Cep telefonlarında son dönemlerde uygulanan; haber mesajlar artık sizleri ertesi güne bekletmeden, memlekette gelişen olayıları anında almanıza neden olmakta. İletişim çağının en güzel örenklerinden biri olsa gerek, “cep’te haber”. İşte böylesi bir teknik gelişmeyle, saatim 21.49’u gösterirken, cep telefonuma bir haber düşüyor YENİDÜZEN’den: “Kıbrıslı Türklerin BM’deki ilk temsilcisi, İlk Ombudsman, Sayıştay eski Başkanı Nail Atalay 74 yaşında hayatını kaybetti...”.
Bir anda geçmişe dalıyor, hafızamı yokluyorum. Nail beyle ne zaman röportaj yapmıştım? Pek uzun bir zaman geçmese gerek. Arşivimi karşıştırıyor ve buluyorum. Gazetemiz YENİDÜZEN’in 2 Ağustos 2008 kültür-sanat ekinde yaptığımız röportaja yer vermiştik. Yani röportajın yayın gününden tam 3 yıl 10 gün sonra Nail beyi kaybetmiş oluyoruz; 12 Ağustos 2011... kaleme aldığı ve yaşamını anlatan “Birleşmiş Milletler’de 10 Buçuk Yıl” başlıklı kitabı üzerine sohbet etmiş, başlık olarak da: “Ecevit olmasaydı ne olurduk, bilemiyorum..” şeklinde atmıştık...Artık Nail bey de “sözü uçup yazısı kalanlar” kervanına katıldı. Benden sonra televizyon formatında başkaları röportaj yaptı mı bilmiyorum ama, o günlerde de sağlığı gitgide kötüleşmekteydi. Şimdi düşünüyorum da, ne iyi etmişim meğer bu değerlerimizi görsel olarak da kayıt altına almaya. Keşke birçoklarımız imkan dahilinde etrafımızdaki değerleri kaydedebilse, yaşam çarkının içerisinde yok olup gitmemek adına. Dönüp çekim yağtığımız programa baktığımda, bedenen ve ruhen artık aramızda olmayan bir insanın, canlı görüntüsüyle anılarda yaşamasının bile ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyorum. Röportajımızı uzun uzadıya burada aktarmak yerine, anlatımlarından kısa pasajlar vererek, Nail beyi anmak istiyorum...huzur içinde uyuyun Nail
“...Benim devre (dönemim) gerek üniversitede gerekse lisede, çok sıkıntılı günler geçirdi. Neden? Para yok, üniversitelere kayıt işimiz zor, okumak için kitap araştırmamız, onlara ulaşmamız zordu. Hatta birgün hocam bana bir ödev vermişti, dedi ki “Ertuğrul beyin 1929’da yazdığı raporu bul.” Kütüphanede yok. Ben de Ankara Kolejinde ortaokul öğretmeniyim. Bir bakkal vardı oralarda gittim baktım Ertuğrul beyin raporu bakkalın elinde kese kağıdı olarak kullanılıyor. “amca ben bunu alabilir miyim? “diye sordum, “al” dedi. Düşünün ki bir rapor var o da bakkalda... ikincisi; ben masterliğimi yapıp döndükten sonra sn Denktaş 1973’te ara seçimden sonra kabinede değişiklik yaptı ve kendisi Dışişlerini uhdesine aldı. Beni de yardımcısı olarak gösterdi, daha doğrusu Dışişleri görevlerini biz ikimiz yapıyorduk. 3 sene 4 sene geçti tabii birbirimizi tanıdık, işlemleri biliyoruz, kişileri tanıyoruz. Demirel Paşa, Asaf bey büyükelçi ve kendisinin yer aldığı bir ortamda gece saat 9’da bana dedi ki “Nail, yarın New York’a gidiyorsun Vedat’la (Çelik).” Ben çok şaşırdım tabii. Demirel paşa “birşey mi var evladım?” diye sordu bana. “karım var çocuğum var” dedim ama yine de bu şekilde New York’a sn. Vedat Çelik’le ki bakanımdı ve hâlâ daha ben ona “bakanım” diye hitap ediyorum, gittik...”
“...Harekatın 2. gecesi sabaha doğru, Denktaş bey “kalkın ciğer yemeye gidiyoruz” dedi. “bu saatte ciğer mi yenir” dedim, “ciğer her saatte yenir” dedi bana. Allah ömür versin kendisine çok şakalaşırdık ama hiç de mesafeyi daraltmadık. Resmi olsun gayri resmi zamanlarda olsun hiçbir zaman ona “Denktaş” demedim. Daima “beyefendi” dedi..”.