“Bir madencinin hatıraları...”

Sevgül Uludağ

Ergin Çuvalcıoğlu

1915 senesinin 4 Ocak günü Kıbrısın Omorfo kazasına bağlı Argaca köyünde Salih’ten olma Kadriye’den doğma bir bebek dünyaya gelmiş. Salih ve Kadriye’nin ikinci çocuğudur. (Sonrasında 3 kardeşi daha olur...)

Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Salih köyde çuval, heybe, ısladır gibi şeyler dokuyarak ailesini geçindirmeye çalışır. Akrabalarından birinin çocuğu olmamıştır. Bir sürü vaadler sonucu çocuğu olmayan o akrabaya evlatlık olarak verilir bebecik. Adını Abdurrahman koyarlar. Günü gelir okula başlar ama zaman kötü. Çalışmak zorundadır. Vaadlerin hiçbiri yerine getirilmez çünkü. 8-9 yaşlarındayken Petre’ye kunduracı çırağı olarak gönderilir. Her gün Argaca’dan Petre’ye yayan gidip gelmektedir. Ustası ona haftalık olarak yarım şilin vermektedir. 10 paraya bir renga ve 5 paralık da ekmek almaktadır küçük Abdurrahman karnını doyurmak için. (1 kuruş 40 para, yarım şilin de 5 kuruştur.)

Bir süre burda çalıştıktan sonra bu işi bırakır… Kolay değildir çünkü 12 – 13 mili her gün yayan gidip gelmek. Bu arada büyümüş yetilmiştir. Sağda solda çalışır. (Çekirge istilası olmuştu bir ara. Filya ovalarında çekirge yakalayıp İngiliz’e 2 kuruş okkasını sattığını anlatırdı...)

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce 1938 yılında Karadağ’da madene yazılır. CMC maden şirketinin bir işçisidir artık. Maden 3 vardiya olarak çalışmaktadır. Delikanlımız uygun olduğu zaman köye gelmekte, uygun olmadığında ise Lefke’de Direğin Oteli’nde kalmaktadır   

Günler günleri, yıllar yılları kovalar, zaman hızla geçer. Bu arada delikanlı tam bir bekar hayatı yaşar. Gözükara bir adam olur. Her gece iş çıkışı mutlaka meyhaneye uğrar, bir ellilik Hacıbavlo tek yıldız konyağını içerdi. O günlerde ünlü maden grevi olmuştu. (1943) O grevde de yerini almıştı.

İkinci Dünya Savaşı da son bulmuştu bu arada. 1946 senesinde köyden Uzun Mustafa’nın kızı Fatma’ya gönül düşürür. Fatma öksüzdür. Babası Uzun Mustafa 1938 yılında Fatma 12 yaşındayken ömür bırakmıştır. Köyde boş oturmak olmaz. Fatma da gündüzleri tarlalarda gündelikçi olarak çalışmaktadır. Geceleri ise annesinin tezgahında bez dokuyarak geçimlerini sağlamaktadır. Neyse Abdurahman, Fatma’ya dünürcü gönderir. Büyüklere danışılır. “Biz ne deliye, ne de sarhoşa kız vermeyiz” cevabını alır Abdurrahman. “Öyle mi, peki öyle olsun” der.

Der demesine ya, köye de ambargo koyar. Fatma’ya gelen dünürcüleri ya usul halle, ya da zorla köyden uzaklaştırır. Beş sene böyle geçer. Fatma 25, Abdurrahman 35 yaşında olmuştur. Fatma’nın aile büyükleri baktılar ki Abdurrahman’la başa çıkılmaz, Fatma evde kalacak, evlenmelerine razı oldular. 1951 senesinin Şubat ayında evlenirler. Evlenirler evlenmesine de muhtardan bekar kağıdı almadı diye Fatma’nın yanında durdurmazlar. Düğün resimleri yoktur bu yüzden.

Madendeki işine devam eder Abdurrahman. 1951  senesi kasım ayı sonunda ilk çocuğu dünyaya gelir. İki sene sonra ikinci çocuk… Derken 1953 senesinde bir maden kazası geçirir. Elinden yaralanmıştır. İşten durdurulur. İki sene gene sağda solda çalışır. (Bu arada o deli dolu koca adam, çocukları olduktan sonra işte olduğu zamanlar dışında onlarsız yemeğe oturmamıştır.)

1955 Aralığında üçüncü çocuğu da dünyaya gelir. O sene Mitsero’da Yunan maden şirketinde çalışmaya başlar. Vardiyası uygun olduğu zamanlarda köye gelir, o zaman da çocukları için bayram olurdu.

1963 olaylarında yine madene ara vermek zorunda kalır. 1968 yılına kadar yine sağda solda iskaiyede çalışır, Fatma’nın da inanılmaz desteğiyle evlerini geçindirirler. 1968 yılında tekrar Mitsero’ya madene döner. 1974 savaşına kadar da oradadır.

1974 yılında küçük oğlu liseyi bitirir, üniversiteyi kazanır. Gidecektir. Gidecektir de Abdurrahman çıldırmak üzeredir. Savaş nedeniyle elde yok, avuçta yoktur. Oğlunun okuması için canını otaya koymuştur ama yapacak fazla da birşeyi yoktur. Rum komşuları köyden gittikten sonra sermayesi içinde olan bir kahvehaneyi açıp çalıştırmaya başlar. 36 senelik madenci, bir anda kahveci olmuştur. Köyde çok az insan vardır o günlerde. Oğlan Ekim ayında türkiyeye okumaya gidecektir. O güne kadar topladığı 4005 türk lirasının 4000’ini oğluna verir 5 TL’yi de kendine bırakır… “Çocuk kimseye muhtaç olmadan ihtiyacını görsün, ben tuttuğum kadar yerim” der. Oğlunu gönderir.

