlamaktadır. İnsan iki yetiyi birlikte taşıyabilmelidir. Yukarıdaki soru da akılla cevaplanabilecek bir soru değildir dediğimiz zaman, aklın karşısına sezgiyi koymuş olmayız. Aslında aklı kullanarak, bu gibi soruların akılla cevaplanamayacağını kavrarız ve sezgi yetimizi devreye sokmaya çalışırız. Bir koan çalışması çoğu zaman bize hükmeden aklın sınırlarını gösterir. Bu noktada da hepimizde var olan sezgi yetisinin devreye girmesi gerekir.
Yukardaki soruyu derinlemesine inceler ve Doğru Çabayı gösterirsek cevabı hissedebilir ve “suçumuzdan” özgürleşebiliriz. Bu ve bunun gibi sorular hakkında samimi bir şekilde çalışan her bireyin özgürleşme potansiyeli mevcuttur. En nihayetinde de eşsiz aydınlanma yaşantısının kapısı aralanabilir. Böyle bir çalışmada, Doğru Çaba ve samimiyet çok önemlidir.
Doğru Çaba, kötü ve zararlı zihin durumlarının ortaya çıkmasını önlemek, bir insanın içinde zaten ortaya çıkan kötü ve sağlıksız durumlardan kurtulmak, aynı zamanda henüz ortaya çıkmamış iyi ve sağlıklı zihin durumlarını üretmek ve ortaya çıkmasını sağlamak ve bir insanda halihazırda mevcut olan iyi ve sağlıklı zihin durumlarını geliştirmek ve mükemmelleştirmek için ortaya konan enerjik iradedir. Böylece zihin Doğru Çaba yoluyla eğitilir, disipline edilir ve geliştirilir, (Rahula, 1959). Samimiyet de zihnimizde ortaya çıkan kötü ve sağlıksız durumları, onları yargılamadan ve taraf tutmadan olduğu gibi görebilmektir. Onları olduğu gibi gördüğümüz zaman, nereden geldiklerini açıkça idrak eder, ortaya çıkmalarını önler ve yanılgılardan kurtuluruz. Bana göre, kötü ve zararlı zihin durumlarının ortaya çıktıkları ilk an onlardan kurtulabileceğimiz ve onları önleyebileceğimiz en verimli andır çünkü ortaya çıktıkları ilk anda, zihnimizde beliren şeylerin üzerinde senaryolar kurmadan, farkındalık ve dikkat sayesinde onları olduğu gibi görebiliriz. Eğer ilk anda onların farkında ve dikkatinde olamazsak daha sonra zihnimizde kalıplaşıp bir “şişe” haline gelebilirler.
Sorudaki civciv kimdir ve şişe neyi temsil etmektedir? Bir an okumaya ara verip derin bir nefes alalım ve bu soruyu hissetmeye çalışalım ve bizde yarattığı hislere, onları yargılamadan, tarafsız bir şekilde bakmaya çalışalım. Civcivle biz ve şişe ile de yaşadıklarımız, bildiklerimiz, öğrendiklerimiz, ailemiz, toplumumuz, kimliğimiz, kültürümüz, milletimiz ve ülkemiz arasında bir bağlantı sezdik mi? Civciv kim? Şişe nerede? Civcive zarar gelmeden ve şişe kırılmadan, civciv şişeden nasıl çıkacak?
Civcivin şişede büyüyüp acı çektiği ve şişeye de zarar verme noktasına geldiği aşikardır. Bu bağlamda, acının kaynağını şişede, özgürlüğün gerçekleşme potansiyeli de civcivdedir. Buna ek olarak, civciv ile şişe de birbirini tamamlamaktadır. Yani bir başka deyişle, civciv olmasa şişenin bir önemi veya şişenin kendisi, şişe de olmasa civcivin özgürleşme veya şişeden kurtulma potansiyeli ve imkânı olmayacaktı. Belki de şişe olmasaydı kaz yavrusu hayatta kalamayacaktı. Bu iki şeyin birbirine koşullanmış olduğunu anlamak son derece önemlidir. Unutulmamalıdır ki zihnin kalıpları olmasaydı onun özgürlüğü de olmazdı.
