Bir Papaz, Bir Asker ve Bir Ülkenin Trajik Sonu

Niyazi Kızılyürek

 

31 Mart 1955 tarihinde gece yarısından sonra adanın çeşitli kentlerinde aynı anda tam 16 şiddetli patlama meydana geldi. EOKA yayınladığı bildiride “Tanrının yardımıyla, mücadelemize olan inançla, Helenizm’in desteğiyle ve Kıbrıslıların yardımıyla zafere ulaşılacağından” söz ediyordu. Büyük puntolarla yazılan “İNGİLİZ ZULMÜNÜ BERTARAF ETMEK İÇİN MÜCADELEYİ BAŞLATIYORUZ” cümlesinin yanında “H TAN H EΠI TAΣ” sloganına yer veriliyordu. Eski Isparta’da savaşa giden gençlere anneleri veya eşleri kalkanı uzatarak, “ya bununla gelirsin ya da bunun üstünde” diyorlardı ve savaşta ölenleri kalkanın üstünde taşıyorlardı.

Bildirinin altında EOKA’nın askeri lideri Grivas’ın savaş lakabı olarak seçtiği “Diğenis” imzası vardı.

Kıbrıs tarihinde bir dönüm noktası olan silahlı Enosis mücadelesi Başpiskopos Makarios’un fikriydi. Makarios, İngilizlerin başka türlü adadan ayrılmayacağını düşünüyor ve Yunan hükümetlerinin Enosis konusundaki tavrını “pasif” buluyordu. Gerçekten de dış güçlere bağımlı olanı Yunanistan’ın Enosis fikrini ileriye taşıması kolay değildi. Nitekim Elefteros Venizelos’un yeniden başbakan olduğu 1920’li yılların sonundan, 1950’lerin başına kadar Yunan hükümetleri Büyük Britanya ile dostluk ilişkilerini korumaya önem veriyorlardı ve Kıbrıslı Rumların Enosis talebini gündemlerine almıyorlardı. Durum öyle bir noktaya varmıştı ki, Yunan hükümeti 1950 plebisitinde Kıbrıslı Rumların Enosis için topladıkları imzaları içeren dosyaları teslim almayı bile kabul etmemişti. Dönemin önemli siyaset adamlarından Yorgos Papandreu, “Yunanistan bugün biri İngiliz diğeri de Amerikan olmak üzere iki ciğerle nefes alıyor. Bu yüzden, Kıbrıs yüzünden nefes darlığı çekme tehlikesini göze alamaz” diyordu.

İşte böyle bir ortamda Başpiskopos Makarios silahlı mücadeleye yönelme kararı aldı. Bir dizi temastan sonra, 2 Temmuz 1952 tarihinde Atina’da kurulan gizli “kurtuluş komitesi” Makarios’un başkanlığında bir araya geldi ve nihai kararını verdi: silahlı mücadele kaçınılmazdı! Toplantıya Albay Grivas da katılmıştı, çünkü Makarios, Grivas’ın silahlı mücadelenin komutanı olmasını önermişti. Takvimler Mart 1953 tarihini gösterdiğinde komite Atina’da bir ilahiyat profesörünün evinde yeniden bir araya geldi. Makarios, Filiki Eteriya’yı taklit ederek hazırlanan Enosis yeminini okudu, diğerleri de hep bir ağızdan tekrar etti. Sonra metnin altına herkes ayrı ayrı imzasını koydu. İlk imza Makarios’a aitti: “Aynı öz ve bölünmez Kutsal Üçlü (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, NK) adına yemin ederim ki, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşme davası hakkında bildiğim her şeyi hayatımı feda etme pahasına ve en ağır işkenceler altında bile gizli tutacağım. Verilen emirlere körü körüne uyacağım...”

Kıbrıs’ın kaderi artık biri Baflı, öteki Trikomolu olan Makarios ile Grivas’ın elindeydi. Grivas, bağnaz bir dindar ve fanatik bir antikomünistti. Yunan iç savaşında komünistlere karşı savaşan gizli “X” örgütünün başındaydı. Son derece dar görüşlü, inatçı, siyasi olayları okuma yeteneği olmayan, bildiği yoldan asla dönmeyen, davasına körü körüne bağlılık gösteren bir askerdi. Tanrı’nın kendisinden yana olduğunu düşünüyordu. EOKA’nın çekirdeğini oluşturan gençleri seçerken de kendisi gibi “inançlı” ve “antikomünist” olmalarına dikkat ediyordu.

Makarios gücünü Kilisenin geleneksel iktidarı kadar, karizmatik kişiliğinden alıyordu. Helenizm’e bağlıydı ve Helen olmayı Ortodoks olmakla bir tutuyordu. Enosisin adeta “ilahi bir hak” olduğuna inanıyordu. Kıbrıslı Türkleri sevmezdi ve solcu Kıbrıslı Rumlardan nefret ederdi. Solcuların “Helen” olamayacağını düşünüyordu.

Bir dizi hazırlıktan sonra, Grivas silahlı mücadeleyi başlatmak üzere7 Kasım 1954 tarihinde bir kayıkla Rodos’tan denize açıldı ve 9 Kasım’da adaya çıktı. Eylem için önceleri Yunan bağımsızlık günü olan 25 Mart düşünülmüşse de, sonunda 1 Nisan gününde karar kılındı. 29 Mart günü Makarios Grivas’a hayır dualarını ihsan etti ve Grivas “Tanrı’ya” sığınarak eyleme başladı.

