Hakkı Yücel
yucelh@kibrisonline.com
Duyarlı edebiyat okurunun dikkatini çekmiştir çekmesine ama fark edemeyenler için hemen söyleyeyim, bu yazının başlığı, hani derler ya, “ölmeden önce okunması gereken” bir roman adından mülhem: “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu”-Italo Calvino-. Bu anolojiden neyin murat edildiği yazının tümü okunduğunda belki anlaşılabilecektir, ancak başlamadan bir şey daha söylemeliyim. Heyecan ve ilgi az ya da çok, şu an ülkenin öncelikli toplumsal-siyasal gündemi, 19 Nisan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi; artık sona doğru yaklaşılıyor olması başka konuları ikincil ya da daha önemsiz kılıyor. Hâl böyle olunca, üstelik başlığı bu olayı da ima eden, böyle bir yazıdan muhtemelen beklenen, yaşanmakta olan sürece ilişkin değerlendirmelerde bulunmak, dahası son dönemlerde adetten olduğu ya da kimi kalem erbabının yaptığı üzere, adayını net biçimde işaret eden tavır sergilemek, doğrudan müdahil olmaktır. Ne var ki, bu yazı bunu yapmayacak; seçmenin iradesine doğrudan hükmedecek, kararını belirleyecek bir iddiadan uzak duracak. Böylesi bir yaklaşıma itiraz edenler olabilir. Siyaseti bir tavır alıştan çok doğrudan müdahale olarak kabul edenler bu tutumu, “esas olanı” göz ardı eden, dolayımlayan bir “kaçış”, entelektüel gevezelik, ya da sinizm olarak tavsif edebilirler. Özellikle siyaseten solda duranlar ya da bu iddiayı taşıyanlar için daha da geçerli bu yazılanlar. Ben öyle düşünmüyorum ya, yine de diyelim ki böyledir. O zaman soru şu: Durum bu iken, bir başka büyük İtalyan şair-yazarın, Cesare Pavese’nin, “kalem sincabı” adını taktığı “kelimelerin sihirbazı” Calvino’dan, dahası onun belki anlaşılması “en zor”, ancak kanımca okuyucuyu en fazla tahrik eden, romanından yola çıkarak, siyasete dokunan, bir yazı yazmanın anlamı ne?
1985 yılında, yazarlığının en verimli olduğu dönemde, 62 yaşında ölen Italo Calvino’yu ve özellikle onun “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” romanını, bu yazının referans noktası olarak seçişimin nedeni, sırf yazarlarımdan birisi olması ve şimdilerde eksik bıraktığım yapıtlarını okuyor olmam değil. Bundan ötesi de var. Roman-öykü-deneme yazarı olarak Calvino’nun edebi kişiliğinin ardında, anarşizan bir noktadan başlayarak, faşizme karşı mücadele eden direniş hareketi aktif elemanı olmaktan, İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalyan Komünist Partisi üyeliğine uzanan ve Sovyetlerin 1956 Macaristan işgaline kadar devam edegelen bir siyasal geçmiş de var ve bu yazıda ona başvuruyor olmamın bir başka gerekçesi de bu. Sol adına tarihsel bir “utanç” teşkil eden Macaristan işgalinden sonra siyasal kimliğinin, geçen zaman içinde uzmanların “yap-boz” oyunu ustası olarak niteleyecekleri kertede güçlü bir “edebi kimlik”e dönüşmesi ve muhalif aydın duruşunu, artık ağırlıklı olarak “edebiyat” üzerinden sürdürmesi, kanımca Calvino’yu gözardı edilemeyecek ayrıcalıklı konuma yerleştiriyor. Bu “edebi kimliğin” ve “ayrıcalıklı” konumun belirgin özelliği ise başta gerçeklikle arasına mesafe koyması ve gerçekliği buradan değerlendirmesi olmak üzere, kendini “zamanın ve mekânın tutsaklığından” (aşkın-mutlak ideolojinin tutsaklığıdır bu) kurtaracak yeni bir dil inşa etmeye koyulmuş olmasıdır.
