Stella Aciman
Hayli çalkantılı geçen bir seçim sonrası yine anılarıma döndüm… ‘Ben seçimlerle ne zaman ilgilenmeye, kimlere hangi zaman süreçlerinde oy verdim’ diye düşünmeye başladım. Çocukluğumun puslu anıları arasında dolaşırken, aile büyüklerimin oylarını hep sağ partilere verdiğini hatırladım. Aslında bu salt aileme ait bir durum değildi. O dönemlerde İsmet İnönü, nam-ı diğer Milli Şef, tüm azınlıkların kâbusuydu. 1928 yılında çıkan bir kanunla başlayan, azınlıklara yönelik, ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyaları, 1934 yılında yaşanan Trakya Olayları, 1942 yılında çıkan Varlık Vergisi… Tek parti döneminin azınlıklara karşı uyguladığı haksız uygulamalar, sonuçta tüm azınlıkları Demokrat Parti’ye oy vermeye yöneltmişti. Menderes’in zaman içinde tek adam olması, 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olayları, zamanın medyası üzerindeki baskısı, azınlıkları asla O’ndan vazgeçirememişti. Menderes’in Yassıada’da yapılan ve her gece saat 20.00‘de radyodan verilen mahkemelerini hatırlarım. Evimizde yemek biter, herkes salondaki koltuklarına oturur, saatin gelmesini sabırsızlıkla beklerdi. Emektar Nevtron radyomuz açılır ve pür dikkat ona kilitlenilirdi. O geceki mahkeme bittikten sonra annem, babam, Fatma Hanım yorumlara başlarlardı. Geçen her gün, sonuç yaklaştıkça hepsinin yüzünde hüznün dalgalarını görmeye başlamıştım.
İdam sehpası
Bir akşam eve dönen babamın elindeki Akşam Gazetesi’nin baş sayfasındaki kocaman resmi görünce gazeteyi aceleyle kaptım ve koşarak salonda oturan Fatma Hanım’ın kucağına koydum. Kadın katlı gazeteyi açtı ve baş sayfadaki koca resmi görünce gözleri irileşti ve “Elleriniz kırılsın inşallah!” diye bağırdı. Şaşırmıştım… Fatma Hanım’ın gözlerinden süzülen, yüzündeki derin çizgilerin arasından kayarak kucağına birbiri ardına damlayan gözyaşlarına hayretle bakmıştım. O resim boynunda yaftası, üzerinde beyaz kefeni ile Adnan Menderes’in idam sehpasındaki görüntüsüydü!
1980’e doğru…
Adnan Menderes sonrası yine Milli Şef dönemi, ama artık çok partili bir yola doğru hızla gidiliyordu. İşte o yıllarda azınlıkların yeni sığınağı olmuştu Adalet Partisi ve Süleyman Demirel, nam-ı diğer Çoban Sülü! O’nu da sevdi azınlıklar, tabii benim ailem de. Artık oylar, ‘dün dündür, bugün bugündür’ sözüyle ve fötr şapkasıyla ünlenen Süleyman Demirel’indi. Türkiye’de çalkantılı yıllar başlamıştı ve hızla 1980 yılına doğru ilerliyorduk. Sanırım biz henüz çok partili bir sisteme henüz alışamamıştık. Bu kadar demokrasi bize bir numara büyük gelmişti. Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alpaslan Türkeş ve diğerleri… Herkes kutuplara ayrılmış, Türkiye’de kan gövdeyi götürür olmuştu. Sokağa çıkamaz hale gelmiştik. Şişli’de bir otobüs durağını kurşunlayanların arasında bile kalmış, arabamın zeminine yatarak canımı kurtarmıştım. Hava karardıktan sonra pencereden bakmaya bile korkuyorduk çünkü her an bir kör kurşunun hedefi haline gelinebilirdi. Tadımız, tuzumuz kalmamıştı, askerden bir hamle bekliyorduk. 12 Eylül 1980 sabahı o hamle geldi ve demokrasi tekrar ortaya çıkana kadar geçen acımasız sürede, Türkiye’ye derin, telafisi imkânsız yaralar bırakarak geçti, gitti. Onunla 6 Kasım 1983 seçimlerinde tanıştık. Darbe döneminin puslu günlerinden güneşli günlere kavuşma heyecanı ile oyumu vermiştim Anavatan Partisi’nin şişmanı Turgut Özal’a. Türkiye artık yokluk yıllarını geride bırakmış müthiş bir açılım yaşamaya başlamıştı. Bu açılım her ne kadar Özal Ailesi’ni de kapsamı içine alsa da, Türkiye’nin her mahallesinde de bir milyoner yaratmıştı. Yıllar içinde Özal’ı Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya yolladık. O hala benim için ‘Çankaya’nın Şişman’ıdır.’