Kıbrıs tarihinin akışını değiştiren silahlı Enosis mücadelesi, ant-sömürgeci mücadeleler tarihi açısından bazı istisnai özellikler taşıyordu. Kıbrıslı Türklerle, solcu Kıbrıslı Rumlar dışarıda bırakılmıştı ki, bu, ülke nüfusun yarısından fazlası demekti.

EOKA’nın başlattığı şiddet dalgası kısa süre sonra bir yandan Kıbrıs Rum toplumunun kendi içine, diğer yandan da toplumlararası ilişkilere yansımaya başladı. Toplum-içi şiddet ile toplumlararası şiddet giderek yaygınlaştı. Şiddet furyasına TMT de katıldı ve ülke tam bir kaosa sürüklendi. Yüzlerce insanın canına mal olan bu şiddet mevsiminde Enosis gerçekleşmediği gibi ada temelli bölünme tehlikesi ile karşı karşıya geldi. Nitekim o dönemde Atina’da yaşayan ve bağımsızlığa yönelmeye karar veren Makarios 23 Eylül 1958 tarihinde Grivas’a gönderdiği bir mektupta şöyle diyordu: “Durumun cesur ve gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi ve olayların gelişiminin oldubittilere yol açmadan evvel bazı kararlar alınması kaçınılmazdır. Kıbrıs Helen halkının direnişi ne kadar cesur ve kararlı olursa olsun, kaçınılmaz olarak Taksime yol açacak veya Türklere öylesine haklar verilecektir ki, Taksimi ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır.”

 Makarios olayların gelişiminin Taksimi kaçınılmaz kılacağını düşünüyor ve taktiksel bir manevrayla bağımsızlığa yöneliyordu. Piskopos Anthimos da Grivas’a gönderdiği bir mektupta bağımsızlığın “taktik” olduğunu, gerçek amacın Enosis olduğunu, kurulacak bağımsız Kıbrıs devletinin “Küçük Yunanistan” olacağını ve “Enosise geçişi hazırlayacağını” yazıyordu.

Gelgelelim 1960 yılında kurulan iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti “Küçük Yunanistan” olmadığı gibi, Enosisi de anayasasıyla yasaklıyordu.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Makarios ile Grivas birbirine düştüler. İki adam arasındaki kavga, adamlarına da yansıdı ve Kıbrıs Rum toplumu iç savaş ortamına sürüklendi. 1963 Aralığında Makarios Enosis için bir kalkışmada daha bulundu ve yeniden Grivas ile birlikte yola koyuldu. Bu ikinci şiddet döneminde hedef Kıbrıslı Türklerdi. Kıbrıs Türk toplumunun anayasal konumu ortadan kaldırılacak, Garantörlük Antlaşması geçersiz ilan edilecek ve Enosis gerçekleştirilecekti.

Yine olmadı. 1964-67 arasında yaşanan etnik çatışmalarda pek çok Kıbrıslı Türk mağdur edildi ama Enosis kapısı açılmadı.

Makarios, çaresiz, “gönlünün sınırlarını” gönlünde saklamak zorunda kaldı ve içinde artık Kıbrıslı Türklerin olmadığı bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti devletini “Küçük Yunanistan” yapmaya koyuldu. Bu arada, Kıbrıslı Rumların büyük bir kesimi bağımsızlıktan yamalanıyor ve Enosis fikrinden uzaklaşıyordu. Grivas ve ona bağlı kesimler bunu “ihanet” olarak değerlendiriyor ve Makarios’u suçluyorlardı. 1 Nisan 1955 yılında Enosis için yola çıkan iki ülküdaş şimdi birbirinin can düşmanıydı. Grivas, yasadışı EOKA B örgütünü kurarak Makarios’u iktidardan uzaklaştırmayı, hatta dünyevi adıyla “Musko” diye hitap ettiği Makarios’un canını almayı istiyordu. Makarios ise Girvas’ı Enosisin “mezarcısı” olmakla suçluyor ve yaptıklarıyla Türkiye’yi adaya getireceğini söylüyordu.

Grivas, istediklerini yapamadan, Limasol’da saklandığı sığınakta can verdi ama kurduğu örgüt Grivas’ın ölümünden birkaç ay sonra Yunan Cuntası ile işbirliği içinde Makarios’u devirmeyi başardı. Darbe Türkiye’ye adaya müdahale fırsatını verdi ve Kıbrıs sonunda ikiye bölündü. Kim bilir, Makarios, Grivas’ı “Enosisin mezarcısı” olarak suçlamak yerine Enosisi kendi gömseydi ve Kıbrıslı Türklerin haklarına saygı duysaydı, Grivas da körü körüne Enosise inanmasaydı Kıbrıs belki de bugün bölünmüş bir ülke olmazdı.

Ne tuhaftır ki, bu ikilinin hazin, ülkenin ise trajik sonuna rağmen Kıbrıslı Rumlar bugün hala her yerde “Makarios” ile “Diğenis” caddelerinde yürümek zorundadırlar...