Civciv en temelde birey, şişe de zihnimizdeki her türlü kalıp olabilir. Bireyin en temelde ‘suçu’ zihnini tam olarak tanımamasıdır. Daha farklı söyleyecek olursak, çoğu birey, insanda halihazırda mevcut olan iyi ve sağlıklı zihin durumlarını ve zihnin kalıplarını tanımaz ve onları geliştirme ve onlardan özgürleşme potansiyelini gerçekleştirmez. Zihnin kalıplarının olması doğaldır ancak bu kalıplardan özgürleşmemek insanın temel varoluşsal görevini yarım bırakması demektir. Birey zihnini yok etmeden ve kendine zarar vermeden özgürleşmek için Doğru Çabayı ortaya koymalıdır. Civcivi şişeden zorla çıkarmak isterseniz, kendinize zarar verirsiniz. Bunun dünyamızda birçok örneği vardır. İnsanlar “özgürleşmek”, şişeden çıkmak, zihnin kalıplarından ve acısından kurtulmak için birçok yapay ve hızlı ama en nihayetinde faydasız yöntemler denerler. Örneğin, aşırı alkol ve uyuşturucu bunlardan bir kaçıdır. Bu gibi davranışlarla belki zihin, etrafındaki şişeyi unutarak bir anlığına bu şişeden çıkar. Fakat bu yapay çıkış, aydınlanma kapısını zorla aralamak gibi bir şeydir. Kapıyı zorla aralar ve içeriye bakarsanız, en nihayetinde belki de oraya bir daha dönmemek üzere oradan kovulabilirsiniz.
Bazen içimizden şişeyi kırmak gelir. Örneğin, yaşadığımız toplumu, ailemizi ve kimliklerimizi reddedip radikalleşebiliriz. Ancak şişe kırıldığı zaman tam özgürlük olur mu? Birçok insanın aidiyet duygusuna gereksinimi vardır. Fakat bir toplum tarafından kabul edilme duygusal bir gereksinim olsa da bu da bizi tam olarak mutlu kılmaz. Çoğu zaman da bir şişeyi kırarken başka şişeler yaratırız. Bir kimliği bırakırken bir başka kimliği seçeriz. Bir diğer trajik örnek, intihardır. Orada hem civciv zarar görür hem de şişe kırılır. Bireyin özgürleşme, kendini gerçekleştirme ve aydınlanma kapısını aralama potansiyeli yok olmuş olur. İşte bu bağlamda mesele ne şişeyi kırmak ne şişe içinde kalmak ne de bir şişeden çıkıp başka bir şişeye girmektir. O zaman mesele tam olarak nedir?
Hepimiz Masumuz
Bireyin bu suç ortasında, masum olduğu nokta neresidir? Bizler kimin çocukları olacağımızı, nerede doğacağımızı veya cinsiyetimizi seç(e)meyiz. Yani etrafımızdaki şişeyi birçok zaman biz yaratmayız. Yukarıdaki koanda olduğu gibi, bu dünyaya bir bebek olarak geliriz ve korunmak için de bir “şişede” saklanırız. Bir diğer deyişle, içinde bulunduğumuz zamanın, cinsiyetin, ailenin, toplumun, ülkenin, coğrafyanın, dünyanın ve hatta evrenin şişesidir bu.
Bu şişeyi ne biz seçtik ne de biz yarattık fakat onunla ne yapacağımız ve onu nasıl kullanacağımız bizim irademize bağlıdır. Bu bağlamda da bu şişenin yaratıcısı önceden biz olmasak da şu anda biziz. Şişenin yaratımı bizden bağımsız olsa da onun yaratıcıları aslında aynı zamanda bizleriz de. Nasıl ki bizden önceki insanlığın iradesine bağlı olarak yaptıkları bizim bugünümüzü etkiler, bizim de bugün irademize bağlı olarak yaptıklarımız yarını etkileyecek. Bu nokta geçmişin, şimdinin ve geleceğin birbirine karıştığı noktadır. Geçmiş şimdiyi etkilerken, şimdi de geleceği etkiler. Ancak unutmamak gerekir ki gelecek de şimdiyi etkiler. O nasıl olur diye sorarsanız işte o zaman insanın zihnine bakmak gerekir çünkü bizler çoğu zaman geçmişi ve geleceği zihnimizde yaratır ve şimdiki zamanı etkileriz. Masumiyetimizi korumak ve onu yüceltmek istiyorsak, geçmiş ve gelecekten özgürleşmemiz ve şimdiyi de bu özgür iradeyle yaratmamız gerekir. Zihinde ortaya çıkan kötü ve sağlıksız durumlar gibi geçmiş ve gelecekte zihinde ortaya çıkar. Hepimizin geçmiş hakkında “bildikleri” ve gelecek hakkında “öngörüleri” vardır. İşte bunlar şişenin temelleridir.