Çiller ve gafları…
Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan…Benden hiç oy almamış başbakanlar olarak anılarımda silik olarak duruyorlar ama biri var ki onu anlatmadan olmaz.. Artık Adalet Partisi yoktu ama Doğruyol Partisi vardı… Parti ismi yeniydi ama barındırdıkları başta Demirel olmak üzere aynıydı. İşte tam o dönemde hayatımıza girdi Tansu Çiller… Boğaziçi Üniversite’si mezunuydu, akademisyendi ve güzeldi.1991 yılı seçimlerinde İstanbul milletvekili seçilen Çiller, SHP ile kurulan, Demirel’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde, ekonomiden sorumlu devlet bakanı olmuştu. Süleyman Demirel’in Türkiye’nin dokuzuncu cumhurbaşkanı seçilmesiyle Çiller, önce DYP genel başkanlığını en yüksek oyla kazandı. Ardından 1993 yılında Türkiye’nin ilk kadın başbakanı oldu. Tansu Çiller’i başbakan olarak başımıza saranlardan biri de bendim… Kadındı, iyi bir altyapıya sahipti, paraya doymuştu. -ki bitmeyen ihtiraslara sahip olduğunu çok sonra öğrendik- O, ‘güzel, sarışın kadındı’ birçoğumuz için. 1993-1996 yılları arasında başbakanımız olan, meşhur Susurluk olayından sonra hükümete karşı gelişen 28 Şubat sürecinde postmodern darbeye maruz kalarak, 3 Kasım 2002’de yapılan erken genel seçimlerde DYP’nin seçim barajını aşamaması üzerine genel başkanlık görevinden istifa ederek aktif politikadan çekilen Tansu Çiller’i, şimdilerde icraatları değil ama dillere destan olan gaflarıyla hatırlıyorum. Unutamadığım bir, iki gafını bu yazıda geçirmeden yapamayacağım. ‘Her türlü gericiliğe karşı çıkacağız’ diyeceği yerde ‘Her türlü gericiliğe sahip çıkacağız’ demiştir. Tansu Çiller'e göre ‘kırat’ değil, ‘beyazat’tır, Azerbaycan liderlerinden rahmetli ‘Elçibey’ olur ‘Alibey’, ‘Çekiç Güç’ün adı ‘Çekici Güç’e döner. ‘Ölü kaybı olmamıştır’ deyimi onundur. Mesut Yılmaz'a Meclis'te ‘Mesut Yılmaz istikrarsızdır’ demek isterken, ‘Mesut Yılmaz iktidarsızdır’ demiş, tüm Meclis ve Mesut Yılmaz gülmekten kırılmıştı. Tiyatrocu Ali Poyrazoğlu bir oyununda, 23 ciltlik Anıtkabir özel defterinden seçtiği bazı bölümleri seyircileriyle paylaşıyor. Poyrazoğlu, ''bu ülkede Başbakanlık yapmış Tansu Çiller, Anıt Kabir’de Atatürk'ün huzuruna 5 kez çıkmış ve beş kez yazı yazmış deftere. Dördü hiç okunmuyor... Beşincisini de şimdi ben okuyacağım sizlere..." diyerek Çiller'in Ata’nın huzurunda özel deftere yazdığı şu metnini okudu:
"Yüce önder. Ulu ve büyük Atam! Doğru Yol Partisi'nin 14'üncü yılını idrak ediyoruz. (Sonra 14'ün üzerini karalamış, 15 yapmış) Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin ve demokrasinin bekçileri olarak 16'ncı yılımızda huzurundayız... Davamız yarım asırlık yani 65 yıllık bir davadır. Milliyetçilik ve çağdaşlık yolunda yarım asırdır yani tam 40 yıldır yürüyoruz. Bu ülkenin çimentosu olmanın sevinci içindeyiz. Biz bu ülkenin çimentosuyuz. Bizimle tuğlaları yapıştıracaklar, duvar örecekler, bina yapacaklar, içimize girecekler. İlkelerinin ışığı altında partimizin 17'inci yılını kutluyor, saygılar sunuyorum. Görüşmek üzere."
Halka teşekkür
Benim Türkiye’de oy verme serüvenim, büyük umutlarla bel bağladığım Tansu Çiller’le sona erdi. O zaman anladım ki, yılların içinde savrulup giderken darbe günleri dâhil, başımıza gelen her hükümetin siyasi çıkarları uğruna yaptıkları icraatlar bizleri bu günlere hazırlamış ve AK Parti’nin kucağına atmıştı. Hiçbir dönemde bir sol partiye oy vermememin altında yatan sebebi ise tamamen azınlık psikolojisi ve aile baskısı olarak açıklayabilirim. Salt bu yüzden 2003 yılından, yani AKP’nin iktidara geldiği günden itibaren, hayatımda sağ-sol kavramları yok, sadece vatanını, insanını seven, dürüst, işbilir kişiler var. Bunun en son örneğini on yıldır yaşadığım Kıbrıs’ta son iki ay içinde gördüm. Bana göre Dr. Sibel Siber bu kişilerin başında gelir. Çok uzun yıllardır özlediğim ve artık var olamayacağını düşündüğüm temiz siyasetin nasıl yapılabileceğini kısa dönem de olsa bizlere yaşatan teknokrat hükümete ben kendim adına bir teşekkür borçluyum. Ve en büyük teşekkürüm Kıbrıs’ın değerli halkına… Sandıkta, yıllardır halkını sömüren kifayetsiz muhterislere oylarıyla attıkları şiddetli tokat için.