Murat OBENLER
Psikoloji ve gazetecilik eğitimi alan, LGBTQIA+ hareketi içerinde mücadele eden iki Queer aktivist-sinemacı Besire Paralik ve Firuzan Nalbantoğlu, çektikleri “Overcoming” belgeseliyle barikatlara, militarizme,statükoya, kuirfobik kesimlere, iletişim araçlarındaki ve tarih anlatımlarındaki egemen dile karşı ve “ötekileştirme” kavramına karşı bir anlatımı sinema seyircisiyle buluşturuyor. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği farkındalığını arttırmayı, kadın ve LGBTQIA+’ların tarihteki rollerini görünür kılmayı amaçladıkları filmle ilgili her iki sinemacı ile sohbet ettik.
“Mevcut tarih söylemi tarafından sistematik olarak dışarıda tutulan bireylere yer vermek istedik”
Bu belgeselin yaratılış fikri nasıl oluştu? Bunu yaratan sebepler, etkenler, olaylar, birliktelikler vs. var mıdır?
Fikir, Besire’den çıktı. Bir gün telefonum çaldı. O dönem aslında başka bir proje üstünde çalışmaya başlamıştık. Neyse, açtım “Aklımda bir fikir var. Barikatların açılışının 20.yıldönümü 2023. Bununla ilgili bir şey yapmalıyız” dedi. “Tamam, yapalım” dedim ve ani bir kararla projeye başladık. Bu belgesel filmle, mevcut tarih söylemi tarafından sistematik olarak dışarıda tutulan bireylere yer vermek istedik. Bu yolla alternatif sözlü tarih ve yeni bir söylem yaratmayı amaçladık.
İki kadın sinemacının birbirini bulma ve bunu birlikte çekme süreçleri nasıldı? Kişisel hikayelerinizi ve bu hikayelerin nasıl buluştuğunu merak ediyorum?
Kişisel hikâye baya ucu açık bir tanım ancak kısaca özetleyecek olursam, 2022 yılında Hollanda’ya göç ettim. Aslında ikinci yüksek lisansı yapmak için Hollanda’ya geldim ancak kafamda en başından kalmak vardı ve öyle de oldu. Filmler ve filmcilik benim için hep bir tutkuydu. Gazetecilik öğrenimi görürken seçmeli derslerimi hep film çalışmalarından seçerdim. Ancak nasıl desem, Kıbrıs’ta sanat ve sanatla ilgili ortaya bir emek koymak, geleceğini sanatta görmek genelde gerçeklikle bağdaşmayan bir hedef gibi görülür. ‘’Sanat bir hobidir’’. Sanırım ben de farkında olmadan bunu yıllar içinde içselleştirdim. Neyse, Besire ile birbirimizi bulma hikayemiz aslında Overcoming öncesine dayanıyor. 2018 yılında 17 Mayıs yürüyüşü sonrası benim o dönem çalıştırdığım barda sokak partisi olmuştu. Besire ile biz orada tanıştık. Arkadaşlığımız bu sürede devam etti hep. 2022 yılında ben Kapalı Maraş ile ilgili yüksek lisans tezimi yazmaya başladığımda, ona benim röportajlarımı videoya kaydetmesini ve bunlardan bir film üretmeyi önerdim ve o da bunu kabul etti. Ve arkadaşlığımız böylece iş ortaklığına da evrilmiş oldu.
