Rıdvan Arifoğlu
Tanburi Mustafa Çavuş'un bestelediği Dök Zülfünü Meydana Gel şarkısı benim için Klasik Türk Müziği şarkılarının Sultanahmet-mavisi göğünde yalnız bir yıldız olarak hep parlayacaktır. Sanmam ki bu müzik türü içinde başka bir şarkı beni bu kadar etkilesin. En azından bir 30-35 yıl etkiledi. Öyle çocukluk zamanlarını hatırlattığı için değil, çünkü bizim evde annem radyodaki Klasik Türk Müziği şarkılarını hep açık tutar. Ben çok dinlemesem de şarkıları küçüklüğümden beri bilirim. Arada kendimi hiç bilmediğimi sandığım şarkıları mırıldanırken bulurum. Bunlardan sevdiklerim de çoktur ama bence bu şarkı dinleyiciye bir başka letafet verir. Koro yorumlarını çok sevsem de bunlar azdır. Solo kadın yorumlarından bazılarını çok seviyorum. Şimdi bunların müzikal açıdan yorumunu müzisyenlere bırakayım da benim derdim gene başka... (Talihsiz başım.)
Birkaç yorumu karşılaştırarak aktif olan ve aktif olmayan sözcüklerin kullanımını görebileceğimiz bu şarkının girişine bakmak istiyorum. Bunu yazma eylemiyle bir bütün olarak düşünüyorum.
Münir Nurettin Selçuk, "Dök zülfünü meydâna gel / Sür atını ferzâna gel," diye söylüyor. Pek çok düzenlemeci-yorumcu parçayı bu şekilde ele almıştır. Ancak kimileri "meydâne" veya "ferzâne" diye söyler. Burada mesele öyle veya böyle söylenmesinden ziyade algıdır. Bütünde nedir algılanan? Birbirini nasıl etkiler "meydâna", "meydâne", ferzâna" ve "ferzâne"? Bazı yeni yorumlarda şöyledir:
Nurten Demirkol, Filiz Şatıroğlu, İzmir Korosu ve daha pekçoğu "meydâna" ve ferzâna" derken, Elif Ömürlü Uyar "meydaena" gibi ilginç bir yorum getiriyor. Sevval İlçi Şentürk "meydânae" gibi söylüyor. Bazı yorumlarda da "meydânaa" ve "ferzânaa" diye sondaki "a" da uzatılıyor. En çok ilgimi çekenler ise Güler Tacer'in "meydâne" ve "ferzâne" demesiyle Elif Güreşçi'nin "meydâne" ve "ferzâna" demesi. İşte tam da anlatmak istediğim burada: Biliyoruz ki "meydan" sözcüğü bugün aktif bir sözcüktür, "ferzan" ise aktif değil. O yüzden Türkçe'de "meydan-a" diye yazılıp okunması gerekirken siz "meydân-e" diye yazıp söylerseniz diğerini de "ferzân-e" diye yazıp okumanız gerekir. Elif Güreşçi'nin yorumu gayet güzel olmasına rağmen bu kısmı pişmeden alınmış; tırtıklayan bir yanı var diye düşünürken bunu farkettim. Güler Tacer "meydân-e" ve "ferzân-e" diye söylerken aktif olan "meydan" sözcüğüne şimdiki Türkçe için uygunsuz "e" harfi eklenmesine rağmen "ferzan" da aynı işlemden geçtiği için az sırıtır. Bütün yorumlar içinde azınlıkta kaldığı için bir farklılık hissi de verir. Elif Güreşçi gibi aktif olanı ("meydâne" diye) günümüze göre kuralsız, aktif olmayanı ("ferzâna" diye) kurallı söylemek güzel bir his vermiyor. Böyle olmasındansa çoğunluğun söylediği gibi ("meydâna" ve ferzâna" şeklinde) söylemek bana daha güzel geliyor.