Geçmişten ve gelecekten özgürleşmiş şimdiki zaman, insanın masum olduğu zamandır. İnsan geçmiş ve gelecekten özgür bir şekilde şimdiyi yarattığında, masumiyet korunmuş olur. Birey anbean şişenin geçmiş ve geleceğinden özgürleşip masumiyetini korumalı ve bu özgür iradeyle şimdiyi yaratmalıdır.
Ne Suçluyuz Ne de Masumuz
Yukarıdaki iki bölümü kısaca özetleyecek olursak, bireyin en temelde varoluşsal sorunlarına yeterli ve Doğru Çabayı göstermemesinden dolayı suçlu olduğunu söyledik. Bir şişede çoğu zaman nefret, cehalet ve açgözlülük içinde yaşadığımızı, ondan özgürleşmek için Doğru Çabayı göstermediğimizi ve şişeyi kırarak kendimize ve etrafımıza zarar verdiğimizden bahsettik. Aynı zamanda, şişeyi bizim yaratma irademiz olsa da bu şişeyi bizim seç(e)mediğimizi ve masum olduğumuzdan da söz ettik. Yani, suçluluğun karşısına masumiyeti koyduk.
Fakat yukarıdaki tartışmada suçlu olmak da masum olmak da koşullara bağlanmıştır. Doğru çabayı göstermediğimiz için suçlu, seç(e)mediğimiz için de masum olduğumuzu tartıştık. Şimdi biraz daha derinlere inelim. Yukarıdaki tartışma içerisinde görmemiz gereken önemli noktalardan biri de masumiyet ve suçun birbirine koşullanmış olmasıdır. Her birinin koşullanmış ve aynı zamanda da koşullandıran olduğunu idrak etmemiz hayati derecede önemlidir. Daha farklı söyleyecek olursak, masumiyet olduğu zaman suç, suç olduğu zaman masumiyet olur. Yani karanlık olmasaydı, aydınlık olmazdı gibi düşünebiliriz. Bunu Budistler Koşullu Oluş diye tanımlar. Açıkça görülüyor ki yukarıdaki tartışmamız koşullu veya koşullara bağlı bir tartışmadır ve bu tartışma civcivi zarar görmeden ve şişeyi kırmadan, şişeden çıkaramaz. Aydınlanma kapısı koşullu düşünceler ile aralanamaz.
Buda şöyle der: ‘Ey rahipler, Mutlak (Koşulsuz) nedir? Mutlak, arzunun, nefretin, yanılsamanın yok oluşudur., Ey rahipler Buna, Mutlak denir’, (Rahula, 1959). Kişi çoğu zaman bağımsız olduğunu düşünür ve etrafındaki şişenin farkında olmadan ve/veya etrafındaki şişeye tutunarak yaşar. Bu da büyük bir yanılsama yaratır çünkü yukarıda açıkladığımız gibi birey ne bağımsız ne de bağımlı ne suçlu ne de masumdur. Bunlar sadece koşullara bağlıdır. Şişeden çıkacak bir civciv, kırılmayacak bir şişe olduğunu söylemek veya varsaymak bile bir yanılsamadır. Buda’nın da dediği gibi yanılsamanın yok olduğu yerde Mutlak ortaya çıkar ne kırılmayacak bir şişe ne de özgürleşecek bir civciv kalır.
“Ey usta, o zavallı kuş oradan nasıl çıkacak” sorusuna usta, yüksek sesle, ‘Ey vali’ demiş.
Vali, “Efendim, usta” diye pür dikkat karşılık vermiş.
Ve usta bir zafer edasıyla şöyle demiş: “Gördün mü, civciv çıktı!”
Bizlerde sadece bu satırları okumakla yetinmemeli, Mutlak olanı gerçekleştirmek ve onu kendi deneyimimiz yapmak için çok çalışmalı ve varoluşsal görevimizi yerine getirmeliyiz çünkü aydınlanma kapasını aralamak mutlu, neşeli, enerjik, yaratıcı ve doğayla tam bir bütün içinde yaşamanın en önemli adımlarından biridir.
Kaynakça:
- Rahula, W. (1959). What the Buddha Taught, Grove Press.
- Suzuki D.T. (2019). Koan: Zen’le yaşamak, Satori Yayınevi.