Calvino’nun kişiliğinde ve kimliğinde 60’lara denk düşecek olan bu dönüşüm süreci, şüphesiz sancılı olacaktır. Öyle ya, sıkı bir komünist aydına, dünyanın avuçlarının arasında olduğunu hissettiren ve ona o dünyayı değiştirmenin gücünü bahşeden, bahşetmekle kalmayıp yanılmaz rotasını çizen ideolojik-siyasal sınırları belirgin huzurlu bütünsellik, bu dönüşümde parçalanacak ve yerini parçalanmış bir “kimlik krizi”nin huzursuzluğuna bırakacaktır. Nitekim öyle de olur, Calvino bunu yaşar, o kadar ki onun ünlü “Görünmez Kentler” romanı, bu romanın çevirmeni Işıl Saatçıoğlu’nun yaptığı çeviriye yazdığı sunuş yazısında da belirttiği gibi “çoğullukta ve tarihsiz zamanda yaşanan bir kimlik krizi”nin dile getirildiği özgün çalışmasıdır. Calvino artık ideolojik mutlaklığın (mutlak aidiyetin) ötesinde dünyaya felsefe, edebiyat ve bilimden oluşan üçlünün prizmasından bakmakta, bir başka ifadeyle ideolojisini bu prizmadan geçirerek, ya da daha açık söyleyecek olursak mutlak olana teslim ettiği aklını geri alıp özgürleşerek, o dünyayı buradan anlamaya ve müdahil olmaya çalışmaktadır. Kısa metinlerden oluşturduğu “Görünmez Kentler” romanında “(......) her kısa metnin bir neden-sonuç ilişkisi veya bir hiyerarşi izlemeksizin, süreklilik içinde bir diğerine yakın olduğu bir ağ örgüsünde, çoğul yollar bulunabilecek ve çoğul sonuçlar çıkarılabilecek zengin kesimli bir kristal yarattım” (a.g.y. s.39) derken, bir bakıma bunun örneğini sergilemektedir. Bu yeni yaklaşımın ve yaratının en önemli unsuru ise Calvino’nun dilidir. O kendini “zamanın ve mekânın tutsaklığından” kurtardığını söylediği bu dili inşa ederken, ağırlıklı olarak “masalı seçtiği”ni söyler ve neden bu seçimi yaptığını “artık hiç kuşkum yok, masallar gerçektir” sözleriyle açıklar. Doğrudur, düşsel bir dili vardır Calvino’nun, bu dilin şahikası olduğuna inandığı Borges’e olan hayranlığı da buradan kaynaklanmaktadır.
İyi de ne oluyordu eski hızlı anarşist, militan direnişçi, sıkı komünist Calvino’ya; hazret “uçuyor” muydu, “kaçıyor” muydu? Bu soruları Calvino da sorumuş olmalı kendine, sormuş olmalı çünkü, Aristo’ya sardığı ve onunla ‘hesaplaştığı’ bir dönemde “Aristo’ya duyduğum sevgi kaçış mı?.... Kaçış, esaretimizi her cümlesiyle biraz daha perçinleyen dünya tanımlarının tutsaklığından kaçmak, arzu dünyamıza biçim verecek başka bir kodlama, başka bir sözdizim, başka bir sözcük dağarcığı önermektir” (a.g.y. s.35) diye yazacaktır. Eğer “kaçış” buysaydı, o zaman bu tespit üzerinden bir kez daha sormak gerekecektir: Calvino gerçekten “kaçıyor” muydu peki; “kaçıyorsa” nereye gidiyordu? Yoğun bir külliyat oluşturan geriye bıraktığı yazdıklarına bakacak olursak, evet, tam da söylediği gibi Calvino’nun “kaçtığı” yer, aslında hayata ve dünyaya yeniden döndüğü, “...çoğul yollar bulunabilecek ve çoğul sonuçlar çıkarılabilecek zengin kesimli bir kristal yarattığı” yerdir. O yer ise en başta bunu özgün biçimde gerçekleştirdiği kitaplarıdır. O kitaplar ki, içinde bir ormanda kaybolur gibi kaybolurken, aynı zamanda birden fazla çıkış yolunun ipuçlarını veren yoğunluğu ve çeşitliliği içermektedir.