Günler günleri kovaladı. Oğlan öğretmen oldu. Büyük oğlu inşaat ustası, kızı ise terzi oldu. Evlatlarını evlendirdi. 1990 yılı ortalarında o meşhur hastalığa yakalandı. 1991 Şubatı’nda ise sonsuzluğa gitti.

Bütün bunları neden mi yazdım ? O ADAM BENİM BABAM ÇÜNKÜ…

 


Ruanda Soykırımı’ndan kurtulan Consolee Nishimwe:

“Aklım bugün bile hala bu kadar korkunç şeyleri nasıl yaptıklarını almıyor...”

İngiltere ile göçmen anlaşması nedeniyle dünyanın gündemine gelen Ruanda’da 1994 yılında yaşanan soykırımı, o süreci yaşayan Consolee Nishimwe anlattı. CNN Türk editörü Serdar Korucu’ya konuşan Nishimwe, soykırıma Belçika’nın sömürge döneminde ülkeye taşıdığı ideolojilerin neden olduğunu söyledi, babası ve 3 kardeşi de dahil çok sayıda akrabasını öldürenlerin komşuları olduğunun altını çizdi.

1994 yılında yaşanan soykırımda 800 bin kişinin öldürüldüğü Ruanda’da o dönem yaşananları Consolee Nishimwe, CNN TÜRK Editörü Serdar Korucu’ya anlattı. “Soykırımdan önce güzel bir ülkeydi. ‘Binlerce tepenin ülkesi’ derdik” diyen Nishimwe, “Tutsi olduğum için tabii ki ayrımcılığa maruz kaldım. Ailem iş yerinde hakarete maruz kalıyordu. Ben okulda sınıf arkadaşlarım ve Hutular tarafından zorbalığa uğradım ama soykırım olacağı aklımdan geçmedi” ifadelerini kullandı.

Soykırım sürecinde RTLM isimli radyonun ülke genelinde nefret yaydığını söyleyen Consolee Nishimwe, “Büyürken burada Tutsilerin toplumun parçası olmaması gerektiğini, hamamböcekleri olduğumuzu, yılanlar olduğumuzu duydum. Tüm bu insandışılaştırma söylemlerini duyuyorduk. O dönem bunlara çok şaşırmıştım. Hutuların büyük kısmının bu sözlere inandığını bilmiyordum” dedi.

“Bizde kültürümüz gereği herkes komşusuyla çok yakındır” diyen Nishimwe, “Bizi çok iyi tanıdıkları için komşularımız buna dahil olmaz, bize zarar vermez diyorduk. Ancak on yıllar süren propaganda yüzünden komşularımız ailelerimizi öldürdü. Aklım bugün bile hala bu kadar korkunç şeyleri nasıl yaptıklarını almıyor” diye ekledi.

Consolee Nishimwe, eski Ruanda Cumhurbaşkanı’nın uçağının düşürülmesinden Tutsilerin sorumlu tutulması ardından başlayan soykırımla ilgili olarak “3 ay boyunca saklandık. Tıpkı köyümüzdeki diğer Tutsilere yaptıkları gibi evimizi yok ettiler. Kaçtık. Çalılarda, başka yerlerde saklandık. Dostumuz, komşumuz olan Hutuların bile kapısını çaldık. Yardım istedik. Ne yazık ki çok korkunç şeyler oldu. O dönem babamı kaybettim, öldürüldü. 3 erkek kardeşim öldürüldü. Ailemin büyük bir kısmı katledildi. Baba tarafımdaki herkes öldürüldü” diye konuştu.

“O dönem tecavüz silah olarak kullanıldığı için birçok kadın işkenceye maruz bırakıldı, tecavüze uğradı” diyen Nishimwe, şu ifadeleri kullandı:

“Ben de tecavüze uğradım. Çok iyi tanıdığım bir komşum bana tecavüz etti. Hayatta kalan ve maruz kaldıkları şeylerin sonuçlarıyla yaşamak zorunda olan birçok kadın gibi daha sonra HIV + olduğumu öğrendim.”

Ruanda’nın sömürgeleştirilmeden önce barışçıl bir krallık olduğunu söyleyen, Tutsi ve Hutuların etnik grup olmadığını, bunun Belçikalıların Ruanda’ya gelmesi sonucu yaratıldığını ifade eden Consolee Nishimwe, “Kimlikler dağıttılar. Bu kimlikler ayrımcılığın sembolü haline geldi. İnsanları ayırdılar. Vücudunuzu, burnunuzu ölçerlerdi. ‘Böl ve yönet’ dedikleri yöntemi kullandılar” dedi.

Sömürge döneminin ülke kültürünü değiştirdiğini söyleyen Nishimwe, BM Güvenlik Konseyi’nin soykırım sürecine müdahale etmemesini öğrendiğinde hayal kırıklığına uğradığını belirtti. Consolee Nishimwe, Fransızların da soykırımda rol oynadığını, soykırım faillerinin nasıl soykırımı sürdürmesine izin verdiklerini vurguladı ve “Bu yüzden benim bölgemde soykırım uzun sürdü. 3 ay bitmedi” diye konuştu.

(CNN TÜRK – 17.6.2022)