Özgül Saygun
o.saygun@hotmail.com
"Ne zamanki mücadele başlar, o anda karşıtlıkların şiddeti ve farklılıkların politik karakteri peyda olur." Monique Wittig
Konuşulmayan (Unspoken) Projesinin (i) "Mediha Deyze, ben geyim" ve "Kamil abi, ben lezbiyenim" billboarları sayesinde hayatımıza yeni bir tartışma girdi. Kimimiz bunları görünce mutlu oldu, kimimiz şaşırdı ama anlıyoruz ki bir çoğumuzun içinde dışa vurmayı bekleyen bir nefret vardı. Sanki 2014 Ceza Yasası değişikliğinden beri içimizde tuttuğumuz bir şey vardı da tekrar onun çıkmasını bekliyor gibiydik. "Ahlak'a" dediler, "9 yaşındaki çocuklar" dediler, "homofobik değilim ama yani...." dediler. Tüm bunları tartışıyoruz, "ahlak kimin ahlakı" diyoruz, "çocukları kullanmak istismardır." diyoruz, velev ki... diyoruz.
Panolar sayesinde Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks (LGBTİ+) bireyler daha fazla görünür oldu. Ancak görünürlük, şiddeti de beraberinde getiriyor. Elbette şiddet sadece fiziksel değildir. Şiddetin diğer türleri olan psikolojik, ekonomil ve cinsel şiddet de bu şiddetin bir parçası. Reklam panolarını sprey boyayla karalamak, tamamen sökmek bu şiddetin bir parçası. Ama bu şiddet iki şekilde yorumlanabilir. Birinci sembolik bir şekilde bu şiddetin LGBTİ bireylere uygulandığı söylenebilir. Bir diğeri, yani bana göre daha olumlu olansa, bu şiddetin heteronormativite'yi kırışı. Heteronormativite; insanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrıldığını ve bu karşı cinselerin birbirine duyduğu duygusal/cinsel yönelimi (heteroseksüel) yegane yönelim sayar ve yaşamın tüm kurallarını bu yönelim üzerinden belirler. Toplum içerisinde herkes 'otomatik olarak' heteroseksüel varsayar ve toplumu buna göre düzenler.
Bu bağlamda, doğru bir benzetme olacaksa, heteronormativiteyi çarptığımız bir duvara benzetebiliriz. Tarih boyunca dünya üzerinde birçok mücadele bu duvara çarptı, kimi zaman çatlattı ve kimi zaman kırdı. Kıbrıs'ın kuzeyinde bu duvara 2014 yılında da bir kez çarpıp çatlatmıştık. 2014 yılında İngiliz döneminden kalma "doğaya aykırı cinsel ilişki" yasası değiştirilirken, hem sosyal medyada hem de gazetelerde homofobi başgöstermeye başlamıştı. Kimi zaman görmezden gelinen, yok sayılan bir topluluk su yüzüne çıkmaya başlıyordu. Duvar uzun bir süre çatlak kaldı, ancak son bir yılda, duvar eşelenmeye, tekmelenmeye devam ediyor. Yakın bir zamanda Lefkoşa'nın ortasından tüm coşkusuyla gökkuşağı bayraklarıyla geçildi. Ve son olarak da yoksayılan kişiler, halkın her gün gördüğü panolarda yerini aldı. Artık "buradayız" diyordu. Görmemek imkansızdı. Ve duvarın çatlağı daha da büyüdü.
"Buradayız" demenin hiçbir dezavantajı yoktur. Belki "buradayız" demenin karşılığı size şiddet olarak döner, belki panoları sökmekle döner. Ancak artık onun bir parçası olursunuz. Artık buradadayım dediğiniz yerde söz sahibisinizdir. Son günlerde gündem hızla değişirken yaşadığım şu iki olay kafama takılıyordu.
Şöyle iki hatıra;
• Bir kaç yıl önce bir haber; iki kadının yaşadığı bir olay sonrasında olayın polise ve mahkemeye gitmesiyle alakalı bir haber. Haberde bir kadının diğer kadına küfür ettiğinden bahsediliyor ve gazete " 'L...' diyerek küfür etti" diye geçiyor bunu haberde. 'L...'
• Daha yakın bir zamanda; bir mekanda üç erkek bir kadınla birlikte oturuyor. Kadın Rus, kadınla biraz muhabbet ettikten sonra adamlardan birinin kadının telefonuna el koyduğunu öğreniyoruz. Ben biraz irdeliyorum, bir tartışma çıkıyor, kadın aramıza girdiğinde kadını çekmek için sarılıyorum. Adamlardan biri "Lezbiyen misiniz?" diyerek bağırıyor aşağılayıcı bir tavırla.
Şöyle bir fark vardı sanki bu iki anı arasında, birinde kelime ağza alınamayacak kadar kötüydü. Diğerindeyse artık halk arasında kullanılan herhangi bir küfüre dönüşmüştü,üstelik kadınlara söylenen bir küfür. Bir hikaye bir yıl önceydi, bir diğeriyse panolara gerçekleşen homofobik saldırıların hemen arkasına olmuştu. Evet aralarında güçlü bir bağ vardı. Lezbiyen olmak "görünür olmuştu".
İşte tam da burada kocaman bir ışık parlıyor sanki. Yukarda bahsettiğimiz duvarı kırabilecek bir güçte bir ışık; mücadele. Tam da "evet buradayım" demenin yeri ve zamanı olduğunu gösteriyor. Kadınlar olarak, lezbiyen, biseksüel, trans, interseks, heteroseksüel kadınlar olarak, karşılarına geçtiğimizde bizden korktuklarını gösteriyor belki de. Çünkü "Buradayım" demenize sadece sizden "korkanlar" bu kadar kızabilir. Bizim tek yaptığımız bu küçük çatlakları yazıya döküp geleceğe taşımak. Bu yüzden mücadele devam ettikçe, bir gazeteci lezbiyen kelimesini sansürleyemediğini öğrenecek. Bir meyhane sarhoşu lezbiyen demenin kimseyi aşağılamadığını bilecek.
Yazının başında Monique Wittig'in de dediği gibi, mücadele beraberinde görünür olmanın şiddetini de getirecek. Ama bu şiddet geldiğinde karşısında kolektif mücadeleyi bulacak. Belki çok kısa bir yazıda, bunu buradan alıp çok umutlu bir yere bağlamak tartışmanın altını boş bırakabilir. Ama bunun altını doldurmak da hem bize, hem de zaman içinde şekillenecek mücadeleye kalıyor.
(i)Kuir Kıbrıs Derneği, CCMC ve Thomson Vakfı ortaklığında yürütülen medya, eğitim, hukuk ve sağlık gibi çeşitli alanlarda LGBTİ bireylere yönelik farkındalığı artırmak için çalışan bir AB projesidir.