İşte “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” (Yapı Kredi Yayınları) romanı, bu anlamda, gerçekten “ölmeden önce okunması gereken” bir eser. Biçim, içerik, üslup ve kapsam olarak çok yoğun ve çarpıcı. Daha girişte “Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu adlı yeni romanını okumaya başlamak üzeresin. Rahatla. Toparlan. Zihnindeki bütün düşünceleri kov gitsin. Seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin” cümleleriyle karşılaşmak, okurun ilginç bir serüvene çıkacağının habercisidir. Gerçekten de ilginç bir serüvendir bu; şundan ki, yazarın bu satırlarda okura yaptığı çağrı, yazar Calvino’nun okur Calvino’ya yaptığı çağrıdır da aynı zamanda. Bu roman Calvino’yu kendi çoklu kimliğiyle karşı karşıya getirirken, deyim yerindeyse dışardaki Calvino içerdeki Calvino’yla, içerdeki ise dışardakiyle yüzyüze gelmektedir. Sadece bu kadar da değildir, yine bu eserinde yazar Calvino’nun, aynı anda on romanı birden yazıyor olması -belki on romana birden giriş yapıyor olması-, her metnin hem kendi başına ayrı ayrı, hem de birbiriyle “zihinsel bağlantılar” kuracak biçimde kurgulanması ve nihayet yine bu metinlerde okurun kendisinin tamamlayacağı kopukluklar oluşturması da bu eseri ilginç kılan diğer unsurlardır. Bu çoklu yapı içinde yazarın bizzat kendisinin yaptığı tasniflemede “sis romanı”ndan “yoğun deneyim romanı”na, “simgesel-yorumsal roman”dan “siyasi-varoluşçu roman”a, “alaycı-kaba roman”dan “kaygının romanı”na, “mantıksal-geometrik roman”dan “yoldan çıkmanın romanı”na ve “yeryüzüne ilişkin-ilkel roman”dan “kıyamet romanı”na uzanan geçişler söz konusudur. Böyle olması ise metnin bizatihi kendisinin “çoklu okunması”nın ve bir “okuma şöleni”ne dönüşmesinin sebebi olması bir yana; benzer yaklaşımların, gerek gerçeklikle ve gerekse siyasetten başlayarak hayatın her alanındaki karmaşık ilişkilerde, çözümleyici ve farklı çıkış yollarının aranıp bulunması bakımından işlevselliğini de ima etmektedir. “Görünmez Kentler” kitabı üzerine yazdığı yazıda “Kitap bir alan; okur içine girmeli, dolanmalı, belki kendini kaybetmeli, ama belli bir noktada çıkış hatta birçok çıkış bulmalı. Kitap, dışarı çıkabilmek için bir yola koyulma olanağı” derken, eserlerinde yapmaya çalıştığı şeyin aslında bu olduğuna bir kez daha dikkat çekmektedir.
Artık sadede gelelim ve soralım: “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu”dan yola çıkarak “Bir Seçim Zamanı Eğer Bir Seçmen” başlıklı bir yazı yazmanın esbab-ı mucibesi ne? Daha açık söyleyelim: Bir romandan yola çıkarak, onun başlığına nazire yaparak, siyasete dokunmaya ve ikisi arasında ‘zihniyet bağlantısı’ kurmaya çalışmanın bir anlamı olabilir mi? Ya da şöyle soralım: 19 Nisan’a sayılı günler kala, adayların vizyonlarını açıklayarak kâh halkın arasında kâh ekranlarda boy gösterdiği, sorular sorulup yanıtların alındığı, propaganda faaliyetlerinin arttığı, seçmeni etkileme çabalarının hız kazandığı, tavırların netleşmeye başladığı bir ortamda doğrudan siyasal analiz yapmak yerine, onu dolayımlayan deneme kıvamında bir yazı yazmak, seçmenin zihnini bulandırır mı yoksa daha da açar mı; onu, siyaseten tâbi olduğu üst akla daha çok mu iter yoksa o akılla (o aklın borozanlığını yapanlarla), on(lar)dan özgürleşerek daha sağlıklı ilişki kurmasına katkıda mı bulunur?
Yoksa bütün bunları yazmak “esas” olanı ıskalayan bir “kaçış” mı?
Bu sorunun yanıtını isteyen istediği gibi verebilir.
Italo Calvino böyle olmadığını söylüyor ve ben ona inanıyorum…