Kişisel hikâye denince aklıma bazı dönüm noktaları geliyor. Örneğin bunlardan biri 2007 yılında Kıbrıs'ın güneyinde üniversite eğitimi almaya karar vermemdir deyebilirim. Şimdi düşününce çok sıradan bir şey gibi duyuluyor olabilir, fakat o dönem kuzeyden birçok kişi neden böyle bir seçim yaptığımı sorguluyordu. Çoğu zaman ''bizim tarafta okul yok mu?'' gibi hadsiz tepkilerle bile karşılaştım. 2011 yılıydı sanırım, aileme ve yakın çevreme kuir olarak açılmıştım. Lgbtqia+ hareketine dahil olmam da o döneme denk geliyor. Lisans eğitimimi Psikoloji alanında tamamladıktan bir süre sonra Kıbrıs'tan göç ettim. Yüksek lisansımı İsveç'te Psikoloji ve Cinsiyet Çalışmaları üzerinde tamamladıktan sonra Berlin'e yerleştim. Berlin'de videolar üretmeye başladım ve kuir aktivizmimi çektiğim eylem videoları ve röportajlar aracılığıyla devam ettirdim. Firuzan'la zaten hep iletişimdeydik ve bazen Kıbrıs'ta bulunduğumuz zamanlar denk geliyordu. Bu filmi yapmamız için önümüzde 1 yıl gibi bir zaman vardı çünkü gösterim tarihini 20. yıla yetiştirmeye çalıştık. Bir belgesel, hele de bütçesi olmayan bir belgesel için hiç de gerçekçi duyulmayan bir süre bu aslında. Motivasyonumuz çok yüksekti, o Hollanda'da ben Berlin'de uzun uzadıya telefon görüşmeleri, projeyi yazma, çekim günlerini ayarlama, filmin kurgusu, Kıbrıs'a gidiş tarihlerini belirleme, fon başvuruları, filmin ismi ne olacak falan derken zamanında tamamlayarak Nisan 2023'te filmin gösterimini yaptık.
“2003'ten önce adanın diğer yarısıyla teması olanlar ile sonrası ilk kez görenler/temas kuranlar arasında algı farklılıkları var”
Geçiş noktalarının açılması sizler için ne öneme sahip? İki toplum için ne öneme sahip?
Bu filmi yapmaya karar verdiğimizde, cevabını aradığımız ilk soru, "2003 yılında barikatların açılmasından bu yana geçen 20 yılda hayatlarımızda neler değişti ve dönüştü? Neler ayni kaldı?" oldu. Anlatıcılarımızla olan görüşmelerimiz süresince fark ettik ki 2003'ten önce adanın diğer yarısıyla teması olanlar ile 2003'ten sonra adanın diğer yarısını ilk kez görenler/temas kuranlar arasında algı farklılıkları var. Barikatlar açılmadan çok önce adanın diğer yarısıyla iletişim kurmanın yollarını arayan ve tüm kısıtlamalara rağmen iki toplumlu buluşmalar organize eden insanlara ulaştık. Bu kişiler için barikatların açılması politik bir duruşu ifade ettiği gibi, onlara dair duygusal bir yere de işaret ediyor aslında. 2003'ten sonra adanın diğer yarısını ilk kez görenler/temas kuranlar içinse, ki biz de o grubun içindeyiz, bu durumun başta sadece politik bir dışavurumu vardı. Ki bu da nedir, barikatlar açıldı evet, böylelikle kafamızdaki o büyük bilinmezlik yok oldu, kimilerimiz için ‘’öteki’’ algısı yerini ilk kez kurulan temasa ve iletişime bıraktı. Barikatların açılmasının 20. yılında bu filmin gösterimini yaptık, fakat bu bizim için barikatlara şükran duyduğumuz anlamına da gelmiyor. Tabii ki geçiş noktalarının olması ve bunların çoğalması çok önemli, fakat tahayyül ettiğimiz Kıbrıs barikatların olmadığı birleşik bir Kıbrıs’tır.
Bir de örneğin kuir mücadele açısından barikatların açılmasının böyle bir önemi de var; filmdeki anlatıcılarımızdan birinin de aktardığı gibi, lgbtqia+ hareketi toplumlar arası etkileşim açısından önemli bir politik grup haline geldi. Adadaki barış ve bir arada yaşama mücadelesinin yanı sıra kimlik mücadelesine lgbtqia+ olmanın da eklenmesiyle beraber mücadele daha kesişimsel bir yere taşındı ki bu da herkesin cisgender ve heteroseksüel varsayıldığı, aslında bunun dayatıldığı bir toplumda çok önemli ve değerli. Bu haliyle kuir mücadele sadece milliyetçi kesimi değil, toplumsal cinsiyet normlarının yıkılmasından korkan kuirfobik kesimleri de tedirgin ediyor.