Bu yazıdaki "a" harflerini toplayıp bir kazanda kaynatsam ilim-irfan yuvasına daha rahat ulaşır mıyım? Sana atılan "a"ları toplayıp taş diye önündeki yola döşesen bana gelebilir misin? Ya bir yol bulacağız, ya…
A(a)şık-Merkezden dış kulvara, merkezden dış kulvara, tamam!..
Ma(a)şuk-Dinliyorum, tamam!
A-Dök zülfünü (…) gel, tamam! Sür atını (…) gel, tamam! (Lefkoşa… Yarın… Makinist…
Belki… Araba…)
M-Dur bir daggacıg kısayım da duymam seni.
A-(*%+/G*&8+JıU-TfvytU=7pH……………….
M-Bisiklet var, ben gelirim. Anlaşıldı, tamam!
Sürdüm atımı, tekrar reel yaşama geldim... Sarı Gelin, Ayrılık ya da Sen Gelmez Oldun gibi şarkıların yorumlarında da benzer sorunlar çıkar. Bu konuyu edebiyat ile ilgili düşünecek olursak Kıbrıs Türkçesi'ndeki yazımları da daha iyi tartabiliriz. Genellikle canlı, atak dil kullanımının ilk başta şımarıklık olarak algılandığı malum, hele Kıbrıslı Türkler'de bu algının çok güçlü olması da anlaşılabilir. Herşeyin politik (ve/yani pratik) bir olguya dönüştürülmesinin sonucudur bu. Böyle bir ortamda insanlar edindikleri şeyleri kendilerine ya hiç layık görmezler ya da bunların hesabını vermeden küstahça bir savurganlıkla her şeyi hak ettiklerini düşünürler. Herşey politik olsa bile politik olduğunu algılama yöntemleri farklı olabilir. Bu arada olan yaratı alanlarına olur. Oysa yaratı alanları sayesinde topluluklar sözel iletişimi değilse de ilişkiyi geliştirebilir ve dolaylı yoldan bunun politikaya olumlu etkisi olur. İşte şarkıdaki gibi dil bir bütün olarak algılanmalıdır. Kıbrıslı Türkler, diyelim Türkiyeli görünecek diye yazıda bazı sözcükleri kullanmaktan çekiniyorlarsa, ki bunu milliyetçiler bile yapıyor, bu aslında konuştukları Türkçe'nin de fakirleşmesi demektir. Yokmuş gibi yapamayız. Hatırlıyor gibi de yapamayız. Mesela bazı bildiğimiz sözcükleri yıllarca, bırakın kullanmayı, duymamışızdır bile ve muhtemelen yaşlı biri bize hatırlatır. İşte o zaman unuttuğumuzu "hatırlarız". Çevrenizdeki dilin (mesela Türkçe'nizin veya başka bir dilin) 10 değeri varsa ve bunun 2 değerini yeni ve yabancı diye yazıda kullanmıyorsanız aslında Kıbrıslı Türkçe'niz de değer kaybediyor demektir (2 değerden daha fazlası gider.). Çağrışım zenginliğine, ses katmanlarına ket vurulmuş olur. Artık unutulan sözümona (öz)Kıbrıslı bir sözcüğü nostalji diye kullanmak başka birşeydir de dilin içinde bunun aktif olması başka birşeydir. (Öz)Kıbrıslı sözcüğü öyle bir kullanırsınız ki o sözcük nostalji sözcüsüne değil, capcanlı bir şeye dönüşür, belki ona farklı anlamlar da yükleyebilirsiniz. Belki sadece ses özelliklerini seversiniz… Bazı deyimleri veya atasözlerini düşünürsek; sözcüklerin anlamlarını hiç bilmeyebiliriz ama bütünde ne söylenmeye çalışıldığını anlarız. Mesela; "Aba da bir diba da bir giyene." Kim anlar nedir aba, nedir diba (ya da kebe)? "Aba" en azından ses olarak daha aktif sayılabilir "diba"ya göre, ama çoğu insan ne olduğunu bilmez. Oysa Türkçe bilen herkes bu cümleden birşeyler anlar.