“Tarihin yazmadığı özneleri ve deneyimleri görünür kılmak en büyük motivasyonumuzdu, bu sebeple anlatıcı olarak yer alan kişileri TCE’ni göz önünde bulundurarak seçtik”
Belgeselde konuşacak kişilerin seçimini nasıl yaptınız? 22 kişi saydım ben. Burada özellikle dikkat ettiğiniz kriterler nelerdir? Sizi bu röportajlar içinde en çok etkileyen hangisi oldu?
Kıbrıs'taki kaynaklara bakıldığında şöyle bir şey görüyoruz; kadın ve lgbtqia+lar tarihsel süreçlerin dışında tutuluyor. Bu bizim çıkış noktamız oldu. Toplum olarak maalesef bu öznelerin tarihteki rollerine ilişkin sınırlı bir bilgimiz var ve arşivcilik açısından da maalesef bu böyle. Bu filmde kitle iletişim araçlarındaki ve tarih anlatımlarındaki egemen dili kırmak, toplumsal cinsiyet eşitliği(TCE) farkındalığını, kadın ve lgbtqia+ların tarihteki rollerini görünür kılmayı amaçladık. Örneğin 90’lı yıllarda Pile’de iki toplumlu lgbtqia+ buluşmaları organize ediliyormuş ve biz bunu filmi çekmeye karar verdiğimiz için öğrenmiş olduk. Çekimler sırasında sözlü tarih çalışması yaratmanın hiyerarşiyi kırma özelliği olduğunu da uygulamada görmüş olduk. Tarihin yazmadığı özneleri ve deneyimleri görünür kılmak en büyük motivasyonumuzdu, bu sebeple belgeselde anlatıcı olarak yer alan kişileri toplumsal cinsiyet eşitliğini göz önünde bulundurarak seçtik. Filmde toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan kişiler, kadınlar, lgbtqia+lar ve antimilitarist erkekler var.
“Barış ve uzlaşı toplumsal cinsiyetten bağımsız düşünülemez”
“Militarizme ve toplumsal cinsiyet normlarına meydan okuyan" kavramı sizin sinema anlayışınızın,bakışınızın ipuçlarını veriyor. Bu filmin ana derdi egemenler ile mi, askerle mi, statüko ile mi, geleneksel normlar mı, her türlü özgürlükleri kısıtlayanlarla mı, dini kurumlarla mı, çevreyi katladenlerle mi, dış güçler dediğimiz emperyal devletler ile mi,yoksa hepsiyle bir derdi mi var?
Bizim genel sinema anlayışımızdan ziyade bu filmi yaparken biz şu anlayışı benimsedik; barış ve uzlaşı toplumsal cinsiyetten bağımsız düşünülemez. Zaten bu saydıklarının hepsi statüko tanımının içerisine girmiyor mu? Bunlar özellikle Kıbrıs kontekstinde birbirinden beslenen odaklar. Film barikatlar ve sınırlarla ilgili olması açısından statükoyu rahatsız ederken, toplumsal cinsiyet normlarının sınırlarını da ihlal ediyor. Filmde bölünmüşlüğe dair bir şeyleri aşma çabasında olan anlatıları dinliyoruz. Overcoming-bu üstesinden gelme, aşma- çabasının kendisi bile statükonun hoşuna gitmeyen bir şey.
“Sinema bölümü olan üniversitelerin 'biz film çekmek istiyoruz, herhangi bir destek için iş birliğine açığız' diyen filmcilere cevap verme tenezzülünde bile bulunmamaları bizi baya düşündürüyor"
Sizi tüm yapım sürecinde en çok zorlayan şeyler nelerdir? Filmin kendi engellerini nasıl aştınız?
Şimdi en başta Kıbrıs’ta olmanın, Kıbrıslı olmanın kendiliğinden yarattığı engeller var. Bölünmüş bir adada film yapmaktan bahsetmiyorum bile çünkü bizim için tek bir Kıbrıs var. Kuzey-güney ayrımından ziyade. Karşılaştığımız başlıca engellerden birisi hareket edebilme, serbest dolaşım özgürlüğüydü. Ve düşünün ki barikatlarla ilgili bir film yapıyorsunuz. Bir sürü bürokratik engelle karşılaşıyorsunuz bir kere. İki tarafta da birçok farklı kural. Bir de şu var, barikatlarla ilgili film yapıyorsunuz, bu da demek oluyor ki ara bölgelerde (buffer zone) de çekimler olacak. Bu da BM ile iletişime geçmeniz gerektiği anlamına geliyor. Samimi olmak gerekirse, karşılaştığımız sorunlar sadece bürokratik veya finansal da değildi. İşin duygusal tarafı da vardı. Yani, tabii ki içimizdeki gizli travmanın farkındaydık bu filmi yapmaya başlamadan önce ancak bölünmüşlüğün o katı gerçekliğini bir ay boyunca sürekli deneyimlemek konusu. Her gün adanın etrafında hareket edebilmek için kimlik gösteriyor olmak veya belli başlı alanlara erişim sağlamak için BM’den izin istemek, kendi ülkenizde. Bir de barikatlarda bize ya da başka vatandaşlara gösterilen muamele özellikle kadınsanız ve size söyleneni yapmamakta ısrar ediyorsanız. Böylesi erkek egemen ve kuirfobik bir sistemde bu filmi yaratmanın zorluklarının farkındaydık. Bu koşullarda sözümüzü sadece kültürel ve sınıfsal bir yerden değil, toplumsal cinsiyet kimliklerimiz ekseninden de söylemeyi hedefledik. Ayrıca ülkemizde sinema sektörünün gelişmemiş olmasının dezavantajlarını da yaşadık, bir ekibe ve ekipmanlara ulaşmak bunlardan bazıları. Sinema bölümü olan üniversitelerin ‘‘biz film çekmek istiyoruz, herhangi bir destek için iş birliğine açığız” diyen filmcilere cevap verme tenezzülünde bile bulunmamaları bizi baya düşündürüyor.’’
“Queer Wave’nin mücadelenin söylemini kimlik siyasetinin ötesine taşıması ve sanat alanında görünürlük sağlaması çok önemli.Böyle bir festivalde yer almaktan dolayı heyecanlıyız”
Queer Wave film festivalinde olmak sizin için ne anlama geliyor?
Bizce, 8-17 Eylül tarihlerinde Lefkoşa’nın güneyinde yapılacak Uluslararası Queer Wave Film Festivali adadaki kuir aktivizm ile iç içe geçmiş bir sanatsal etkinlik. Mücadelenin söylemini kimlik siyasetinin ötesine taşıması ve sanat alanında görünürlük sağlaması çok önemli. Kısacası, adanın her iki kesiminden de filmlere yer verilmesi, toplumlar arasında birliği de hedeflemesi bizim için önemli. İlk uzun-metraj filmimizle böyle bir festivalde yer alacak olmamız bizim için çok heyecan verici bir deneyim. Bununla beraber, şundan da bahsetmek bizim için önemli. Temmuz ayında, Overcoming, Kıbrıs’ın güneyde düzenlenen AEI Film Festivali’nde “Cyprus 1974 Memorial Award”ı kazandı. Açıkçası bu ödüle layık görüldüğümüz için çok gururlandık. Kuir-feminist perspektifle yapılmış bir filmin böyle bir ödüle layık görülmesi… Büyük heyecan duyduk!
“Kıbrıs’ta gösterim planlarımız ve yurtdışı festival başvurularımız var”
Bundan sonra başka planlı festivaller var mıdır?
Öncelikle filmi şimdiye kadar sadece ara bölgede ve Lefkoşa’da gösterebildik. Ama özellikle belli başlı festival gösterimlerinin ardından Kıbrıs’ın farklı şehirlerinde gösterim hedefimiz var. Bu bizim için gerçekten çok önemli. Halihazırda Avrupa’da İngiltere, Slovenya, Almanya gibi ülkelerdeki festivallere yaptığımız başvurular var. Bunlar halen değerlendirme sürecinde. Bunun yanı sıra Brüksel, Yunanistan ve Türkiye gibi birçok ülkede gerek film festivallerine gönderilmesi gerekse özel gösterim yapılması hedefimiz var. Bu sayede sadece ada genelinde değil yurtdışında da adada kalıcı ve sürdürülebilir barış ve uzlaşı için hak savunuculuğu yapmayı, sözlü tarih anlatıcılığını geliştirmek, güçlendirmek ve devamını sağlamayı hedefliyoruz.
Bu ikilinin başka projeleri olacak mı?
Evet.Yolda geliyor!